Haziran Direnisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Haziran Direnisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nis 2017

16 Nisan Seçimleri


16 Nisan referandumunun sonuç haritasına ve rakamların detaylarına bakınca şunları görebiliriz:

1- Kıyı şeritleri ve ekonominin bütün yükünü taşıyan, verginin çoğunu veren iller HAYIR dedi.
2- İstanbul, Ankara, İzmır, Diyarbakır ve Adana gibi büyük şehirler HAYIR dedi.
3- Güneydoğu'da Hakkari, Şırnak, Diyarbakır, Mardin'de Kürt yurttaşlar HAYIR dedi.

Türkiye nüfüsun çoğunun yaşadığı, ürettiği, emekçisinden işsizine, beyaz ve mavi yakalısından, öğrenci nüfusunun en çok bulunduğu yerlere kadar herkes HAYIR dedi.

Rakamların detaylarına girince ilginç şeyler de çıkıyor. Örneğin Erdoğan'ın kalesi Rize'de %75 EVET var. Bütün ilçeler zirve yapmış birisi hariç! Fındıklı'da %53 HAYIR demiş. Geriye doğru gidip 2015 genel seçimlerindeki oy dağılımına bakınca, %42 AKP, %41 CHP, %10 MHP gözüküyor. CHP daha çok çalışmış ve AKP+MHP toplamını bu ilçede, özellikle %75'lik Rize'de geçebilmiş.
Hiçbir iktidar, AKP/Saray da dahil, kentli, eğitimli kesimin oylarını kaybederek, halkın yarısını karşısına alarak ülke yönetemez, başkan da, padişah da olamaz ama bu olanlara karşı ne yapmak lazım?

HAYIR blokunu siyasi olarak çok kabaca tariflersek, Atatürkçülerin, komünistlerin ve sosyalistlerin, Kürtlerin, liberallerin ve milliyetçilerin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu "beş benzemez" en son Haziran Direnişi'nde bir araya gelmiş ama siyasi olarak bu süreç ortaklaşamadığı için de sonlanmıştı. Öncülüğü kimin yapacağı, nasıl yapacağı, hangi paydaşlarda ortak hareket edilecek gibi onlarca başlıkta uzlaşma sağlanmaması önemli bir sorundu ve yüzünü Haziran'a dönen pek de politik olmayıp bir çıkış yolu arayan insanları boşa çıkarmıştı.

Referandumu bu açıdan Haziran Direnişi'ne benzetiyorum. Yine bu beş benzemez HAYIR için çalışırken bilinçli veya bilinçsiz belli bir amaç için ortaklaştılar ve matematik olarak azıcık geri de kalınsa da, YSK'nın maç oynanırken kuralları değiştirmesine, hukuksuzluğuna rağmen başarılı oldular.

Gezi'den ders çıkartırsak;
- Bu beş benzemez yeniden kendi tabanlarına dönüp siyasi faaliyetlerine kaldıkları yerden devam edip, HAYIR için sadece kendilerinin ne çok çalıştığının propagandasını kendilerine yaparlarsa kazanamayız.

- Bu beş benzemez, yaptıkları siyaseti gözden geçirip, HAYIR cephesine verdikleri katkı gibi bir arada çoğalarak siyaset üretmeye kafa yormazsa yine kaybederiz.

- Çoğulcu ve çoğalarak mücadele etmenin şifrelerinin ve kazançlarının kodlarını, HAYIR ortaklaşmasında aramayıp içlerine dönmekte ısrarcı olup, kendi tabanlarına goy goy yapmaya devam ederlerse de hiç mi hiç kazanamayız.

Türkiye'de ortak amaç için ortak hareket etme kültürü zayıftır. Tabii ki istisnalar vardır ama iş hayatında da, siyasi hayatta da "amaç odaklı örgütlenip" bu amaç için bir arada üretmek ve çalışmak, çalışırken ortak akla hizmet etmek,  hizmet ederken de kendini var eden değerlerden uzaklaşmamak ve yok olmamak beceri ister.

Ne yapmalı sorusunun yanıtı yukarıda saklı bence. Bütün Türkiye'de HAYIR'ı ören örgütlere ve partilere düşen iş, bu örgüden ortak amaç için monoblok bir siyaset üretme ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç tariflenebilir ve kapsayıcı olabilir. Belli bir hedefi içerir. Bu hedefe ulaşana kadar, bu kapsamın içindekiler ortak çalışır, üretir, örgütler, çoğalır. Gezi'deki bu ortak siyaset üretebilme eksikliğin burada tekrar etmemesi esastır.

Bunu başaran siyasi ve kolektif akıl AKP'yi de, Saray'ı da alt eder.
İleri Haber
Politus
Telgrafhane

25 Ara 2014

2014'den, 2015'e geçerken...



Her gün yediğimiz yemekten, içtiğimiz içeceğe kadar karışıp, yatak odalarımızda bile ne yapmamızı öğütleyen kadrolardan,

İktidarların yalakası, sahibinin sesi olan sanatçılardan,

Birleşe birleşe büyümek varken, Bölüne bölüne küçülen muhalefetten,

Onuru için intahar seçeneğini kullanan yiğit insanlara "kurşuna kafa attı" diyebilen pislik medyadan,

İnsanı merkeze almak varken, Din, ırk, aşiret, mezhep üzerinden siyaset yapan politikacılardan,

Geçmişe dair bütün birikimlerimizi, anılarımızı, zenginliğimizi görgüsüzce, vahşice yok edenlerden, buna göz yuman bütün talancılardan,

Gözünü para hırsı bürümüş işinsanlarının küçük hesapları yüzünden yok olan yaşamların varolmasından,

Bir kalıba girmeye zorlanmaktan ve zorlayanlardan,

Sokaklarımızı ve geleceğimizi elimizden alanlardan,

Katillerden, Hırsızlardan ve bu tiplerle işbirliği içinde olanlardan,

Kısaca bizi yok etmeye çalışanların alayından sıkılmadınız mı?

O zaman 2015, bu kuşatılmışlık barikatlarını aşıp bu sıkışmışlıktan çıkacağımız, yeni bir hayat kurabileceğimiz, birlikte varolabileceğimiz, içimizdeki isyanı hayatın her alanına taşıyacağımız bir yıl olsun.

25 May 2014

Boyun Eğmeyenler Yoğurtçu Park'ındaydı.



Kadıköy soL Cephe'nin toplantısı için, bir güzel bahar akşamı, Kadıköy Yoğurtçu Park'ta buluştuk.

Akademisyen Zeynep Güler, Gazeteciler Merdan Yanardağ, Şükran Soner ve Barış Pehlivan ve sol Cephe'den Aydemir Güler'i dinledik.

Değerli konuşmacılardan, Değerli değerlendirmeler geldi. Not aldığım başlıkları paylaşmak istedim.

- Gezi'den beri süregelen "Kahrolsun Bazı Şeyler" sloganı pek güzel, pek zeki, pek esprili ama artık yeterli değil. Bireysel olarak yapılan bütün üretimler, bir araya gelmedikçe, örgütlü olarak, tek ses, tek vücut olarak davranmadıkça AKP'nin kendinden olmayanlara karşı zulmü artacak. Espri zamanı bitti. Örgütlü olarak çalışma zamanıdır.

- Soma örneği bir defa daha gösterdi ki, sektörün bütün iş kollarında ister mavi yaka, ister beyaz yaka olsun, taşaron işçi çalıştırma, çalışanların yararına olmadı, olmayacak. Biz çalışanlar bunu hak etmiyoruz.

