Fidel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fidel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eki 2021

Che Yaşıyor!


 1928 - 1967 yılları arasında yaşayan, Arjantin doğumlu, Ernesto "Che" Guevara Lynch, Küba devriminin üç komutanından biridir. Bu derleme, onun, 1965'de Fidel'e yazdığı veda mektubunun ardından ortadan kayboluşundan, 9 Ekim 1967’de Bolivya'da öldürülüşüne kadar geçen zamanda, farklı kişiler ve devletler tarafından hazırlanan belgeleri inceleyerek, neler yaşandığını, ABD'nin ortadan kaldırmak için onu 2 yıl boyunca nasıl adım adım izlediğini, neleri planladığını, bu yapılanların günümüzde yaşananlarla ne kadar benzerlik gösterdigini anlatmak adına yapıldı.

 

Che, 1961 – 1965 arasında, Küba Büyükelçisi olarak bütün dünyayı dolaştı. Sovyet Komünizmi’nin işleyişi konusunda uğradığı hayal kırıklığını, 1965 Şubat’ında yaptığı bir konuşmada dile getirdi. Küba’ya yaptığı baskıyla Sovyetler Birliği Latin Amerika’daki devrimci hareketi desteklemek yerine, Küba’dan sosyalist bloktaki “iş gücü görevini” yerine getirmesini istiyordu. Che, Afrika, Asya ve Güney Amerika’da gerilla tarzı devrimci hareketin gerekliliğini savunuyordu.

 

3 Ekim 1965: Fidel bir konuşmasında, Che'nin Nisan ayında yazdığı veda mektubunu açıkladı. Bu mektupta Che, "Küba Hükümeti’ndeki bütün haklarından vazgeçtiğini, Küba devrimi adına bütün görevlerini yerine getirdiğini" söyleyerek, silah arkadaşlarına ve kendi halkı olarak gördüğü Kübalılara “elveda” diyerek Küba’yı terketti.

 

18 Ekim 1965: CIA Analisti Brian Latell tarafından hazırlanan bir rapora göre, Che'nin Küba'yı terkedişi şu gerekçelere bağlanmıştı. "1964'den itibaren Che'nin Küba Hükümeti içindeki gücü zayıflamaya başladı. 1963'te, Che'nin planı olan, devrimin ilk 5 yılındaki sanayileşme ve merkezileşme politikaları, Fidel'in iktidarda olduğu dönem içinde ekonomiyi kötü duruma getirdi. Che, ekonomide Sovyet modeli yerine, Çin modelini temel alıyordu. Bir diğer problemse, Che, dış politikada ‘devrimci duruşundan hiç taviz vermeden’, Küba Devrimi’ni Latin Amerika ve Afrika'ya ihraç etmeyi hedefliyor, diğer Küba liderleriyse bütün dikkatlerini Küba Devrimi’nin gelişmesine ve iç problemlere vermek istiyordu. 1964’te çıktığı üç aylık dünya turundan döndüğünde, uyguladığı politikaların çalışmadığını gördü ve devrim mücadelesini dünyanın başka bölgelerinde vermek üzere Küba'yı terketti."

 

1966: Che, Eylül - Kasım arasındaki bir tarihte, Uruguay pasaportuyla, ülkedeki komünist gerilla hareketine liderlik etmek üzere, Bolivya'ya ulaştı. Bolivya'yı seçmişti çünkü; diğer Latin Amerika ülkelerine göre Bolivya, ABD çıkarları için "daha az tehlikeliydi”; Bolivya'daki sosyal durum ve gelir dağılımı dengesi, devrimci ideolojinin gelişmesine uygundu;  son olarak da Bolivya, 5 ülke ile sınırdaştı, eğer gerilla hareketi başarılı olursa devrimin bütün Latin Amerika'ya yayılması çok kolay olacaktı.

 

Bahar 1967: Mart - Ağustos arasında, Che ve gerilla birliği, 6 ay boyunca Bolivya ordusuyla çatıştı.

