Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kas 2015

Oscar Valdes ve Diakara performing @ La Zorra y La Cueva



Bu yıl, 2015 Eylül'de, yaptığımız Küba seyahatinde, Havana'da ki akşamlardan birinde, La Rampa caddesindeki "La Zorra y La Cueva" isimli Jazz Bar'a gittik. Burası her akşam, farklı grupların sahne aldığı, kapılarını 22:00'de açan, Havana'nın en iyi müzik mekanlarından birisidir.

O akşam acaba kim sahne alıyor diye telefon ettiğimde "Oscar Valdes ve Diakara"nın olduğunu öğrendim.

70'lerde Grammy ödülü alan Irakere grubunun efsane piyanisti Chucho Valdés ve kardeşi percussionist, solist Oscar Valdés yollarını ayırdıktan sonra, Oscar Valdes, Diakara grubunu kurdu ve yoluna devam etti.

Tabii ki Havana'da ki o akşam bu programı kaçırmadık!...
Bir saatlik programın tamamını sevgili Mustafa Tavsiz kayda aldı.
İşte bu performansın açılış parçası, Mustafa'nın objektifinden...

Oscar Valdes and Diakara performing @ La Zorra y La Cueva

18 Ağu 2014

Müzik bizim, güvenlik senin işin...





Taksim gezi parkında ki çadırları dağıttıktan sonra, çadırlardan atom bombası planları çıktı diyen zihniyetten başka ne beklenebilirdi ki?

Bu yıl ikincisi düzenlenen Burgazada Progresif Müzik konseri, ikinci gününde "güvenlik" gerekçesi ile dağıtıldı, tıpkı Taksim'deki çadırlar gibi...

Cenk Taner güzel demiş, acaba bu festival sponsorları olan bir etkinlik olsaydı, bu kadar kolayca dağıtılabilir miydi? Hayır! Bu konserin sponsoru, gençlerin kendileri ve bir avuç müzik gönüllüsü olunca dağıtmak çok kolay geldi devletin valisine.

Ben size atmosferi anlatayım en iyisi. Son sözü en son söylerim...

Hava kurşun gibi ağırdı Cumartesi gündüz. Ama ağırlığın sebebi sıcakla birlikte neredeyse solungaçlarımızı çıkartacak nem oranıydı. Burgazada'ya kendini genç hisseden, müzik dinlemek isteyen, çoluklu çocuklu, türbanlısı, bikinilisi herkes gelmişti. Hava güzel, ortam güzel, gençlik daha da güzel. Vapurdan inince kalabalığı takip etmek yeterliydi. Zaten esnaf da memnundu benim gördüğüm kadarıyla olanlardan. Cümbür cemaat, beşe doğru vapurdan inen kitle, içecek zulasını, atıştırmalıklarını da adadan tedarik edip Cennet bahçesinin yolunu tuttuk. Cennet Bahçesi ne güzel yapmış da kapılarını bu festivale açmış. Kapıda, sembolik ücreti, 1TL'yi de ödedik ortama girdik. Bahçenin ortasına kurulmuş sahnenin çevresine tesbih gibi dizildik. Doluştukça saflar sıklaştı. Sıklaştıkça birbirimizi daha çok tanıdık. İçeceklerimizi yiyeceklerimizi paylaşmaya başladık. Osmanlıca üzerine doktora yapan Zeynep'e laf yetiştirirken, Metalurji Mühendisliği okuyan ama gece adanın neresinde yatarım da konserin yarın ki haline devam ederim diye dertlenen gence akıl vermeye çalışıyorduk. Böyle bir ortam işte...

Emrah Karaca, Moğolların solistliğini 2008'den beri devam ettiriyor. Alageyik, Namus Belası, Birşey Yapmalı derken saatler ilerledi. Yedik, içtik, söyleştik, müzik dinledik, dans ettik ve kalkıp son vapura yetişip evlere dağılmaya başladık.

Gece 12:00'den sonra ne olmuş olabilir ki, Vali "güvenlik kaygısı" ile konseri iptal etti?
Herhalde birisinin üzerinden yine Nükleer Bomba planları çıkmıştır olsa olsa...

Bu zihniyet bazen küçücük bir Rock konserini iptal eder, bazen mahalledeki deprem toplanma alanlarını otopark yapamaya kalkar, bazen de Validebağ korusunu yapılaşmaya açar.

Bu ülkenin birinci sorunu tabii ki Rock Konseri değil ama bu etkinliğin dağıtılmasını bu kadar kolayca yapan, tahammülsüz, hoşgörüsüz, yeri geldiğinde de nefes almayı dahi zorlaştıracak kadar baskı yapmayı görev bilen baskıcı zihniyet ile mücadelemiz aslında bizim birinci sorunumuz, bitmeyen sorunumuz...