- En büyük eksiklik toplumdaki muhalif ve alternatif hareketi örgütleyip tek ses, tek vücut haline getirmek. Birşeyler yapmak isteyen, potansiyeli olan ama meclis içindeki mevcut sol muhalefetin buna cevap veremediğini gören çok insan var. Adaletli, vicdanlı, bütünlükçü bir birliktelik ihtiyacı var. Gezi, "direniş medyası" denen bir medyayı yarattı. Sürekli iktidarın sesi ve yayın organı gibi çalışan yandaş medyaya alternatif olarak, "Direniş Medyası"nın dinlenmesi, izlenmesi önemli.

- Soma olaylarında HaberTürk'ün haber verişinde sürekli Soma Holding'in üzerine çalışması ve iktidara yönelik eleştiri yapmaması veya çok az yapmasını Barış Pehlivan şöyle açıkladı. 10 Subat 2011'de Afsin'de ki Maden Kazasında 9 işçi ölmüştü. O Madeni işleten HaberTürk sahibi Ciner Holding'ti. O işçilerin cenazeleri dahi çıkartılmadı. İşte şimdi Haber Türk'ün Soma Holding'e yüklenmesinin en önemli sebebi rekabet, yani ihalelerden daha çok pay almak,,, başka birşey değil.

- Geçmiş yıllarda, Zonguldak Direnişi'nde işçilerin kalkıp, Ankara'ya yürümesi ve haklarını söke söke almasına rağmen, üstelik bütün bunların 12 eylül'ün gölgesinde, neoliberal uygulamaların neredeyse engelsizce ve özgürce uygulandığı o dönemde yapılmasıyla birlikte, şimdi Soma'daki madencilerin bırakın haklarını daha çok aramasını, işi bırakmasını, madenin hemen açılıp, işlerinin başına, aynı ölüm riskleriyle birlikte dönme istekleri çok tartışıldı. İşçilerin bu çaresizliğinin nedenleri, çaresizlik içinde bırakılma koşulları değerlendirildi.

- AKP'nin kendine oy vermeyen kitleyi dışlaması, millet iradesinin dışında tutması, "Kütülüğü Toplumsallaştırmak" olarak adlandırıldı. Daha da kötüsü, toplumu bu kadar bilinçli ve sistematik olarak ayrıştıran AKP, kendine oy veren vatandaşlarımızı da bu kötülüğe ortak ediyor.

soL Cephe, Türkiye'de son dönemde en önemli eksiklik olan örgütlülüğe yeni ama tecrübeli bir bakış açısı getiren, toplumun çok farklı kesimlerinden, farklı partilerden, meslek örgütlerinden insanların bir araya geldiği, el verdiği partiler üstü bir yapılanma, "Boyun Eğmeyelerin" birarada durma platformu.


1 May 2014

1 Mayıs 2014







1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı'nın Istanbul'da kutlanma yeri Taksim Meydanı'dır. Bu değişmez, değiştirilemez ve değişmeyecek.

Sabah 9:30'dan beri beşiktaş barbaros, abbas ağa, yıldız, fulya, teşvikiye bandında taksime ulaşmak için uğraşıyoruz.

Yollar, toplu ulaşım kanunsuzca kapalı.

Korku ve terör estiren AKP'nin polisi
- Her gördüğünü yakaladığını gazlıyor copluyor göz altına alıyor
- sokak aralarına gaz atıyor

Istanbul'da polis sıkıyönetimi var!

Bu bayramın hakkıyla , coşkuyla barış içinde kutlanamamasının tek ve biricik sebebi Sensin!

Ve hala hırsız, hala katilsin!...

30 Mar 2014

30 Mart 2014 Yerel Seçimleri






30 Mart seçim tecrübeleri hakkında hemen yazmak yerine, birkaç gün geçmesini bekledim. Çünkü hala görüyoruz ki seçimlerin somut sonuçları tam olarak alınamadı, alınamıyor da.

Hepimizin bu seçimde birsürü hikayesi oldu. Sabah erken kalkıp, görevli olduğum sandığa gidip, gece yarılarına kadar geçen süreç içinde adaletli bir şekilde oy kullanılmasını sağlamak, sayılmasına destek olmak, gerektiğinde bir oyun bile doğru ve adaletli olarak sonuçlara yansıması için mücadele vermek vs vs.. bir sürü iş yaptık. Sabah görev yerime geldiğimde ilk dikkatimi çeken, sınıfın tahtasında, silinmez kalemle "Berkin Ölümsüzdür" yazısı oldu. Sandık başkanı silmek için çok uğraştı ama öğrenciler iyi çalışmış ki silemedi.

Berkin sandığımızın en değerli gözlemcisiydi!...

Bu seçimi bütün olanlara ve hala yaşananlara rağmen başarısızlık olarak görmüyorum. En önemli kazanım, örgütlü bir toplumunun neler yapabileceğini gösterdik ve göstermeye de devam ediyoruz.
Haziran Direnişin biraz dağınık ama çok da güçlü direnç noktalarının, eğer ilkeli ve doğru bir amaç için örgütlenebilirse ne kadar iyi çalışabileceğini gösterdik.

Katılımın çok yüksek olduğu, "sahiplenmenin" zirve yaptığı bir seçimdi bu.

Bu seçim, rakamsal olarak çoğunluk olup, biraz dağınık ve de kafası karışık seçmene, "örgütlü olunursa" neler yapılabileceğini gösterdi. Hayatında oy vermek dışında sandık görmemiş kitleler, siyasi partilerin öncülüğünde veya "Oy ve Ötesi", "Oyumu Koruyorum" gibi sivil girişimlerin içinde "örgütlenme" pratiği yaşadı, oylarına sahip çıktı, hala da çıkıyor... Bunu çok fazla önemsiyorum. Bu örgütlenmenin bütün Türkiye'ye yayılması gerekiyor.

Hiç bir partiye üye olmayıp, sadece oy verdiği partiyi eleştirenlerin artık fiili olarak inandıkları partilere üye olarak çalıştıklarını, partilerine katkı verdiklerini, değiştirmeye ve etkilemeye çalıştıklarını gördüm, görüyorum... Bu da çok olumlu bir gelişme.

Değiştiremeyeceğimiz hiç birşeyin parçası olamayız.

Türkiye'yi değiştirmek istiyorsak, değiştireceğine inandığımız siyasi partiye üye olup, hem kendimizi hem de o siyasi hareketi değiştirerek, eleştirerek, büyüterek ve birleşerek daha çok çalışmamız gerekiyor.

Bu daha başlangıç mücadeleye devam...

9 Mar 2014

1980’den 2014’e...



Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç 3 Ekim 1980'de, daha darbenin üzerinden bir ay dahi geçmeden, Kenan Evren'e aşağıdaki mektubu yazmış ve Kenan Paşa'ya başarılar dilemişti. Bu mektup aslında içler acısı, talihsiz, kötü bir manzumedir, üzerine çok konuşulmuştur tekrar etmeyeceğim, metin kendini kendisini anlatıyor. Ama 30 yıl sonra, 2014'e geldiğimizde günümüzün Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un, cemaat liderinin huzuruna, ABD'ye gidip görüştüğü haberleri paylasilinca bu metin hafızamda canlandı.