 

28 Nisan 1967: Bolivya Silahlı Kuvvetler Komutanı General Ovando ve Bolivya'daki ABD birliği arasında, CIA tarafından organize edilerek imzalanan işbirliği anlaşmasıyla, ortak bir askeri birlik kuruldu. Birliğe Panama'daki ABD Özel Kuvvetlerinden 16 asker dahil edildi. Daha sonra bu birlik, ABD ekipmanı ve CIA ajanlarının desteğiyle Che'nin tuzağa düşürülüp yakalanması için çalışacaktı.

 

11 Mayıs 1967: ABD Başkanı Lyndon B. Johnson'a sunulan bir raporda, Che'nin "hayatta" olduğu ve Güney Amerika'da "operasyonel" durumda olduğu rapor edildi. Çünkü, Küba'dan ayrıldığından beri haber alınamayan Che'nin "öldüğü" sanılıyordu.

 

Haziran 1967: CIA ajanı Felix Rodriguez aldığı bir telefonda, Güney Amerika'da özel bir göreve çağrıldığını, kontr-gerilla tecrübesinin kullanılacağını, Bolivya'da operasyonda bulunan Che ve arkadaşlarının izinin sürülmesi ve yakalanması konusunda görevlendirildiğini öğrendi.

 

26-30 Haziran 1967: Sovyet Dışişleri Bakanı Aleksei Kosygin Küba'yı ziyaret etti. CIA kayıtlarına göre bu ziyaretin iki sebebi vardı: Birincisi, Orta Doğu’daki Arap-İsrail krizi konusunda Fidel'i bilgilendirmek; ikincisiyse, Latin Amerika'daki Küba devrimci faaliyetlerini Fidel'le tartışmaktı. CIA kayıtlarına göre Kosygin, "Che'nin Bolivya'daki gerilla faaliyetlerinin komünizme zarar verdiğini, ‘sosyalist’ olduklarını söyleseler bile hükümet karşıtı güçlere, destek vermenin, Latin Amerika'daki Sovyet destekli komünist partilerin çalışmalarını zorlaştırdığını" söylüyordu. Buna karşılık Fidel, "Küba'nın, Latin Amerika'daki her ülkeye, bağımsızlıklarını kazanmaları için her türlü desteği vereceklerini, Sovyetler Birliği’nin kendi başlattığı devrim geleneğine sırtını döndüğünü" söyleyerek cevap veriyordu.

 

Ağustos 1967: Rodriguez, Bolivya'nın La Paz şehrine ulaşarak, CIA'in oluşturduğu askeri birlikle ve karşı-devrimci Gustavo Villoldo'yla tanıştı. 31 Ağustos'da, ABD destekli Bolivya ordusu gerillalara karşı ilk zaferini kazandı. Che'nin adamlarının üçte biri öldürüldü. Paco olarak bilinen Jose Castillo Chavez, canlı ele geçirildi.

 

Eylül 1967: Rodriguez, Albay Saucedo'la beraber Vallegrande'ye giderek Paco'nun sorgusuna katıldı. Bolivya hükümeti uçaklardan attığı broşürlerle, Che'nin başına 4200 USD ödül koyduğunu duyuruyordu. Bolivya'nın güneydoğusundaki ormanlarda, gerillalara destek veren on beş kişilik bir grup yakalandı. İçişleri Bakanı yaptığı bir konuşmada, ele geçen belgeleri, parmak izlerini ve fotoğrafları göstererek "Che Guevara’nın ülkede olduğunu, Küba, Peru, Arjantin ve Bolivya'lılardan oluşan bir gerilla hareketi içinde bulunduğunu” anlattı.

 

26-27 Eylül 1967: Che ve adamları La Higuera'ya geldiler, fakat köy boşaltılmıştı; tuzağa düştüler. Çıkan çatışmada, Che'nin takım liderlerinden Bolivya'lı Roberto ve Küba'lı Antonio öldürüldü; kalanlar Rio Grande'ye doğru geri çekildiler. Ajan Rodrigez, Albay Zenteno'dan, ABD tarafından eğitilen özel birliğin çatışmaya girmesini istedi; çünkü öldürülen Antonio, ona, Che'nin yakınlarda olduğunu düşündürmüştü. La Higuera çatışmasından sonra yapılan taramada, "Gamba" adlı bir gerilla daha yakalandı. Gamba, yapılan sorgulamada gruptan ayrı düştüğünü ve "Che"ye yetişmeye çalışırken yakalandığını itiraf etti.