28 Tem 2004

Deep Purple




70’lerin başında rock müziğin ilgiyle dinlenen üç ismi vardı; Led Zeppelin, Black Sabbath ve Deep Purple.

Deep Purple kuruluşundan günümüze kadar sürekli değişime uğradı; tam kariyerinin ortasında, İngiliz Hard Rock kitlesini oluşturan, gösterişli progressive rock’dan, kulak patlatan heavy metal’e sıçrayarak hayatta kalmayı bildi. Öyleki; bir dönem gezegenin en yüksek sesli müziğini yapan grup olarak “Guinness Rekorlar Kitabı”na bile girmeyi başardı

Grup 1968’de, “Roundabout” adıyla Hertford İngiltere’de kuruldu. Gitarda Blackmore, vokalde Rod Evans, basda Nick Simper, klavyede Jon Lord ve bateride Ian Paice ilk elemanlarıydı. O dönemin gruplarında yaygın olarak kabul edilen “loud 'n' proud” akımını uyguluyorlardı; ses ne kadar yüksekse, o kadar iyi!

Ama yaptıkları sadece bununla sınırlı kalmadı, müziklerindeki “yetenek” ve enstrümanlar arasındaki geçişler, özellikle, John Lord’un klavyesinde ve Ritchie Blackmore'un gitarında üst düzeye çıkıyordu. Led Zeppelin’le beraber yarattıkları, kendilerine özgü “Hard Rock” tarzında, pop ve blues temaları, klasik ve barok pasajlar, caz tarzı geçişler vardı. Black Night, Hush, Child In Time ve Smoke On The Water gibi hitlerle İngiltere ve ABD’de müthiş bir başarı yakaladılar. Purp’ün ilk hit parçası, pop temelli “Shades Of Deep Purple” albümünden, John Lord’un klavyesinin öne çıktığı, "Hush"dı.

İngiltere’de, yani kendi evlerinde pek tutulmayan “Hush”, İskandinavya’daki ilk turneden sonra, ABD’de ilk 5’e girdi. Hemen arkasından sadece ABD’de basılan ve ilk 40’a giren ikinci albüm, “The Book Of Taliesyn” ve onun hit parçası Neil Diamond’ın "Kentucky Woman"ından geldi. 1969’da kendi isimleriyle çıkan üçüncü LP’de tutkuları, hırsları iyice artmıştı.

Bu albümde John Lord’un klasik müzikten etkilenen tınıları ön plana çıkıyordu. İlk yol ayrımı burada geldi; vokal Rod Evans ve basçı Nick Simper’ın yerine Ian Gillan ve Roger Glover transfer edildi.

Yenilenen grup 4. albümlerini, İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrasıyla beraber, “Concerto For Group And Orchestra” ismiyle kaydetti. Bu albüm rock ve klasik müziği birleştiren grubun ilk senfonik rock denemesi oldu; fakat hayranları tarafından pek ilgi görmedi.

Bundan sonra Blackmore kontrolü ele aldı ve o zamana kadar “klavye” ve klasik müzik ağırlıklı müzikten, sert gitar sololarının domine ettiği, heavy metal’in öne çıktığı ve Gillan'ın güçlü vokalinin desteklediği II. Deep Purple dönemine keskin bir geçiş oldu. Kumar işe yaradı ve bu dönem grubun en iyi hitlerini ürettiği, ticari başarı kazandığı yıllar oldu. 1970’de çıkan “Deep Purple In Rock” albümü ve onun hit parçası “Black Night” sadece İngiltere’de bir milyon sattı, pop single listelerini parçalayarak tepeye oturdu. 1971’de “Fireball” albümü ve onun hit parçası “Strange Kind Of Woman” listeleri darmadağın ediyordu.

Bir sonraki albümlerini, “Casino in Montreux”de, İsviçre’de canlı konser sırasında kaydetmeye karar verdiler, fakat ne yazık ki burası Frank Zappa’nın bir konseri sırasında yandı. Bu olayın en ilginç yanı, yaşanan yangın ve talihsizlikler dizisinin gruba efsanevi şarkıları “Smoke on the Water”ı ürettirmiş olması. Bu şarkının yer aldığı “Machine Head” albümü birçok platin plak ödülü aldı, ABD’de ilk 5’e girdi ve Deep Purple’ı rock müziğin “elit”leri arasına soktu.

Birbirini kovalayan hit albümler, sürekli turneler, konserler, Blackmore ve Gillan arasındaki müzikal farklılıklar, 2. Deep Purple dönemini 1973’de bitirdi. Gillan ve Glover grubu terketti, vokalist David Coverdale ve basçı / vokalist olarak Whitesnake’den Glenn Hughes gruba katıldı. Yeni başlayan 3. Deep Purple döneminin ilk hiti “Burn” 1974’de çıktı.