Vehbi Koç'un, bütün varını yoğunu borçlu olduğu Türkiye Cumhuriyet'ine en kanlı darbeyi yapan Kenan Paşa'sına methiyeler düzmesi, biat etmesi ile, Mustafa Koç'un onbir yıldır AKP ile bu ülkeyi beraber yöneten ve 17 Aralık 2013'den beri kanlı-bıçaklı olan Fetullah Gülen'e babası gibi "saygılarını sunması" arasında ne fark var?

Belki babası gibi "Komünist Parti'nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini" jurnallememiştir ama Gezi'de direnişçilere kapılarını açan Divan Oteli'nin sahibi olarak gösterdiği davranışla taban tabana zıt bir harekettir yaptığı.

Ama kendi içinde tutarlıdır. Sermaye kendini korumak için her kılığa girer.

Jose Marti'nin bir sözü vardır. "Efendi değiştirmek, özgür olmak demek değildir"

Sermayenin ve yarattığı, sürüklediği tehlikenin farkındamısınız?

---
 

"Emrinize amadeyim"

3 Ekim 1980
Vehbi Koç, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı
"Sayın Kenan Evren,
Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatı teçhiz edecek ve onu kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır.
İşçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bazı sendikaların Türk Devleti'ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır.
DİSK'in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.
Komünist Parti'nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir. Zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim."
 

3 Eyl 2013

SEÇSİS ve COBIT



Dünyada ve Türkiye’de 1990’lı yılların sonları, 2000’li yılların başlarında yaşanan, Bilgi Sistemleri’nin kötü niyetli kullanımları sonucu ortaya çıkan bazı skandallar (Enron, WorldCom, vb.), Bilgi Sistemleri Denetimini önemli bir konu haline getirmiştir. Türkiye’de de finans sektöründe ve özellikle bankalarda yaşanan bir takım sorunlar sonrası tüm bankaların çeşitli açılardan denetlenmesi kararlaştırılmıştır. Bu nedenle resmi bir kuruluş olan BDDK (Bankalararası Düzenleme ve Denetleme Kurulu) kurulmuştur.

Bankaları gerek finansal gerekse bilgi sistemleri açısından denetleme yetkisine sahip olan BDDK, yayınlamış olduğu “Bankalarda Bilgi Sistemleri Yönetiminde Esas Alınacak İlkelere İlişkin Tebliğ” içerisinde, tüm bankaların Bilgi Sistemlerinin kontrol altına alınması ve denetlenmesi için kullanılacak çeşitli ilkeleri tanımlamıştır. Bu ilkeler hazırlanırken, özellikle iç kontrollerin oluşturulması ve takibine ilişkin olarak, ISACA (Information Systems Audit and Control Association – Bilgi Sistemleri Denetim ve Kontrol Birliği) adlı uluslarası bir meslek kuruluşunun geliştirdiği, bilgi sistemlerine ilişkin kontrolün sağlanmasına yönelik yöntemlerin belirlendiği COBIT çerçevesi temel alınmıştır.

COBIT (Control Objectives for Information and Related Technology – Bilgi ve İlgili Teknoloji İçin Kontrol Hedefleri) bilgi ve ilgili teknolojik bileşenleri kontrol altına alabilmek için kapsamlı bir süreç çerçevesi sunmaktadır. Bu çerçeve tanımlanırken Bilgi Sistemleri tarafından gerçekleştirilen farklı işler göz önünde bulundurularak, kapsam olabildiğince geniş tutulmuştur. Yıllar yılı bir çok uzmanın katkısıyla gelişen COBIT’in en son yayınlanan versiyonu COBIT 5’dir. COBIT 5 içerisinde tanımlanan 37 süreç ile, baştan sona Bilgi Sistemleri kontrol altına alınmaktadır.

Bilgi Sistemleri yönetimine ilişkin genel kontroller dışında, COBIT içerisinde uygulamalara ilişkin kontroller de yer almaktadır. BDDK tarafından da, bankalarda yer alan kritik uygulamaların kontrol altına alınabilmesi amacı ile kullanılmakta olan bu uygulama kontrolleri en temel olarak aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Veri oluşturma/yetkilendirme kontrolleri: Sadece yetkilendirilmiş personelin, daha önceden belirlenmiş bir şekilde verileri toplaması/hazırlaması sağlanır. Veri oluşturma sürecinde meydana gelebilecek hataların ve düzensizliklerin tespit edilmesi hedeflenir.

Girdi kontrolleri: Yalnızca yetkilendirilmiş personelin, belirlenmiş kaynaklar aracılığı ile tanımlanmış yöntemleri kullanarak veri girişi yapılabilmesi sağlanır. Hatalı girilen verilerin belirlenmesi ve hataların gecikmeksizin düzeltilmesi hedeflenir.

Doğruluk, bütünlük ve aslına uygunluk kontrolleri: Yetkilendirilmiş personel veya sistem tarafından üretilen, ya da arayüzlerden işlenmek üzere girilen verilerin doğruluk, bütünlük ve aslına uygunluğa ilişkin çeşitli kontrollere tabi tutulması sağlanır. Hatalı olduğu belirlenen verilerin düzeltilmesini ve tekrar işleme alınması hedeflenir.

Veri işleme kontrolleri: Sisteme girilen verilerin, doğru bir şekilde işlenip işlenmediğinin doğrulanması sağlanır. Bu kontroller ayrıca, çalıştırmadan çalıştırmaya kontrol toplamları ve esas dosya güncelleme kontrolleri gibi yeterli güncelleme kontrollerinin varlığını da temin eder. Veri işleme sırasında belirlenebilecek hatalı hareketlerin ve diğer geçerli hareketleri kesintiye uğratması engellenir.

Çıktı kontrolleri: Uygulamaların, sadece yetkilendirilmiş personel tarafından belirlenen yöntemler aracılığıyla çıktılar sağlaması hedeflenir. Çıktıların muhafazasına ve dağıtımına yönelik gizlilik ve güvenlik gereksinimleri tanımlanır ve bu doğrultuda çalışılması sağlanır. Denetim izleri, hareketlere ilişkin işlemlerin takip edilmesini ve sorunlu verilerle ilgili mutabakat sağlanmasını kolaylaştırır.

Verilerin (hareketlerin) aslına uygunluğu ve bütünlüğü yönelik kontroller: Verinin uygulama (ve/veya kurum) dışına çıkartılması öncesi, verinin aslına uygunluğunun ve bütünlüğünün kontrol edilmesi sağlanır. Hassas bilginin, iletim ve nakil esnasında, yetkisiz erişim, değişiklik ve yanlış yönlendirmeye karşı uygun bir biçimde korunması hedeflenir.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız uygulama kontrolleri Seçsis için aşağıdaki sorulara cevap bulunmasını sağlayacaktır:

Seçsis’e girilecek veriler, doğru biçimde, yetkili kişiler tarafından hazırlanıyor mu?
Seçsis’e veri girişi, sadece yetkili personel tarafından tanımlanan yöntemler ile gerçekleştiriliyor mu?
Seçsis’e verilerin girişi sonrası, verilerin doğruluğu, aslına uygunluğu kontrol ediliyor mu?
Seçsis’e girilen verileri, uygulama doğru bir şekilde işliyor (örneğin doğru bir şekilde topluyor) ve raporluyor mu?
Seçsis üzerinde gerçekleştirilen tüm işlemler kayıt altına alınıp, izlenebiliyor mu? Sadece yetkili kişilerin, “görevlerin ayrılığı” ilkesine uygun bir şekilde uygulamaya kısıtlı olarak erişimleri sağlanabiliyor mu?
Seçsis’e girilen veriler, iletim, nakil ve saklama esnasında, yetkisiz erişim, değişiklik ve yanlış yönlendirmeye karşı uygun bir biçimde korunuyor mu?