 

29 Eylül 1967: Albay Zenteno, 650 kişilik, ABD Özel Kuvvetler komutanı Albay Shelton tarafından eğitilmiş birliği çatışmaya, Vallegrande'ye gönderdi. Che ve arkadaşları, Valle Serrano'nun ormanlık alanında kuşatma altına alındı.

 

8 Ekim 1967: Che'nin son çatışması, Quebrada del Yuro bölgesinde oldu. Gerillalar saklandıkları kulübede, özel birlik tarafından kuşatmaya alındı. İlk açılan ateşte, Che bacaklarından vuruldu ve yürüyemeyecek duruma geldi. Gruba liderlik eden Bolivya'lı madenci Sarabia tarafından ateş hattından uzaklaştırıldı; fakat özel birliğin ateşi altında, kolundan da vurulan Che, silah kullanamayacak duruma geldi ve çevresi sarılarak tutsak alındı.

Özel birliğin komutanı Yüzbaşı Prado, Albay Zenteno'ya özel bir mesaj geçti: "Hello Saturno, we have Papa!" Zenteno, yakalanan Che, Sarabia ve 5 gerillanın 7 km ötedeki La Higuera'ya transferini istedi. Yürüyemeyecek durumda olan Che bir battaniye üzerinde, 4 asker tarafından taşınarak bir okulun sınıfına kapatıldı.

 

9 Ekim 1967: Walt Rostow, ABD Başkanı’na, Che'nin "bir süredir kendilerinin eğittiği Bolivya birliği" tarafından yakalandığını raporladı.

 

Sabah 6:15: Ajan Rodrigez ve Albay Zenteno helikopterle La Higuera'ya geldi. Rodrigez’in ilk işi Che’yi görmek ve sohbet etmek oldu, onun, günlüğünün ve diğer belgelerin fotoğraflarını çekti. Hemen ardından Peru veya Brezilya'daki CIA istasyonuna mesaj çekerek durum hakkında bilgi verdi.

 

Sabah 10:00: Bolivya'lı yetkililer, Che'ye ne yapacaklarına bir türlü karar veremiyorlardı. Onun tutuklanarak yargılanması, bütün dünyanın dikkatini ona ve Küba'ya yoğunlaştıracaktı; Bolivya Devlet Başkanı General Rene Barrientos Che'nin hemen oracıkta idam edilmesine, fakat resmi olarak, savaşta aldığı yaralar yüzünden öldüğünün duyurulmasına karar verdi. Rodriguez, Vallegrande'deki karargahtan Che'nin ve arkadaşlarının idam edilmesiyle ilgili emri aldı ve Albay Zenteno'ya iletti. Fakat bu kararın ABD hükümeti tarafından onaylanmadığını; Che'nin hayatta kalması için her şeyin yapılacağını söyledi; ABD ve CIA, Che'yi Panama'daki ABD üssüne götürmek üzere bir helikopter hazırlamıştı.

 

Rodriguez, Bolivya'lıların ikna olmayacağını fark edince hemen Che'nin yanına gitti ve durumu ona anlattı, Che, karısı ve Fidel'e iletmesi için ona son mesajlarını verdi ve Rodriguez odayı terketti.

 

Saat 13:30: La Higuera'da Bolivya'lı askerler arasında idamı gerçekleştirmek için kura çekildi ve Çavuş Jaime Teran seçildi. Teran odadan içeri girdiğinde, Che, elleri arkadan bağlı, sırtı duvara dayalı oturuyordu, çavuşa baktı ve ayağa kalkana kadar beklemesini söyleyerek doğruldu. Che'nin hareketlendiğini gören çavuş korkarak dışarı çıktı, fakat Albay'dan aldığı emirle, titreyerek odaya geri döndü; o sırada Che'nin ağzından son sözleri duyuldu; "Beni öldüreceğini biliyorum, Ateş et! Sadece bir insanı öldüreceksin!"