Fakat 1975’de yayımlanan “Stormbringer”dan hemen sonra Blackmore’da grubu terketti, vokalist “Ronnie James Dio” ile “Rainbow”u kurdu; hayran kitlesinde önemli bir hayal kırıklığı olmuştu.
Blackmore’un yerine gitarist “Tommy Bolin” transfer edildi; fakat grubun çözülmesine o da engel olamadı. 1976’daki veda turnesinden hemen sonra, “Coverdale” WhiteSnake’e geri döndü, “Bolin”, altınvuruş yaparak, uyuşturucu komasından öldü.

8 yıl sonra, 1984’de grubun “klasik dizilişi”, “Blackmore, Gillan, Lord, Glover ve Paice” yeniden biraraya geldi; platin plak ödülünü alan “Perfect Strangers” üretildi. Fakat eski anlaşmazlıklar hemen yeniden su yüzüne çıktı ve Gillan grubu ilk terkeden oldu. Acil olarak yerine Rainbow’dan vokal “Joe Lynn Turner” transfer edildi.

Bir turne sırasında “Blackmore” grubu yarı yolda bıraktı, apar topar yerine “Joe Satriani” monte edildi. 1994’e gelindiğinde Steve Morse gitarı devraldı. Grup bu haliyle 3 albüm birden çıkardı. Bunlardan en önemlisi “Live at the Royal Albert Hall” albümü oldu, Filarmoni orkestrasıyla beraber, canlı kaydedilen albüm grubun en başarılı senfonik rock albümü oldu.

1999’da çıkan “Shades (1968-1998)”de, grubun 30 senelik müzik yaşamını anlatan, bütün nesillerinden hitleri barındıran, demolar, konser görüntüleri ve yayınlanmamış şarkılar vardı; bu albüm neredeyse Deep’in bütün tarihçesini içeriyordu.

2003’deki son albümleri “Bananas” için sütüdyoya girene kadar grup, birçok kolleksiyon daha yayımladı. Gruptan ayrılan Blackmore da eski grubu Rainbow’la beraber bir albüm çıkardı. Kariyerleri boyunca bir çok eleman değiştiren grup, 21. yy’da hala aktif olarak ve orjinal üyelerden John Lord ve baterist Ian Paice’le, en uzun hayatta kalan İngiliz rock grubu olarak, yoluna devam ediyor.

Deep Purple Haziran 1998’de İstanbul konserleri için ilk defa Türkiye’ye geldi. Benim gibi yıllardır bu anı bekleyen pek çok ortayaşlı rocksever için o gün önemli bir gündü. Üstüste 2 gün Açıkhava tiyatrosunda sahne aldılar ve İstanbul’u sallayıp gittiler.

Herzaman çok kaliteli müzisyenlerden oluşan grubun en iyi hitlerini yaptığı dönemler, hep iç çekişmelerin tepeye vurduğu zamanlardı. Fakat Blackmore’un inanılmaz seri, müzikal olarak da dayanılmaz soloları, Paice’in baterinin başında görülmeyen elleri ve Gillan’ın eşsiz yorumları bunlara değer.

Diskografi

Bananas (Sanctuary, 2003)

Who Do We Think We Are [Expanded Remaster] (Warner Bros./Rhino, 2002)

Very Best Of Deep Purple (Warner Archives/Rhino, 2000)

Extended Versions (BMG Special Products, 2000)

Live At The Royal Albert Hall (2000)

Shades (1968-1998) (Rhino, 1999)

Live And Rare (Relativity, 1998)

Machine Head/Who Do We Think We Are! (Warner Bros., 1998)

The Gemini Suite (Purple Pyramid/Cleopatra, 1998)

Come Hell Or High Water (Fuel 2000, 1998)

Abandon (CMC International, 1998)

Machine Head [Deluxe Edition] (Warner Archives, 1998)

Made In Japan (Deluxe Edition) (Warner Archives/Purple, 1998)

House Of Blue Light (Polydor, 1998)

Nobody's Perfect (Mercury, 1998)

Smoke On The Water (Universal Special Markets, 1998)

Machine Head (EMI, 1997)

Live At The California Jam (Mausoleum Classix, 1996)

Best On Stage 1970-1985 (Griffin, 1996)

Purpendicular (CMC International, 1996)

King Biscuit Flower Hour Presents (King Biscuit, 1995)

The Battle Rages On (Giant, 1993)

Knocking At Your Back Door (Mercury, 1992)

Slaves And Masters (RCA, 1990)

Nobody's Perfect (Mercury, 1988)

The House Of Blue Light (Mercury, 1987)

Perfect Strangers (Mercury, 1984)

Deepest Purple: The Very Best Of Deep Purple (Warner Bros., 1980)

When We Rock, We Rock & When We Roll, We Roll (Warner Bros., 1978)

Come Taste The Band (Metal Blade, 1975)

Burn (Warner Bros./Purple, 1974)