Türkiye’de yer alan tüm bankalar, BDDK tarafından yayınlamış tebliğ doğrultusunda, “varlıklarının korunmasını, faaliyetlerinin etkin ve verimli bir şekilde Kanuna ve ilgili diğer mevzuata, banka içi politika ve kurallara ve bankacılık teamüllerine uygun olarak yürütülmesini, muhasebe ve finansal raporlama sistemlerinin güvenilirliğini, bütünlüğünü ve bilgilerin zamanında elde edilebilirliğini sağlamak üzere” bilgi sistemlerine ilişkin iç kontrolleri (genel kontroller ve uygulama kontrolleri) oluşturmak ve takip etmek zorundadırlar.

Yönetmelikte ifade edilen iç kontrol faaliyetlerinin bir parçası olarak, bilgi sistemleri kontrollerinin etkinliğinin, yeterliliğinin ve uygunluğunun yanı sıra kontrol ile hedeflenen risk ya da risklerin etkisini azaltmaya yönelik performansı devamlı bir şekilde takip edilir ve değerlendirilir. Değerlendirme neticesinde tespit edilen önemli kontrol eksikleri üst yönetim ya da ilgili komitelere raporlanır ve gerekli tedbirlerin alınması sağlanır. BDDK, bankaların tebliğe uygun bir şekilde hareket edip etmedikleri denetlemek için yetkilendirdiği/lisansladığı denetim firmalarından yararlanmaktadır.

Bu sayede BDDK, geçmişte yaşanan “çifte kayıt skandalı” olarak da bilinen skandalların önüne geçmeyi hedeflemektedir. Hatırlanacağı üzere, 3 Temmuz 2003 tarihinde BDDK tarafından İmar Bankası’na el konulmuş ve banka TMSF’ye (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) devredilmişti. Yapılan incelemelerde, İmar Bankası’nda biri resmi, diğeri gizli çifte hesap sistemi kullanıldığı ortaya çıkarılmıştı.

Benzeri bir yapılanmanın mevcut seçim sistemi için de uygulanması mümkün görünmektedir. Yüksek Seçim Kurulu kararıyla oluşturulacak resmi bir kuruluşun, seçim sistemi kapsamında baştan sona tüm BT süreçlerini ve ilgili uygulamaları kontrol altına alması yukarıda kısaca özetlediğimiz iç kontrollerin oluşturulmasını ve takip edilmesini sağlaması mümkündür. Bu konuda yetkilendirilmiş bağımsız BT denetim firmalarının denetimleri gerçekleştirmesi ve denetim sonuçlarının YSK ile tüm siyasi parti yetkililerine gönderilmesi, seçim sistemine ilişkin soru işaretlerinin giderilmesini sağlayacaktır.

Derleyen: Gönüllü bilişim dostları adına Cüneyt Göksu


7 Tem 2013

Süngünün Hangi Tarafı?


Süngünün Hangi Tarafı?


Bir fotoğraf binlerce sözcüğe bedeldir!

Bu fotoğraf kümesinin sol tarafında, ABD’nin Vietnam savaşı sırasında, topyekün gerçekleşen protesto gösterilerinde polise ve askere sunulan karanfiller, sağ tarafında da Haziran Direnişi sırasında polise uzatılan karanfiller var.

Süngünün “sol” tarafında devletin silahlı güçleri, “sağ” tarafta halk var.

1960’larda ABD’de yapılan bu gösteriler sırasında süngünün “sağ” tarafında olan halkın, özellikle de gençlerin içinde iki isim var. William J. Clinton, yani Bill Clinton ve Barack Obama. O dönemde protestolara aktif destek veren bu iki genç yıllar sonra ABD’nin başkanı oldular. Seçim kampanyaları sırasında 1960’larda ki protestolara verdikleri aktif desteği, net olarak dillendiremediler ama ABD basını özellikle de Cumhuriyet’çi kesim bunu, sanki suç işlemişler gibi, karşı kampanya da kullandılar. Sonuç olarak o zamanın protestocuları, ülkelerinin başkanı olabildi. Buraya iki link ekliyorum.

Clinton hakkındaki link : http://www.youtube.com/watch?v=gU7JRszfjiE


Gelelim ülkemize. Vietnam savaşı dönemini temel alırsak o dönemde genç olup da, ABD’deki gibi süngünün “sağ” tarafında olan, hem Vietnam Savaşına karşı çıkan, hem de ülkemizdeki özgürlük, tam bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine destek veren, liderlik yapan gençlere ne oldu?

Ne oldu üç Fidan’a, o öğrenci liderlerine, öncülere? İdam edildiler!

Peki bugün devleti yöneten kadrolar, Deniz’ler, 6. Filo’yu denize dökerken ne yapıyorlardı?

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyan Deniz Gezmiş ve arkadaşları, “6. Filo Defol” eylemi yaparken aynı üniversitenin İktisat Fakültesinde okuyan ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) üyesi Abdullah Gül ve arkadaşları tam da süngünün “sol” tarafında duruyorlardı.


Bakın o kadro’da kimler var: Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin, Cemil Çiçek, Beşir Atalay, Abdülkadir Aksu, Hüseyin Çelik, Ahmet Davutoğlu, Numan Kurtulmuş, Fehmi Koru, Abdurrahman Dilipak, Osman Pepe, Necati Çetinkaya, Kadir Topbaş...

ABD protestoların içinden yıllar sonra iki başkan çıkardı, Türkiye’de ise o dönemin liderleri öldürüldü ve süngüyü tutanlarla birlikte olan kadrolar bügün ülkemizi yönetiyorlar.

Haziran Direnişi 1960’larda ki gibi, kendine özel tarzı ve söylemi ile liderlerini çıkartacak, kollektif aklını oluşturarak, Türkiye’nin gelecekteki, aydınlıktan, demokrasiden, özgürlükten, tam bağımsızlıktan yana olan, ilerici kadrosunu oluşturacaktır.

Bugün de 1960’lardaki gibi süngünün solunda ve sağında olan cepheler, süngüyü halka karşı tutanlar ve süngüye karanfil uzatanlar bellidir.


Süngüye kafa tutan, karanfil uzatanlara bin selam olsun!

30 Haz 2013

Haziran Direniş Ruhu üzerine karşı tartışmalar.



Gezi Parkı ile başlayan ve daha sonra Haziran Direnişi'ne evrilen hareketin hükümete karşı bir darbe girişimi olduğundan, dış mihrakların bir kışkırtması olduğuna kadar türlü çeşit teori havada hala geziyor. Benim gibi onlarca arkadaşımdan, dostumdan biliyorum ki, bu direnişe ilk günden beri destek verilirken, kimse bize para ne para teklif etti, ne elimize bayrak veya flamayı zorla tutuşturup meydanlara gönderdiler, hiç bir propogandanın öznesi olarak da orada bulunulmadı. Çoğunluk vicdanının sesini dinledi.