 

Öğleden sonra, Ajan Rodriguez ve Bolivya'lı komutanlar La Higuera'yı terkederek, Vallegrande'ye geri döndüler. Che ve arkadaşlarının cesetleri de buraya getirildi; cesetler “bozulmasın” diye ilaçlandı.

 

10 Ekim 1967: Vallegrande'deki "Knights of Malta" hastanesinde, iki doktor, Che'nin ölüm sertifikasını imzaladılar. Sertifikada, "Ernesto Guevara Lynch, yaklaşık kırk yaşlarında, ölüm sebebi göğsüne aldığı kurşun yaraları, 9 Ekim 1967, saat 17:30" yazıyordu. General Ovando, Che'nin, 9 Ekim 1967 saat 13:30'da öldüğünü ve Vallegrande'ye gömüldüğünü dünyaya duyurdu. Bu açıklama, Albay Zenteno'nun senaryosuyla çelişkiliydi. Albay, Che ilk yakalandığında yapmayı düşünüdüğü açıklamadan vazgeçti. Che'den geriye kalanlar, Vallegrande'ye gömüldü; başına konan ödül, öldürüldüğü köye verildi.

 

11 Ekim 1967: Walt Rostow, ABD başkanına sunduğu raporda, "Che Guevara'nın canlı yakalandığını, fakat bütün itirazlara rağmen, General Ovando'nun emriyle idam edildiğini" anlattı. Ayrıca raporda, "Che'nin öldürülmesinin, devrimin, Latin Amerika'da gerilla hareketi olarak yayılmasına darbe vurduğunu, ABD çıkarlarına uymayan hareketlerin, hangi ülkede olursa olsun, “önleyici darbe”yle ortadan kaldırılması politikasının mükemmel çalıştığının göstergesi olduğunu, Che'yi yakalayan birliğin ABD Özel kuvvetleri tarafından 4 ay boyunca eğitilmesinin de bunun en güzel kanıtı olduğunu" belirtti.

 

12 Ekim 1967: Che'nin erkek kardeşi Roberto, Bolivya'ya gelerek, Che'yi Arjantin'e geri götürmek istedi, fakat General Ovando, cesedin yakıldığını söyledi.

 

14 Ekim 1967: Bolivya Hükümeti’nin isteğiyle Arjantin polis teşkilatından gelen görevlilere, Che'nin parmak izi kontrolü yaptırıldı. Bileklerden kesilerek metal bir kabın içindeki sıvıda saklanan elleri, görevliler tarafından incelendi ve parmak izleri onaylandı!

 

18 Ekim 1967: Fidel, Havana Devrim Meydanı’nda toplanan bir milyon Kübalı’ya, Che'nin ölümünü duyurdu. Che'nin yaşam boyu sürdürdüğü anti-emperyalist mücadele ve ideallerinin, gelecek kuşak devrimciler için, yol gösterici olduğunu ve örnek alınacağını söyledi. Che'yi öldürenlerin hayal kırıklığına uğrayacaklarını çünkü Che'nin, uğrunda yaşamını verdiği ideallerinin hiçbir zaman ölmeyeceğini, bu fikirlerin yaşatılıp, paylaşılacağını vurguladı.

 

19 Ekim 1967: ABD Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı bir rapora göre, Che'nin ölümünden sonra, bazı Latin Amerikan sol partileri, devrim için gereken şartları ancak ve ancak yerel partilerin bilebileceğini ve belirleyeceğini, dışarıdan dayatmalarla devrimin olamayacağını dile getirmişlerdi. Yine bu rapora göre, Che'nin ölümü "barışçıl komünist" partilerin ellerini güçlendirmiş ve Fidel'e de "Biz sana söylemiştik." eleştirilerini getirmişti.

 

3 Haziran 1975: La Higuera'da, Che'nin idam edilişi sırasında orada bulunan tek CIA yetkilisi Felix Rodriguez, tam da ABD Kongresi’nin CIA hakkında yabancı liderlere düzenlenen suikastleri araştırmak için başlattığı soruşturmanın ilk günlerinde, CIA'deki görevinden birdenbire ayrıldı. Gazeteci David Corn tarafından ele geçirilen bir belgeye göre, CIA'in "Che'nin canlı yakalanması" konusundaki bütün uyarılarına rağmen, Felix, Bolivya Genelkurmayı’nın idam emrini La Higuera'daki askerlere iletmiş, Che'nin "yüzüne" ateş edilmemesini isteyerek, ölümün çatışma sırasında olmuş gibi gösterilmesini sağlamaya çalışmıştı.