Made In Europe (Metal Blade, 1974)

Stormbringer (Metal Blade, 1974)

Made In Japan (Warner Bros., 1973)

Who Do We Think We Are! (Warner Bros., 1973)

Machine Head (Warner Bros., 1972)

Fireball (Warner Bros., 1971)

In Rock (Warner Bros., 1970)

Deep Purple (Spitfire, 1969)

Shades Of Deep Purple (Nems, 1968)

The Book Of Taliesyn (Nems, 1968)


1974’deki “Stormbringer“ albümünden “Soldier of Fortune”

Soldier of Fortune - Blackmore/Coverdale
Key: Gm
Intro: Gm / F / Eb

Gm
I have often told you stories Fabout the way
Gm
I lived the life of a drifter
Dm
waiting for the day
Gm
When I'd take your hand and sing you songs
F
Then maybe you would sayGmCome lay with me and love me
Dm
Bass D-C-Bb
And I would surely stay

Bb C Gm Bass G-F-Eb
But I feel I'm growing older
F Bb
And the songs that I have sung
D Gm
echo in the distance
F
Like the sound
Bb Eb Bass Eb-D
Of a windmill going round
Cm Dm
Guess I'll always be
Gm
A soldier of fortune.

Solo: Gm / C / Gm / C / Gm / Bb / C / Gm

Many times I've been a traveller
I looked for something new
In days of old when nights were cold
I wandered without you
But those days I thought my eyes
Had seen you standing near
Though blindness is confusing
It shows that you're not here.
Now I feel I'm going older
And the songs that I have sung
Echo in the distance
Like the sound
Of a windmill going round
Guess I'll always be
A soldier of fortune
Eb F
Yes, I can hear the sound
Bb Eb Bass Eb-D
of a windmill going round
Cm Dm
I guess I'll always be
Gm
a soldier of fortune.
Eb F
I guess I'll always be
G (major chord)
a soldier of fortune.

1 Mar 2004

Muhtar Cem Karaca




Muhtar Cem Karaca’yı, “Tamirci Çırağı”nın, “Emrah”ın babasını, Türk Rock müziğinin gelmiş geçmiş en "heybetli" sesini, aramızdan ayrılışının birinci yıldönümününde anıyor, dinliyor, söylüyor ve çalıyoruz.

Cem Karaca, 5 Nisan 1945'de, II. Dünya Savaşının son zamanlarında, Sovyet Birlikleri’nin Berlin’e girdiği günlerde, İstanbul’da dünyaya geldi. Her ikisi de tiyatro sanatçısı olan Toto Karaca (İrma Felekyan)’yla Mehmet İbrahim Karaca evliliklerinin altıncı yılında Cem’i, dünyaya getirdiler.

Orta eğitimini Robert Kolej’de tamamlayan Cem Karaca ilk müzik eğitimini, annesinin teyzesi Rosa Felekyan'dan, piyano başında aldı. Asıl keşfedilişi, henüz 14 yaşındayken, kız arkadaşını etkilemek için söylediği “Johnny Guitar” isimli parçayla oldu; kız etkilenmemiş, fakat Toto Karaca, Cem’in şarkı söyleyişindeki “farkı” farketmişti!

Okul-ev-tiyatro kulisleri arasında gidip gelirken, müzik zevki de rock'n roll üzerine yoğunlaşıyordu. 1962’de, 16 yaşındayken, bir arkadaş ortamında, Beyoğlu Spor Klübü’nde sahneye davet edildi. Bu tarihten sonra, dört arkadaş "Dinamitler" adıyla, İlham Gencer’in desteğinde, sahne almaya başladılar. “Dinamitler” çabuk dağıldı, arkasından “Cem Karaca ve Bekledikleriniz", "Cem Karaca-Jaguarlar" grupları kuruldu ve dağıldı. Cem’in söylediğine göre Jaguarlar, "papağan gibi Elvis Presley taklidi yapan" bir oluşumdu. 1965'in Kasım'ında Antakya 121. Jandarma Er Eğitim Alayı'ndaki askerlik hizmetine kadar rock'n roll & beat tarzından şaşmayan, henüz Anadolu’yla tanışmamış bir müzik kariyeri vardı Cem’in.

Askerliği sırasında Anadolu'ya yakınlaşmasının yanısıra, bir asker arkadaşının saz çalışından etkilenerek, daha önce son derece “ilkel ve sıkıcı” bulduğu bu müziğin, aslında onun o anki gerçek duygularını yansıttığını, ve hiçbir batı müziğinin, o sazın içerdiği duyguları içeremeyeceğini anladı. Anadolu kültürünü araştırmaya koyuldu; Aşık Mahsuni Şerif gibi değerli halk ozanlarıyla tanıştı.