Geçtiğimiz bir ay, uzuvlarını kaybetmiş, yaralanmış, işkence görmüş, öldürülmüş insanlarımız dışında herkes için zihinlerin açıldığı olumlu ve tarihi bir nokta yaşandı. HALK, türlü provokasyonlara, basının kısıtlamalarına ve kışkırtmalarına, iktidarın sert tutumuna rağmen, baskılara karşı sözünü söyleme ve direnme ortamını yakalamış, bir sürü yaratıcı eylem ve söylemle de bunu ileriye taşımış, şimdilerde de parklarda kurulan forumlarda özgürce tartışma olanağı buluyor. İstendiği kadar kirletilmeye çalışılsın, gerçek olan, katılımcı demokrasinin, hiç bir liderlikle sunulmadığı örneği yaşanıyor. Bütün siyasi özneler ve bu hareketin bizzat kendisi de bu süreci yeni bir muhalefet süreci ya da iktidar alternatifi yapmak için elinden geleni yapıyor.

Bu çalışmalara topyekün ve cepheden karşı duran tek örgüt AKP!

Özellikle Gezi Parkı polis tarafından derdest edildikten sonraki süreçte birebir yaşadıklarımdan, içinde bulunduğum tartışmalardan, özellikle de AKP cephesi ile yaptığım yoğun sözlü, yazılı tartışmalardan edindiğim izlenimlerim oldu. Bunları derleyip toparlayıp özetleyerek paylaşma gereği duydum.

Bu süreçte keskin iki cephe var:
AKP'ye/Başbakan'a oy verenler ve AKP-Karşıtları.

Bunun dışında ki cepheleşme tariflerinin hepsinin şimdilik sanal ve meselenin özünü karartıcı olduğunu düşünüyorum. AKP karşıtlığını, AKP'ye karşı bir sivil darbe girişimi olarak yorumlayan ve okuyan çok fazla AKP'li ile tanıştım ve tartıştım. Geçmişte askeri darbeyi bahane ederek mağdur olduklarını söyleyenler şimdi yoğun olarak yapılan demokratik hak taleplerini "sivil darbe girişimi" olarak yorumluyor. Bu arkadaşlar, Başbakan'ın ayrıştırıcı, ötekileştirici üslubunu açık seçik eleştirmek, yanlış demek yerine bir iki argüman üzerinden yenmek/yenilmek ve geçmişin rövanşı üzerine tartışma yapıyorlar.

Birkaç tespit:
1) Ethem'in öldürülmesinde, ölenin bir "insan" olduğunu unutup, "su testisi su yolunda kırılır" gibi yorum yapıldığını kulaklarımla duydum, şaşkınlık içindeydim. Bu cümle üzerine tartışma kesildi, sözün bittiği yerdi.
2) Kalpaklı Atatürk Fotoğrafı ve Türk Bayrağı'nın bir arada kullanılmasını "faşist"likle suçlayan, bu kullanım şeklinin Bayrak Kanunu'na aykırı olduğunu, cezalandırılması gerektiğini savunan tartışmaların içinde buldum kendimi. Keskin bir dille Türk Bayrağı ve Atatürk'ü bu şekilde kullananlar için 2893 nolu kanununun işletilmesini, TCK 526'ya göre ceza verilmesini istiyorlardı.
3) Cami olayının özünün, polisten kaçan insanların bir kamu alanı olan Camiye sığınmalarını, buradaki caminin kullanılma şeklinin, ne din karşıtlığı, ne de vandallıkla alakası olmayıp, sığınma ve kurtulma refleksi olduğunu görmezden gelip, ısrarla içki içildi, kırıldı döküldü diyerek buradan hareketi önemsizleştirme çabalarını gördüm. Bu başlık en yoğun istismar başlığı idi.
4) Bu hareketin içinde yer alan sosyalistleri küçümseyen, sosyalistlerin yurtseverlik, halkların kardeşliği, sosyalizmin bir alternatif olduğunu çok yüksek sesle dillendirmelerini göz ardı edip, "marjinal gruplar" diye son derece içi boş bir eleştiri getirmelerine şahit oldum.
5) "Benim Polisim", "Benim Vatandaşım", "Onlar", "Çapulcular", "Taksime Gelen Teröristdir" gibi %100'ün Başbakanı olması gereken birinin bu söylemler üstünden, üst perdeden ayrımcılık olarak yorumlanabilecek bir dil kullanmasın hiç ses çıkarmadıklarını bu ayrımcı dile rıza gösterebildiklerini gördüm, okudum, tartıştım.
6) Polis'in yaptığı derdest öncesi alanda herkesin bayraklar, parti flamaları, sloganlar ile gelmesinin, halayların, türkülerin, marşların bir arada söylenmesinin yarattığı müthiş renkli ve kardeşlik ortamını ısrarla, "terörize" ettiklerini gördüm. 1980 darbecilerinin yaptığı gibi, Atatürk'ü kullanarak, alanda sadece Türk Bayrağı ve Atatürk posterlerinin bulunmasının gerektiğini bunun dışındaki bütün temsillerin “terörizm” olduğunu savunanları gördüm.

Haziran Direnişi'ne topyekün karşı olan veya oldurulanlar, AKP ve Başbakan’in politikalarını, davranışlarını neredeyse koşulsuz kabul ediyor, toz kondurmuyorlar, eleştirmiyor veya eleştiremiyorlar. Haziran Direnişi'nin kökünde HALK olduğu için, eleştiriyi de münferit olayların üstüne gitmek üzerinden yürüttüklerinden, karşı tezle direkt yükleneceği bir parti, ideoloji vb bir özne bulmakta çok zorlanıyorlar, çünkü yok!

Başbakan'ı neredeyse koşulsuz savunanlara karşı aşağıdaki cümleyi söyleyip durdum.

“Eleştiremediğin hiçbirşeyin parçası olamazsın, sadece ait olursun. Eleştiri getiremeden, tartışamadan içinde bulundugun hareketin sonu fanatizime varır, insanlıktan çıkartır"

Demokrasiyi bir amaç değil araç olarak gördüğünü söyleyen bir Başbakan tarafından temsil edildiğimizi her hatırladıklarında, inançlarını, ideolojilerini bir kenara koyup, insan olarak kendilerini sorgulamalarını diledim. 

Direnenlere, insan kalabilenlere bin selam!

16 Haz 2013

Unutmayacağız!...



Dün Deccal ve Faşizm kolkola İstanbul ve Türkiye'yi dolaştı.
İçimizden geçti.
Gaz oldu, Su oldu, Cop oldu, Küfür oldu.
Aşağıladılar bizi.

Baskıyı, Acıyı ve Acımasızlığı iliklerimize kadar hissettik.
Kurum olarak, kişi olarak işbirlikçileri gördük, asla unutmayacağız.
Korktular Gezi Park'ındaki Kütüphane'lerden, o koli koli bedava dağıtılan kitaplardan, bostandan, bedava dağıtılan yemeklerden ve en önemlisi dayanışma kültüründen, aydınlıktan, insandan, beraber söylenen şarkılardan ve gençlikten korktular.

Unutmayacağız!
Madımak'ı, Maraş'ı, 78 Taksim'i ve daha sayısız haksızlığı ve vahşeti unutmadığımız gibi bugünü de unutmayacağız.

Biz yeniden bir araya geleceğiz ama siz, varsa eğer, o kapkaranlık vicdanınızla yapayalnız kalacaksınız!...

14 Haz 2013

Taksim! Unexpurgated…



Why I choose this title?


Because from the very first day of Taksim Gezi Park Resistance, local mass media with a few exceptions ignored this social movement. We, the protestors and freelance journalists, used social media to be heard and seen.

This is the most significant social resistance to the existing government since it’s elected. Most of the opposition movement is joined together for the first time as a whole and united for a single goal!