 

1 Temmuz 1995: Araştırmacı Jon Lee Anderson, bir söyleşisi sırasında, Che ve arkadaşları gömülürken orada bulunan Bolivyalı General Salinas'ın yıllar sonra yaptığı bir açıklamayı duyurdu: Gömüler Vallegrande yakınlarında bir dağ köyündeki toplu mezarda bulunuyordu! Bu açıklama, 2 yıl sürecek bir araştırmayı başlattı.

 

5 Temmuz 1997: Che ve arkadaşlarından kalanlar bulundu. Çıkarılan kalıntılardan birinin, elleri olmayan bir iskelet olması, araştırmanın doğruluğunu destekliyordu.

 

17 Ekim 1997: Che ve arkadaşları, Fidel’in, Küba'lıların ve dünyanın her yerinden binlerce insanın katılımıyla, Küba'nın Santa Clara şehrindeki anıt mezara yeniden gömüldüler.

 

Che, yaşamı boyunca, devrimcinin görevinin devrim yapmak olduğunu savundu. Dünyanın emperyalist güçlerine karşı ayakta durabilen, onların yaptırımlarına boyun eğmeyen, egosuz, karşısındakini koşulsuz sevebilen, kendi yaşamını inandığı idealler uğruna verecek kadar da "cömert" olan yeni insan tipinin bir simgesiydi o. Devrim için, gerçekleştirdikleri devrimi bırakıp yeniden yola çıktı. İnsan için katlanılamaz olanı fark etti, ona göre davrandı.

 

"Che davranışı", toplum değişiminin mücadeleden doğması gerektiğini öne çıkardı; devrimin kesinlikle halk desteğiyle olacağını ve olması gerektiğini kanıtladı.

 

"Che davranışı" ölümü göze alarak, başka topraklarda, tanımadığın insanlar için evrensel değerlerle savaşacak kadar da yüce bir yiğitliğin olması gerektigini gösterdi.

 

Ha! Bu arada, Che’nin ölüm emrini veren, dönemin Bolivya Devlet Başkanı diktatör Rene Barrientos’a ne oldu derseniz, Che’nin ölümünden 1,5 yıl sonra, bir “helikopter kazasında” öldü. Tanıdık geldi degil mi!?

 

Hasta la Victoria Siempre, Patria o Muerte!

Ileri

Birgun

Kaynaklar:

1. The death of Che Guevara, Peter Kornbluh

2. Che'nin ardından, Kıyı yayınları

3. The Resurrection of Che Guevara, Samuel Farber

17 Mar 2019

Sosyalist Küba icin Komünizmi cikardik



Küba Devriminin 60.yılına selam olsun!
 Küba’dan, devrimin 60. Yılı kapsamında Türkiye’ye gelen konuklardan, Juan Carlos Marsan Aguilera, Küba Komünist Partisi Merkez Komite üyesi ve Uluslararası İlişkiler Sekreter Yardımcısı ile Küba’yı, sosyalizmi, Küba’nın meselelerini ve Türkiye ile olan ilişkileri değerlendirdik.  Sayın Aguilera, mühendislik eğitimi almış, uluslararası politik ilişkiler konusunda yüksek lisans yapmış deneyimli bir politikacı.

Sayın Aguilera, Küba Anayasasından komünizmin çıkartılması Türkiye ve Dünya’da çok tartışıldı. Küba neden böyle bir değişiklik yapma ihtiyacı duydu.
Bu konu Küba’da da çok tartışıldı. Şu anda yapmakta olduğumuz sosyalizmi kurma süreci başlı başına zor bir iş ve bizim daha önce sahip olduğumuz bazı tarihsel referanslar başarısızlığa uğradı. Raul Castro’da sosyalizmi kurmanın henüz tanımadığımız ve keşfetmemiz gereken bir süreç olduğunu söyledi. Dolayısı ile sosyalizmi kurmak bizim için bir hedefken, komünizmi kurmak bundan çok çok daha uzak bir hedef. Şu andaki anayasa taslağı, Küba’nın sosyalist karakterinin altını bir defa daha çiziyor. Dolayısı ile hedef ve ideallerden vazgeçmemiz sözkonusu değil. Komünizme ait bütün referanslar, partinin tüzüğünde, programında korunuyor.