Cem Karaca’nın profesyonel müzik yaşamı, askerlik dönüşü, "Apaşlar" grubunun solistliğiyle başladı. 1967 yılında Hürriyet gazetesinin düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasına katılan grup, sözleri Aşık Emrah'a, bestesi Cem Karaca'ya ait olan “Emrah” isimli parçayla ikinci oldu. Askerlikte karşılaştığı Anadolu gerçeği, yavaş yavaş fikirlerine ve düşüncelerine yansımaya başlamıştı. Bu dönemde Cem Karaca iki kulvarda öne çıktı:

Biri, Pop müziğin alışılmış formlarına bağlı fakat, güzel şarkı sözleriyle desteklenen; diğeriyse, Anadolu ezgilerinin Rock’la buluştuğu farklı yorumlardı. Bazı parçaların sözlerinde toplumsal gerçekler, yaşananlar yansıtılmaya başlandı. Tepkiler, isyanlar ve Cem Karaca’nın mükemmel yorumuyla şarkılar, insanlar arasında çok yol katetti.

Altın Mikrofon’la başlayan profesyonel dönemin ilk plağı, 1967 Haziran'ında piyasaya çıktı "Hudey". Pir Sultan Abdal'a ait bu türkünün rock'n roll-beat tarzındaki yorumunda, adeta kükreyen bir Cem Karaca görülür. Grup, Ağustos ayına doğru ikinci plaklarını, "Emrah"ı, kaydetti. Bu plakta, Karaca'nın, sesine daha hakim olduğu hissedilir.

Plak satışlarından, özellikle de Anadolu turnesinden biriktirdikleri 45.000 lira ile Avrupa'ya gitmeye karar verdiler. Almanya'da Ferdy Klein Orkestrası'yla çalışarak müzikal altyapılarını iyice güçlendiren Apaşlar, 1969’un sonuna kadar sağlam ve başarılı eserler ürettiler. 1968 Ağustos’unda, Türkofon imzalı üç 45'lik piyasaya çıktı: "Emrah 1979", "Resimdeki Gözyaşları", "Tears". Apaşlar'ın, bu "dönüş" 45'liklerinin en büyük özelliklerinden biri, stereo teknolojisiyle kaydedilmiş olmalarıydı. Türkiye'deki pikaplar monoyken, plak fabrikalarında stereo kalıp bulunmazken yapılan ve stereo sistemlerin ithaliyle gerçekleştirilen bu kaydın, stereo ses sisteminin ülkede yaygınlaşmasında, büyük etkisi olmuştur. Bu tarihten sonra, gitarist Mehmet Soyarslan ve Cem Karaca arasında doğan bazı politik anlaşmazlıklar sonunda, Cem Karaca ve Apaşlar grubu dağıldı. Bu grubun dağılmasından sonra Cem Karaca, kafasındaki sol söylemiyle ve doğulu kimliğiyle, Rock müzik yapma düşüncesini gerçekleştirmek üzere, Apaşlar'ın basçısı Seyhan Karabay’ı, genç ve yetenekli bir gitarist olan Ünal Büyükgönenç’i, davulcu Hüseyin Sultanoğlu’nu ve Almanya'dan getirdiği gitarist Alex Wiska’yı biraraya getirdi. “Kardaşlar” böyle doğdu.


Bu dönemde yaptıkları müzikle Anadolu Rock tarzını yaratıp, toplumcu kimliği belirgin bir biçimde ön plana çıkartarak, 12 Mart döneminin baskıcı atmosferine karşı durdular. Kardaşlar ilk önemli çıkışını, 1970 Kasım’ında “Dadaloğlu” 45’liğiyle yaptı. Alex Wiska gruptan ayrıldıktan sonra, Fehiman Uğurdemir'le kadrolarını tamamlayıp çalışmalarına devam ettiler.

1972 yılında son 45'likleri "Askoros Deresi" ni dolduruyorlardı. Cem Karaca, müzikal olarak devamlı bir arayış içindeydi; ve Kardaşlar bu arayışlarına yanıt vermekte yetersiz kalmaya başlamıştı. Gençlik hareketlerinin hızla büyüdüğü bu dönemde, toplumsal değer yargıları hızla değişiyor ve yeni özgürlük talepleri, aktif bir siyasi mücadeleyle aynı hızla bütünleşiyordu. Müzik, artık güzel sanat olmaktan öte, farklı bir görev üstlenmişti. Bir süre sonra, Cem Karaca ve Kardaşlar tıkanmanın eşiğine geldiler. Türk müzik piyasası ilginç bir değiş tokuşa şahit oldu. Cem Karaca, Kardaşlar grubundan ayrılıp Anadolu Pop'un güçlü fakat sound’u daha farklı olan Moğollar'la birleşirken, Kardaşlar'da, o dönemliğine konserlerde solistlik yapmak için Moğollar'la anlaşmış Ersen Dinleten'i, gruplarına dahil etmişlerdi.