What’s this goal?

The goal is to be seen, heard and respected by the government. They would like to be seen as interlocutor?

It’s started to react for a demolishment project in Taksim Square. It was a very unique, peaceful protest. People established a camp inside the park and wanted to be heard, just wanted to be heard, seen and respected. Then, one night police forces attacked those peaceful protestors as they are enemies. Even in a war zone, civilians are respected but police did not allow them to exist and used tear gas unfairly with extreme power. Destroyed those peaceful protesters.
Police started the fire with no mercy!

Then we reached today!

Millions of people, all over Turkey are protesting as a whole and united in several cities. Even the most tough football fans from different teams are united and actively participating the resistance.
There is no leadership here. So many political parties are on the ground but none of them is leading the movement. So many people with different views are represented such as religious people, nationalists, Turkish, Kurdish, socialists, Gay&Lezbiens, Students, Middle Class, Working Class, etc. etc…

We’re protesting what?

We started to protest Gezi Park Project as a whole but today it’s more than that. All those people are protesting Prime Minister for his rude and haughty wording.

We’re protesting the brutal act of police. They’re not only using tear gas but unfortunately they’re targeting it to the people randomly to the head! Why police used tear gas for a place that people may panic and crush each other? Why they’re abusing people instead of trying to negotiate ?

We’re protesting the Minister of Interior and Istanbul Governor since they do discrimination to people who’re killed in those movements. For Instance they call the policeman who killed himself accidentally as “My Policeman” but they call the young boys who are killed by police as “Those boys”. This is a direct discrimination of the people of Turkey. We think those who are killed in this movement are all “brothers or sisters” no matter who they’re… activist or policeman.

Prime Minister, returned to home from overseas trip and he was waving to his supports who are shouting as “Yol ver gidelim, Taksim'i ezelim” means (Let us go, let’s wipe out Taksim!) .

The root cause of the all issue is Prime Minister’s haughty and arrogant attitude and unfortunately the expected solution  should come from him as well since he is the absolute authority.

In a democracy, the future of a society or a resolution of an issue should not be in hands of a single man.

If that happens we cannot call this as a democracy!

12 Haz 2013

Haziran Direnişi'nde bir kırılma 11 Haziran!



Değerli Arkadaşlarım, Dostlarım

11 Haziran gündüz başlayan, akşamı ve gecesi devam eden olaylar, Haziran Direnişi'nin yeni bir boyutu olarak hafızalarımıza kazındı.

11 Haziran öncesinde, Başbakan'ın Afrika dönüşü verdiği demeçler, yorumlar, son derece insanları
birbirine düşman edercesine olan üslubu ve değerlendirmeleri, bazı konularda doğru söylemiyor olması sonucunda ne yazık ki beklenen polis müdehalesi dün geldi. Belki önümüzdeki saatlerde, günlerde daha da serti gelecek.

11 Haziran günü yeni bir kırılma oldu bu direniş için. Ulusal Medya uzun zamandır zaten gerçek olmayan bir çok olayı gerçekmiş gibi yansıtıyor ama daha da aşırı olanı, bu polis girişiminde polisle eş güdüm çalıştı. Son derece yanlı yayın yaptı. Gazetecilik mesleğinin saygınlığını bitirdiler.
Yurt dışındaki yabanı dostlarım, meslektaşlarım dahi, CNN International'da yaşanan "Show is Over" olayı üzerine mesajlar atıp gerçekleri sordular. Bunlar bilinen ve zaten hepinizin takip ettiği gerçekler.

Ben asıl o gece neler olduğuna, yaşandığına biraz daha odaklanacağım.

O gün Vali ne dedi?
"Gezi Parkı'na bir müdahale yapılmayacak ve polis buraya girmeyecek" dedi.
O'na çok da inanmamıştık ve ne yazık ki Devlet'in temsilcisi yine bizi yanıltmadı. HALK'a yalan
söylediler.

Gezi'de yaratılan bu direniş, dayanışma, birlikte yaşama duyulan saygı, sevgi ve mücadele ruhu iktidarı korkuttu. Çünkü Türkiye tarihinde yaşanan nice direnişlerde dahi bu kadar zengin bir HALK katılımı olmamıştı. Hiç bir direniş bu kadar çeşitlilikte kitlesel olarak desteklenmemişti. HALK, muhalefetin yapamadığını yapmış ve kendi demokratik taleplerini 10 gündür barış içinde dile getiriyordu. 10 gün boyunca bir tane polisin olmadığı ortamda, iki tane büyük miting yapılmış, kimsenin burnu bile kanamamıştı. HALK, 1 Mayıs yapılamaz denilen meydanın her köşesini doldurmuş ve söyleyeceğini söylemişti, kavgasız, gürültüsüz.

Devletin, direnişin merkezi olan Gezi'yi dağıtmaya çalışmasının sebebi çok açıktı.
Burası direnişin kalbi, ruhu ve beynidir. Marjinal denen birşey yoktur. Tanıdığım her meslekten,
sınıftan, farklı ideoloji ve dünya görüşünden onlarca dostlarım, arkadaşlarım, ailem Gezi Ruhu için
destek veriyorsak biz HALK olduğumuz için destek veriyoruz. Marjinal olduğu söylenenler, Gezi'nin
demokratik ortamında absorbe ediliyorlardı. On gün boyunca burada tek bir olay olmadı ama çok şey
öğrenildi, yaşandı, denendi ve biriktirildi.

Gelelim dün geceye! Çünkü dün gece de Türkiye Medyası tarafından bir utanç gecesi yaşandı.
Saldırmayacak, girmeyecek denen polis, sürekli Gaz atarak kitleyi huzursuz, rahatsız etti. Son derece
organize olan gençlerin tek derdi, polisin bu şiddetini içeri yansıtmamak, gaz kapsüllerini yakalayıp
geri atmak veya su bidonlarına sokmaktan ibaretti. Ne molotof, Ne Silah... Buna rağmen onlarca insan yaralandı, solunum zorluğu çekti. Gezi Reviri doktorları, gönüllüleri, seyyar sedyelerle hemen bu kardeşleri önce revire, oradan da direnişin başından beri destek veren Divan'a taşıdılar. Divan
Oteli'nin 2 katı revir olmuş, onlarca doktor ve AKUT tıbbi destek veriyor. Divan dinlenmek isteyenlere resepsiyonunu açmış, tuvaletleri ve Internet'i açmış. Ana girişe gelen ambulanslara revirden veya Divan'dan gelen gençler aktarılıyordu.

Park'a yapılan her gaz atağında, kitle geri çekiliyor sonra hemen alana geri dönüyordu, disiplinli,
yardımsever. Zaman zaman sahneden, gaz atıldığında nasıl davranılacağı konusunda bilgilendirme geliyor, şarkılar söylenerek moral depolanıyordu. Yorulanlar maskelerini, kasklarını ve eldivenlerini bir başka arkadaşına veriyor ve döngü sürüyordu. Hep altını çiziyorum. Bu gençlerin tek derdi Parkı korumak, Polise saldırmak değil.

İşin özü, Gezi Parkı ve yaratılan direniş ve dayanışma ruhudur. Bunu başaran genç akıldır,
yardımseverlik ve hoşgörüdür. Gezi Parkı'nın ötesinde patlayan ve gelişen bütün olaylar, İktidara
biriken gerilimin çatlaması ve topluma yayılarak bir HALK hareketine dönmesidir. HALK'ın taleplerinin, yapılmasını bırak, dinlenmediğinin, yalan söylenmesinin tepkisidir. Başbakanın ısrarla kullandığı sert ve kışkırtıcı üslüpla zirve yapmıştır ne yazık ki.