Neden daha önceki Anayasada veya Fidel döneminde bu değişiklik yapılmadı da bugün yapılıyor?
Şu anda ki anayasa 1976’da, sosyalist bloğun ayakta, hedeflerin de bambaşka olduğu bir koşulda yapıldı. Ben şu andaki teklifin günümüz koşullarına uygun yapıldığını söyleyebilirim. Yeni kuşakların önündeki tehditleri algılamalarına ve onlara cevap vermeye yardımcı olacak bir anayasa bu.

Küba’nın sağlık, özellikle kanser tedavisinde, kamu sağlığı uygulamalarında ne kadar başarılı olduğunu biliyoruz. Küba’da kanser tedavisi hizmeti almak isteyenlere ne önerirsiniz? Türkiye’de sağlık turizmi adı altında Küba’ya tedaviye götürüp mağdur olan var ya da Küba ile direkt temasa geçip başarı ile tedavi olan vatandaşlar var.
Küba sağlık ve bioteknoloji alanlarında çok ciddi yol almış bir ülke. En büyük kazanımlarımızdan birisi de kansere karşı mücadele ve kendi bulduğumuz aşılar ile ilgili. Bu konuda iki yöntem var. Birincisi, Küba bu konuda çok açık. Doğrudan tedavi almak isteyenler Küba’daki enstitüler ile bireysel olarak temasa geçebilirler. İkinci yöntem ise hükümetler arasında ikili anlaşmalar yapmak ve bu ilaçların doğrudan Türkiye’ye getirilerek tedavilerin doğrudan burada yapılması. Benim burada olmamın bir amacı da, iki ülke arasında iki halkın da çıkarına olacak bazı anlaşmalara Küba’nın açık olduğunu bir kez daha dile getirmek. Bunlar uzun süreçler fakat önemli olan bunu biran önce başlatmak.

Ekonomik politikalardaki bazı değişimlerden sonra uygulamaya giren özel işletmeler, örneğin pansiyon evler, sahiplerine önceye göre daha çok gelir edinme fırsatı verdi. Bu tür işletmeleri işletme şansına sahip olmayan Kubalilarla işletme sahiplerinin elde ettikleri gelir arasında bir fark oluşuyor mu? Oluşuyorsa bu bir sınıfsal farklılığın doğmasına yol açtı mı? Küba bu gelir eşitsiliğini dengeleyecek ne tür önlemler alıyor?
Özellikle sorunun ikinci kısmına dair bir çalışma var. Bizim gündemimizdeki en önemli konu, özellikle devlet sektöründe çalışan kesimin maaşlarını yükseltmek. Ama bunun için siyasi irade yetmiyor. Aynı zamanda ekonomik kaynak lazım. Kaynakları arttırmak için de gücümüzü arttırmaya çalışıyoruz. Bu konuda yürütülen çalışmaların başlıca ilgi alanı sanayi. Sanayi alanında çalışanların büyük çoğunluğu, maaşlarının dışında, şirketin elde ettiği gelirden de pay alıyorlar. Bundan sonuç aldığımızı da söyleyebilirim. Bu modeli uyguladığımız işletmelerde işçilerin aylık geliri iki katına çıkmış durumda. Maaşlarda yapılacak düzenleme başka meseleleri çözmeden tamamlanacak bir konu da değil. Örneğin hala ikili para sistemi ile devam ediyor olmamız. Halkın gelir seviyesini arttırıcı bir çalışma var ama bu bütünlükçü bir çalışma. Ülkenin bütün sorunlarını aynı anda ele alıp, hepsini gözeterek yapılması gereken bir çalışma bu. Küba’daki iş gücünün %80’i devlet sektöründe. Devlet şirketleri ekonominin başlıca motor gücü. Bu yüzden partinin ve bütün devlet kuruluşlarının en önemli gündem maddesi ekonomik meseleleri çözmek. Bu konuda çok fazla çaba sarfediyoruz.