Cem Karaca-Moğollar adıyla, Şubat 1973'te ilk plakları "Obur Dünya"yı, ardından da Temmuz 1973'te ikinci plakları "Gel Gel" i çıkardılar.

Grubun üstün popülaritesine rağmen, ne "Obur Dünya" ne de "Gel Gel", listelerin zirvelerine tırmanamadı. "Gel Gel" çıktığı sırada, grup içinde bir takım kutuplaşmalar başlamıştı. 60’ların sonlarından beri, sol politikalara giderek daha da bağlanan Karaca, sosyalizm ve uzantıları hakkında daha ciddi araştırmalara başlamış, "köylü sosyolizmi"ni benimsemiş ve "sanat halk içindir" savına tümüyle bağlanmıştı. Bu değişim sürecinde, "Hey" dergisi tarafından "Pop müziğin namusunu yine Cem Karaca kurtardı" ibaresiyle övülen, son Cem Karaca-Moğollar plağı olan "Namus Belası", 1974 Ocak'ının son günlerinde piyasaya çıktı. Cahit Berkay’ın Fransa’ya gitmesiyle Moğollar dağıldı.


Cem, 1974 Nisan'ının ortasında Türk Rock tarihinin belki de en önemli süper grubunu, kendi müzikal kariyerinin de en önemli, radikal ama olgun dönemlerinden birini yaşayacağı, "Dervişan"ı kurdu. Çalışmalarının neredeyse hepsinde, dolaylı veya doğrudan bozuk düzene eleştirileri vardı. Politik baskının dorukta olduğu bu yıllarda, dinleyenlerini, bozuk düzene karşı bir kavgaya davet edip durdu. Bu dönem içinde bu politik çizgiyi sürdüren başka müzisyenler de olmasına rağmen, müzikal açıdan en büyük misyonu Cem Karaca üstleniyordu. Cem Karaca’nın, bu grubu kurarkenki esas amacı Kardaşlar ve Moğollar'daki Anadolu Rock tarzına devam etmekti. Fakat, gruba yeni giren basçı Oğuz Durukan ve Klavyeci Uğur Dikmen'in, İsveç'te, Asia Minor Mission isimli grupta uzun süre yaptıkları batı progressive rock müziği konusunda deneyimli, Anadolu Rock konusunda deneyimsiz olmaları, bu grubun sound’unun batıya kaymasına sebep oldu. Dervişan, politik-rock yapmanın yanısıra İngiltere'de King Crimson, Yes, Emerson Lake&Palmer gibi grupların öncülük ettiği progressive rock müziğinin, Uğur Dikmen ve Oğuz Durukan gibi ustalar sayesinde, Türkiye ile tanışmasında önemli rol oynamıştır.

"Tamirci Çırağı" ve “1 Mayıs” bu dönemde ortaya çıktı. “Tamirci Çırağı", Cem Karaca'nın sol söyleminin, ilk kez derin bir vurguyla müzik ve sözlere yansımış haliydi. Cem’in heybetli vokal yorumu, Dervişan’ın üstün performansı, parçanın sonuna doğru "işçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları" dizeleriyle şahlanan parça, 1975’in en önemli hitlerindendi.

Cem Karaca, Dervişan’la son LP’ini, 1977 Mayıs'ının sonlarında, Erkin Koray'ın "Elektronik Türküler" albümüyle beraber, sekiz aylık bir çalışmanın ürünü olan ve Türk Rock'ının en tepesine yerleşen "Yoksulluk Kader Olamaz"ı yayımladı. Artık gündemdeki tek gruptular ve ülkenin durumuyla doğru orantılı olarak, daha da politize oluyorlardı. Urfa'da verilen bir konserden sonra, konserin düzenleyicisi CHP Gençlik Kolları Başkanı olan öğrencinin dövüldüğü haberi gelince, Tamer Öngür, Dervişan’dan ayrıldı. Enternasyonel bir devrim marşı niteliği kazanacak olan "1 mayıs" adlı plak, 1977 Aralık'ında piyasaya çıktı; yayınlanmasından birkaç hafta sonra, Cem Karaca hakkında dava açıldı ve plak toplatıldı. Dava haberi gelmeden çok kısa bir süre önce de, 1978 Ocak'ının ortalarında yaptıkları işin, politik açıdan “çığrından çıktığını” düşünen Sefa Ulaştır ve Uğur Dikmen, Dervişan'dan ayrıldılar.

Dervişan'ın dağılmasından sonra Cem Karaca, 70'lerdeki son grubu olan “Edirdahan”ı kurdu ve bu grupla Safinaz’ı yaptı. Cem, bu albümde Nazım Hikmet ve Ahmet Arif’in iki uzun şiirini besteledi. Barış Manço-Kurtalan Ekspresi'in yaptığı “2023” ile birlikte, bu albüm, Türkiye'nin sayılı senfonik rock albümlerindendir.