Son bir söz daha. Alanda asılan flama, bayrak, afişler lütfen kimseyi rahatsız etmesin. Polis
indirmeden önce AKM'de asılı flamalara bir bakın. Orada Türkiye'yi göreceksiniz.

"Boyun Eğme" pankartının bir yanında ki Türk Bayrağı, diğer yanındaki Atatürk Posteri, Bir uçta Deniz Gezmiş, hemen yanında Çarşı, partiler, sendikalar, dernekler... Ben bu tabloya baktığımda, tek renkli olmayan, çok renkli güzel ülkemin bir arada yaşamak konusunda ısrar eden insanlarını gördüm hep. Eğer burada eksik varsa, bu direnişin adaletli taleplerine neden destek vermediklerini ve o flamaların arasında yer almadıklarını düşünmelidir.

Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşama isteğinden hiç vazgeçmeyelim.

Sevgiler,
Cuneyt Goksu

Fotoğraf : Ali Öz

8 Haz 2013

Sansürsüz Taksim



Geçtiğimiz bir haftanın üzerine birkaç gözlemimi, yaşadıklarımla, konuştuğum, yazıştığım arkadaşlarımdan edindiklerimle birleştirip kaleme almak istedim.

Gezi Parkı Eylemini, bu son derece barışçıl olarak başlamış, çadırların kanunsuzca yakılmasıyla da, bütün yurda yayılmış hareketi geldiği an itibarıyla, daha çok özgürleşme talebi, daha çok demokratikleşme, sesini duyurabilme ve iktidarla mücadele hareketi olarak tanımlıyorum. 68'lilerin, 78'lilerin hikayesi vardı. Bu hareket de bu gençliğin, 90'lıların hikayesi oldu.

Bu hareketin kökünde güç aldığı yer, barıştan ve hoşgörüden yana olması, dayanışması, şiddetten uzakta kalması ama kendini savunması gerektiğinde de bunu yapabilecek iradeyi ortaya koyarak birlikte hareket etmesi ve bir arada durabilmesidir. Kollektif zekanın en güzel örnekleri görülmektedir. Alanda, hoşgörü, gülümseme, yardımlaşma ve ortaklaşma vardır. Kütüphane, Revir, Lokanta, Bostan ve kimbilir daha ne ortak kullanım alanları da olacaktır.

Saymakla bitmeyecek onlarca olumluluk yanında, bence hareketin zayıf halkası, hala örgütlenebilme konusunda zayıf kalmasıdır. Buradaki örgütlenmeden kastım siyasi olarak örgütlenmektir. Bunun için henüz erken olduğu kadar bir o kadar da geç olabilir çünkü karşımızdaki iktidar bloğu bizden siyasi olarak daha örgütlü durumdadır. Bir siyasi örgütlenmenin gerekliliği ve gereksizliği de tartışıla gelen bir durum olsa da ben kişisel olarak bunun zamanı geldiğinde olması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin Devlet Bakanı Egemen Bağış, gelin sandıkta hesaplaşalım diye demeç vermiştir, harekete siyasi olarak meydan okumaktadır.

İktidarın bu hareketi zayıflatmak için tek şansı bölmek, insanların kafasına kuşku sokmak, acaba diye sordurmak, ne oluyoruz veya ne olacağız diye motivasyonu düşürmektir. Bölmenin yolu, hareketi bir arada tutan güç aldığı yerlere müdehale etmektir.

Son günlerdeki önemli bir diğer tartışma ise alanda partilerin, derneklerin, sendikaların bulunması ve bulunmaması üzerine yapılıyor. Herhangi bir partiye, sendikaya üye olsun veya olmasın, herhangi bir dernek, DKÖ, STK ile gelsin gelmesin kendini burada ifade etmek isteyen herkes burada ise, dahil oldukları hareketlerin de burada temsil edilmesi normaldir. Türkiye'de bu harekete ait olduğunu
düşünen istisnasız bütün öznelerin burada masa kurup, nöbet tutup temsil ediliyor olması gerekir.

Burada olmak isteyen bütün sendikaların, meslek örgütlerinin, yapabiliyorlarsa üniversitelerin, özel şirketlerin, basının, spor klüplerinin, taraftar gruplarının aklınıza kim geliyorsa burada olması, çoğalması iyi birşeydir.  Kendini hiç bir siyasi özneye yakın hissetmeyen de, bir siyasi harekete dahil olan da buradadır ve bir arada durmalı, mücadeleyi birlikte, barış içinde sürdürmesi önemlidir.
Kimse kimseye zorla bir flama tutuşturamaz, slogan attıramaz. Örgütlü hareket edenler olduğu gibi, işinden evinden çıkıp gelen, kandil simiti dağıtan, su servisi yapan, kardeşlerimiz, annelerimiz var burada. Hepimizin dayanışma üstüne onlarca hikayesi oldu.

Birbirimizle bunları paylaşırken heyecanlanıyoruz ve bu bizi daha fazla birbirimize yakınlaştırıyor. Örgütlülerde, örgütsüzlerde birbirlerine saygı göstermek durumunda ve zaten olan budur, özlenen de budur.

Bu alanda henüz bir liderlik yoktur. Ama bir temsiliyet ve ortak akıl da gelişmektedir ve gelişmelidir de. Karşımızda siyasi bir güç vardır ve buradan bir muhalefet bloğu çıkacaksa veya siyasi olarak mücadele kanalı açılacaksa bu alanda bulunan, destek veren herkesin içinde olacağı, sözünün geçebileceği bir yapılanma olabilir. Hiç bir platormda olamayacak kadar, geniş katılımlı bir
muhalafet ve tartışma alanıdır burası. İktidarın, muhattap alacağı bir ortak akıl türetilmeli, siyasi bir özne olarak zaman içinde yer bulmalıdır. İşte iktidarın en korktuğu yer burasıdır ve müdahele edeceği yer de burası olacaktır.

Bu mücadele herkesi, hepimizi eğitiyor, aynı karenin içinde olmayan bir çok özne bu fotoğrafta yer alıyor. Birbirimizi daha çok anlayarak, zenginleşerek ve bir arada kalarak kazanabiliriz diye düşünüyorum.

Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine.

10 May 2013

Biber Gazı ve Etkileri




Biber gazı, solancea familyasından Capsicumannum ya da Capsicum frutescens’den elde edilen Şili biberi adlı kırmızı biberin ya da acı Arnavut biberinin ekstraksiyon işlemine tabi tutulması sonucu elde edilen bir yağdır. Suda çözünmez, alkol, eter ve kloroform gibi organik çözücülerde çözünür. Daha sonra bu çözücü uçurulur ve geriye kalan mum benzeri maddeye “Oleoresincapsicum” denir. Bu ekstrat içerisinde değişken konsantrasyonlarda pek çok farklı doğal bileşik bulunmaktadır. En yoğun olarak bulunan, Capsaicin (8-methyl-vanilyl-6-nonenamide) maddesidir. “Oleoresin” terimi de, ekstrakte edilen bitkiye özgü esansiyel yağları ve reçineyi tanımlar.

Pahalı bir teknoloji gerektirmekle birlikte, capsaicinoidler sentetik olarak da üretilebilir. Biber gazı yapımında kullanılan biberler, gıda maddesi olarak tüketilmesinin dışında eczacılıkta ve bazı besinlerde lezzet verici olarak kullanılmaktadır.