Türkiye’nin Küba ile 20 Milyon USD ihracat, 13 Milyon İthalat hacmi var. Bu oldukça ufak bir miktar. Bunun az olmasını neye bağlıyorsunuz? Artması için her iki ülkenin üzerine düşenler nedir?
Bende aynı şeyi düşünüyorum, ekonomik ilişki seviyesi çok düşük. Yapılması gereken şu; (1) Birbirimizi daha iyi tanımak, (2) Birbirimize olanakları daha iyi anlatabilmek, (3) Özellikle Türkiye’de ki iş insanlarına Küba’da ki iş olanaklarını ve nasıl yapacaklarını iyi açıklamak. Bu yıl içinde Küba Dış Ticaret Bakan Yardımcımızın da olduğu bir heyet Türkiye’yi ziyaret etti. İstanbul ve Ankara’da toplantılar yapıldı, biz Küba’da ki iş olanaklarına dair sunumlar yaptık. Her Kasım ayında Havana’da bir ticaret fuarı yapıyoruz buradaki Türkiye’nin temsiliyetinin de artması gerekiyor. Bir yandan ABD Ablukası bütün bu finansal ilişkiyi kısıtlıyor. Yine de iki taraf karşılıklı adım atabilir. Bizim de, Küba’nın Türkiye’ye sunacak olanaklarını anlatmamız gerekiyor, sağlık gibi, turizm gibi. Haftada 3 defa Küba’ya uçan Türk Hava Yollarını çok önemli buluyoruz. Küba’nın eğitim ve sağlık hizmetlerini ihraç etmek gibi çok önemli deneyimleri de var. Hem Küba hem de Türkiye halkında birbirine karşı çok samimi bir dostluk hemen göze çarpıyor. Bu benim ikinci ziyaretim ve bunu her geldiğimde hissediyorum. Özetle iki tarafın da birbirini çok daha iyi tanıması gerekiyor.

2014’de Obama ile başlayan ve normalleşme sürecine giren Küba-ABD ilişkileri var. Aynı zamanda 2014-2016 arasında da Küba ile iş yapan 49 uluslararası şirkete, Ablukayı ihlalden milyar dolarlara varan cezalar da kesildi. Bunun nasıl bir normalleşme olduğunu anlamakta zorlanıyoruz. Obama sonrasında, Trump yönetimi ile ilişkiler nasıl değişti? Eğer 2020’de Trump yeniden seçilirse bu normalleşme nereye dönüşür?
17 Aralık 2014’de Obama Hükümeti ile Küba, ilişkilerin normalleşme sürecini başlattı. Ablukanın Küba’daki sosyalist düzeni çökertmeye dair başarısız bir uygulama olduğunu herkes bilmesine rağmen hala ısrarla devam ettiriliyor. Kimi başlıklarda adımlar atıldı ama Obama Hükümetinin bunları olumluya çevirmes kapasitesi yoktu. Bazı başlıklarda, hem Küba hem de ABD’nin çıkarına olanlar da, olumlu gelişmeler de oldu. Fakat şu anda ki ABD hükümeti ile bu süreç kesintiye uğradı. Bu yılın Haziran ayında imzalanan bazı uygulamalarla bu süreç neredeyse Obama öncesine kadar geri geldi. Ayrıca Küba’ya sürekli saldırganlık içeren bir söylem dönemine geri dönülmüş durumda. Küba ve ABD arasındaki ticareti kısıtlayan adımlar atıldı. ABD vatandaşlarının Küba seyahatlerine engeller çıkarıldı. Bir ABD vatandaşının gitmek için devletinden izin alması gereken tek ülke Küba! Biz hep şunu söyledik, ilişkilerin normalleşmesi için biz hep açığız. Aramızdaki farklara rağmen, uygar olarak bir arada yaşamayı öğrenmemiz lazım. Normal bir ilişkinin birinci koşulu da ablukanın derhal kaldırılması. Bu çok açık olarak bir suç, bir halkı cezalandırma yöntemi. Üstelik uluslararasında meşru olmayan bir politika. Bütün dünya bu ablukayı red ediyor. Küba halkının seçtiği kişi ve kurumlara ait yıkıcı bütün faaliyetler durmak zorunda. Bu vesile ile bizimle dayanışma içinde olan bütün dostlara ve hareketlere de teşekkür etmek isterim.