Cem, 1979’da Almanya’ya gitti. 1980 askeri darbesinin yaptığı “geri dön” çağrısına uymadığı için vatandaşlıktan çıkartıldı. 7 yıl süren bekleme döneminden sonra, 1987’de yurduna ve müziğine geri “döndü”. 70’lerdeki radikal söylemlerinden uzak olmasına rağmen, müzik ruhundan ödün vermeden, üretmeye devam etti. "Merhaba gençler ve her zaman genç kalanlar" , "Töre" , "Yiyin efendiler", "Nerde kalmıştık" ve "Bindik bir alemete, gideyoz kıyamete" albümlerini yaptı. “Ağır Roman” filminde yeniden yorumladığı "Resimdeki Göz Yaşları"yla müzik gündeminin ortasına yerleşti. Son albümündeyse Moğollar ve Kurtalan Ekspres’le çalıştı. Kahpe Bizans filminde yer alan Cem Karaca, bu filmin soundtrack’ında 3 şarkı seslendirdi.


Değişen Türkiye gibi onda da değişiklikler oldu. Yapılan bir söyleşisinde “Eskiden siyah ve beyaz vardı; ama artık, ben gri tonlardayım” dedi. Bir pazar sabahı 8 şubat 2004’te, “Aydooossss” diyerek göç eyledi aramızdan. Cem Karaca, müzik felsefesinden hiç ama hiç ödün vermedi. Toplumsal sorunlar ve sevgi, Anadolu ezgileri hep müziğinde yer aldı. Söylemek istediklerini, son ana kadar, hep müzik yoluyla iletti, almak isteyenler aldı. Türk Rock müziğinin ve “Anadolu Rock” ezgilerinin en güzel yorumcusu ve “güçlü” sesi oldu.


Cem Karaca Diskografisi

Apaşlar:
1) Emrah / Karacaoğlan (1967)
2) Hudey / Vahşet / Bang Bang / Shakin' All Over (1967)
3) Emrah / Hücum / Karacaoğlan / Ayşen (1967)
4) Ümit Tarlaları / Anadolu Oyun Havası / Suya Giden Allı Gelin / Nasılda Geçtim? (1967)

Apaşlar-Ferdy Klein orkestrası:
1) İstanbul'u Dinliyorum / Oy Bana Bana (1968)
2) Oy Babo / Hikaye (1968)
3) İstanbul / Why (1968)
4) Emrah 1970 / Karanlık Yollar (1968)
5) Resimdeki Gözyaşları / Emrah (1968)
6) Resimdeki Gözyaşları / Şans Çocuğu (1968)
7) Tears / No , No , No (1968)
8) Ayrılık Günümüz / Gılgamış (1969)
9) Zeyno / Niksar (1969)
10) Bu Son Olsun / Felek Beni (Karacaoğlan III) (1969)

Ferdy Klein Orkestrası ile solo çalışmalar:
1) Emmioğlu / O Leyli (1970)
2) Kendim Ettim Kendim Buldum / Erenler (1970)
3) Adsız / Unut Beni (1970)
4) Muhtar / Baba (1970)

Kardaşlar:
1) Dadaloğlu / Kalender (1970)
2) Oy Gülüm Oy / Kara Sevda (1971)
3) Tatlı Dillim / Demedim mi? (1971)
4) Kara Yılan / Lümüne (1971)
5) Acı Doktor (Kısım 1) / Acı Doktor (Kısım 2) (1971)
6) Kara Üzüm / Mehmet'e Ağıt (1971)
7) Askaros Deresi / Üryan Geldim (1972)

Moğollar:
1) Obur Dünya / El Çek Tabib (1973)
2) Gel Gel / Üzüm Kaldı (1973)
3) Kardaşlar - Apaşlar LP (1973)
4) Namus Belası / Gurbet (1974)
5)Cem Karaca'nın Apaşlar, Kardaşlar, Moğollar ve Ferdy Klein Orkestrası'na Teşekkürleriyle LP (1974)

Dervişan:
1) Beyaz Atlı / Yiğitler (1974)
2) Tamirci Çırağı / Nerdesin? (1975)
3) Nem Kaldı LP
4) Mutlaka Yavrum / Kavga (1975)
5) Beni Siz Delirttiniz / Niyazi (1975)
6) Parka / İhtarname (1976)
7) Parka LP (1977)
8) Yoksulluk Kader Olamaz LP (1977)
9) Mor Perşembe / Bir Öğretmene Ağıt (1977)
10) 1 Mayıs / Durduramıyacaklar Halkın Çoşkun Akan Selini (1977)

Edirdanan:
1) Safinaz (1978) LP; CD(1994)

Solo çalışmalar:
1) Hasret (1980)
2) Bekle Beni (1982)
3) Die Kanaken (1984)
4) Merhaba Gençler Ve Her Zaman Genç Kalanlar (1987)
5) Töre (1988)
6) Yiyin Efendiler(1990)
7) Nerde Kalmıştık ? (1992)
8) Bindik Bir Alamete Gedeyoz Kıyamete (1999)

28 Ara 2002

Gitarcı Amca



http://www.klasikgitar.org/forum/showthread.php?t=13


Eğitimden çıkmışım. IBM Eğitim Merkezi South Bank Londra.