Bir spreyin etkinliğini etkileyebilecek en az üç etken vardır.

·       Kullanılan biber gazı spreyinin konsantrasyonu veya yakıcılık
değeri; ürün üzerinde yazan yüzde OC değeri (%7, %10 vb), kutu içerisinde püskürtücü madde, boya gibi diğer içeriklere göre ne kadar OC bulunduğunu gösterir. Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan bir çalışmada, biber gazı spreylerinde OC konsantrasyonunun %1-10 arasında değiştiği, capsaicin alkaloitlerinin oranlarının ise çok daha az olduğu gösterilmiştir. Scoviller Isı Birimi (Scovillerheatunit, SHU), OC içerisindeki capsaicin miktarına bağlı olup ürünün yakıcılığının bir göstergesidir. Polis tarafından kullanılan spreylerin 0.5 ile 2 milyon SHU arasında olduğu bildirilmektedir. Capsaicinoid konsantrasyonu ise, oleoresincapsicum içerisindeki aktif bileşenlerin (yani, capsaicin, nordihydrocapsaicin ve dihydrocapsaicin) göstergesidir ve ürünün yakıcılığının en tutarlı göstergesidir. Bu konsantrasyon, yüksek performanslı likitkromatografi (HPLC) yöntemi ile ölçülebilir.

 ·       İkinci etken, sprey için kullanılan çözücüdür. Spreylerin çoğu su,
yağ- veya köpük-bazlıdır. Su-bazlı çözücüler daha az toksiktir. Ancak, propilen glikol gibi “anti-friz” maddeler ilave edilse de, soğuk ortamda donma gösterebilmektedir. Hidrofobik çözücü (alkol veya eterbazlısolüsyonlar) kullanıldığında, capsaicinin kornea epitelinden penetrasyonu da daha etkin olmaktadır. Bu nedenle alkol-bazlı (izopropil alkol veya denatüre etanol / propilen glikol gibi) spreylerin özellikle kornea epiteline potansiyel toksik etkileri vardır.

·       Üçüncü etken ise, spreyin püskürtücü gücüdür. Mücadele anında
kullanılan bu gazlar, önerilen mesafeden daha yakından ve 2-3 saniyeden uzun süre püskürtüldüğünde direkt mekanik etki (hidrolik iğne etkisi) ile özellikle göze zarar verebilmektedir.

OC spreyi genellikle yüze doğru sıkılarak karşı tarafın etkisiz hale getirilmesi ve kontrol altına alınması amacıyla kullanılmaktadır. OC
maddesi, “gözyaşı gazı” olarak bilinen diğer kimyasallara [yani,CS gazı (o-chlorobenzyl-idenemalononitrile) ve CN gazı (2-chloroacetophenone)] göre, daha ucuz olması, daha hızlı etki göstermesi ve daha etkili olması gibi “avantajları” nedenleriyle tercih edilmektedir. Cilt reaksiyonları dışında insanlarda CS’nin pek önemli etkileri olmadığı bildirilmekle birlikte bu etkiler ayrıntılı olarak incelenmemiştir. Bununla birlikte etkilerin sadece üst solunum yolları ya da ciltte sınırlı kalmadığı sistemik toksik etkilerin de ortaya çıkabileceği bildirilmektedir.

Göz Yaşartıcı Gazların Etkileri

Göz yaşartıcı gazların en çok bilinen etkileri deri ve mukozalar üzerine iritan etkileridir. Vücuda solunum, cilt ve sindirim yolu ile alınmaktadırlar. Belirtiler, maruziyetten sonra 3-5 saniye içinde başlamakta ve sonraki 15 – 60 dakika içinde yavaş yavaş azalarak kaybolmaktadır, deriden emilip sinir uçlarında biriktiğinden kişinin maddenin etkisinden kurtulması saatler alabilmektedir.

Önemli tıbbi sonuçlara yol açan maruziyetlerin;

a. Etkenin aşırı miktarlarda kullanımı

b. Kapalı bir ortamda uygulanması, uzamış maruziyet ( kişi kaçamamışsa)

c. Dakika solunum sayısının yüksek olması

d. Ağır cilt reaksiyonlarının ısı ve nem oranının yüksek olmasından kaynaklandığı belirtilmiştir.


Erişkinlerde, alışılmışın dışında yüksek doz maruziyetlerinde gecikmiş reaksiyonlara da rastlanabilir. Özellikle de dış ortamlarda kısa süreli ve düşük düzeyli maruziyetler söz konusuysa maruziyetten bir saat sonra başlayan ya da günler sonra ortaya çıkabilecek gecikmiş yanıtlar çok nadirdir. Yapılan çalışmalarda “doğru” kullanımında zararlı etkilerinin geçici olduğu ve sonuçlarının uzun sürmediği iddia edilmekle birlikte yarattıkları klinik tablo ve komplikasyonlar nedeniyle ne kadar güvenilir oldukları ve sağlığa etkileriyle ilgili birçok soru gündeme gelmektedir. Uzun dönem kronik etkileri ile ilgili yeterli bilgi bulunmamakla birlikte, yüksek miktarlarda ve uzamış maruziyetlerde toksik risklerin arttığı ve ölüme yol açabileceği bildirilmiştir.

Her ne kadar bilimsel raporlarda yer almasa da, 90’lı yıllarda gazete haberlerinde polisin kullandığı biber gazına bağlı ölümler bildirilmiştir (Los Angeles Times, 18 Haziran 1995). Ölüme de neden oldukları bilinen gaz bombaları hakkında en son İsrail’de 31 Aralık 2010 tarihinde, (2004 yılındaki 2 ölüm olayına ek olarak), CS’nin neden olduğu bir ölüm olayı daha rapor edilmiştir. Türkiye’de de 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine birden yapılan, 30’u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı operasyonlarda da bilirkişi raporlarına göre öldürücü dozda gaz bombası kullanıldığı ortaya konmuştur. Erişkinde CN maruziyetine bağlı olabilecek ölüm vakası da bildirilmiştir. Capsaicin ve capsaicinoidler, öncelikle solunum sistemine etkili (bronkospazm, solunum arresti ve akciğer ödemi, gibi) olsa da, hipertansiyon krizi ve hipotermiye de yol açabilmektedir. Bu gazlar özellikle yakından ve yoğun maruziyette, solunum sistemi üzerinde ciddi ve yaşamı tehdit edici olumsuz etkilere yol açmaktadır. Özellikle alerjik bünyeli kişiler, astım, KOAH ve benzeri solunum sistemi hastaları ile kalp hastaları tarafından solunması halinde ağır tablolar ortaya çıkabilmektedir. 1 Mayıs 2007’de yaşanan olaylarda polisin Taksim-Gülleci Sokakta attığı gaz bombası, bir kahvehanenin önünde oturan 75 yaşındaki İbrahim Sevindik’in fenalaşmasına ve kalbinin durmasına neden olmuş ve bu kişi tüm çabalara rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir. Son olarak 31.05.2011 tarihinde Hopa’da Metin Lokumcu’nun ölümü, 12.06.2011 tarihinde Batman’da gazdan etkilenen Hatice İdin’in 30.06.2011 tarihinde ölümü, 01.06.2012 Yalova’da Çayan Birben’in ölümü ile sonuçlanan olaylarda yoğun gaz kullanımı izlenmiştir.