Iyi geçen eğitimler, hele çok da istediğim bir konuda ise her zaman keyif verir. Işte öyle zamanlardan biriydi. Saat 17:30 falan, Temmuz, hava mis gibi. Nehrin kenarında koşanlar, coşanlar, sessiz sedasız kitabına dalanlar, her an nehre atlayacakmış gibi bakanlar her tip var.
Ama kafam nasıl zonkluyor, yorgunum, sert bir kahveye ihtiyacim var. Kendimi Soho’ya atmadan önce muhakkak Bit ve Byte’ların ablukasından kurtulmam lazım. Waterloo köprüsünün altında, nehrin hemen yanında çok güzel bir café vardı. Oturdum kahvemi ısmarladım (duble) ve çevreye bakınıyorum, yavaş yavaş da kafam yerine geliyor.
İşte tam o sırada onu gördüm, ağır ağır geliyor uzaktan, kilitlendim ona, artık ne yapsa gözüm üzerinde.
Bir masal kahramanı edası ile, ‘BraveHeart’taki Mel Gibson’un boyalı suratındaki o ifade gibi mağrur, ne yaptığını bilen, vakur…
Sanki o kalabalık hiç yokmuş gibi, sanki bomboş bir kumsalda, ıssız bir çölde yürüyormuşcasına kimseyi görmeden, kimseye bakmadan geliyor.
O, 50+ yaşlarında düzgün giyimli, kirli sakallı, sakalları gibi kirli elbiseleri içinde.
Ve Gitar…
Yaklasti, yaklasti, yaklasti...
Tam masamın önünde durdu. Beni duydu mu ne!!
Yavaşça küçük iskemlesini yere koydu, Gitar kutusunu da nazikçe yanına. Gözüm gitara takılmıştı, el yapımı bir konser gitarıydı. Muhtemelen 1500 USD civarında bişeydi. Bu kadar kaliteli bir gitarı kullanması yaptığı işe duyduğu saygıyı gösteriyordu.
Café'dekileri kibarca selamladı ve başladı çalmaya.
Fernando Sor, Tarrega, Bach, Albeniz... Çalıyor da çalıyor. Gitarcı Amca, Klasik Gitar aleminde ne kadar baba parça varsa çalıyor.
Ben bu eşsiz konserin en şanslı dinleyicisi olarak en önde, gözlerim arpejler, prelüdler, 5 perdelik Bare’ler arasında gezirken, uzaktan çöpçünün geldiğini farkettim, elektrikli bir aletle ortalığı temizliyor. Yaklastı ve o inanılmaz hareketi yaptı. Adam aleti kapadı, yavaşça Gitarcı Amca’nın arkasında geçti gitti, ileride yeniden çalıştırdı ve işine devam etti.
Ne bu be!!. Dumur oldum. Bu ne ya.

Amca hala çaliyor, Asturias çalıyor. Sol eli, o kemik gibi eli, hiçbir notayı sektirmeden azimle, o bilek parçalayan bareleri basıyor.
Konser bitti alkış, para toplama falan.

Haaa şunu da söylemeden geçemicem, para toplamak için Amca bize gelmedi aslında hiç bişi yapmadı. İsteyen kalktı Gitar kutusuna attı o kadar.
Gittim Amca’ya dün kendim için aldığım Dadario Telleri verdim.
- Tellerini değiştir dedim daha güzel çıkar sesi.

Bana baktı çok şaşırmıştı.

Yahu konservatuarda okumuş, hala okuyan ve sadece kendi kapalı dünyalarında yaşayan kapalı topluluk. Çıkarın kafanızı biraz dışarı da, şu insanlara da çalın biraz.

Sokak çalgıcılarını izleyip de,
- Hmmm fena değil ama bare'yi düzgün basmamis, zayıf teknik ha ha ha.

Falan filan laga luga..

Ama Amca çalıyor işte, sende aynısını yapsana.

Bu ülke de bir zamanlar insanlar Kaptan Cousteau ile dünyayı dolaşıp, balinaların çiftleşmesini izlerdi.

Siz de çalın ki insanlar dinlesin, hem de sokakta çalın öyle salonlarda falan değil.

Bir başlayın, bizim çöpçülerimiz de sizi süpürmedikleri zaman herşey çok güzel olucak.

Hadi bakiyim....
Cüneyt Göksu