Röportaj: Cüneyt Göksu


9 Eki 2017

Değişen Küba’nın Değişmeyenleri



 
Amerikan Kızılderilileri’nin şöyle bir deyişi varmış:
Bir insanı yargılamadan önce, gökte üç ay eskiyinceye dek, onun makosenlerinde yürü.”

Dışarıdan bakınca pek çok yaşam yanlış, mantıksız bazen de delice gözükebilir. Dışarıda kaldığımız sürece insanları, yaşamlarını ve ilişkilerini yanlış da yargılayabiliriz. Yalnızca içinden, yalnızca gökte üç ay değişene dek onun makosenleri içinde yürüyerek, o insanın davranışlarına yönelten sebepleri anlamaya başlayabiliriz. Anlayış bilgili olmanın kibiriyle değil, alçak gönüllülük ile doğar.

İnsanı anlamaya yönelik bu cümleleri Küba için de sarfetmemek olanaksız.

1959’daki Devrim’den sonra, ağırlıklı olarak Sovyetler Birliği destekli bir ekonomik gelişim sürdüren Küba, Sovyet Bloğunun dağılmasıyla ortaya çıkan ekonomik sorunlarının çözümü için, Turizm ve BioTeknoloji Sanayini seçti. Öz sermayesi de bu alandaki yatırımları yapmaya yetmediği için İspanya, Kanada ve Almanya’daki yatırımcıların girdileri ile adada uzun zamandır devam eden, yükselen bir turizm faaliyeti sürmekte. Eğitime yaptığı yatırımın karşılığı olarak, bu yeni iş kollarındaki ihtiyacı besleyecek altyapıya sahip Küba’da süregelen bir diğer alan ise, bireysel olarak turizm sanayinden beslenen girişimciler. Bunların arasında taksicilerden, evinin odasını kiralayanlara, ya da turistlerle fotoğraf çektirip bu hizmetlerden gelir elde edenler, sokak sanatçıları gibi birçok yeni iş kolu var. Obama ile başlayan, gittikçe de hızlanan, ABD’den Küba’ya doğru bir turist akımı da var. Gerçi son zamanlarda Trump yüzünden bu olanaklar azalsa da Delta, BlueJet, Amerikan gibi havayolları Atlanta, Newyork, Miami çıkışlı seferler yapıyorlar. 

Ülkenin batısında Brezilya-Küba işbirliği ile kurulan, 465 km’lik Mariel Özel Kalkınma Bölgesi gibi özel yatırım alanı kolaylıkları ile yabancı sermayenin girişinin daha da hızlandığını ileride görebiliriz. Yatırımcıdan alınan vergiler yarı yarıya düşüyor. Gelen yatırımcıya kamulaştırmaya gidilmeyeceği güvencesi veriliyor. Geçmişten farklı olarak eğitim, sağlık ve askeri yatırımlar haricindeki alanlar yabancı sermayeye açılıyor. İktisadi ortaklıklar ve karma yatırımlar teşvik edilse de şirketlerin kendi başına yatırım yapmalarının önünde bir engel kalmıyor.

Bütün bu yenilikleri birleştirince Küba’daki değişime şahit olmamak mümkün değil.

Ada’ya beraber geldiğim, ilk defa adayı ziyaret eden dostlarım, Küba Sosyalizmi’nin nasıl işlediğinden, rom’la yapılan kokteyl çeşitlerine kadar çok geniş bir yelpazeyi, Küba’yı, yaşayıp tartışırken, yıllardır yaşadığımız Türkiye coğrafyasının değerleriyle anlamlandırmaya, kafalarda bir yerlere yerleştirmeye çalışırken, ben Küba’daki değişimleri, 2003’den beri tanışık olduğum sokakları, evleri, insanların ve yaşamlarının nasıl değiştiğini veya yer yer de hiç değişmediğini gözlemeye gayret ettim. Bazı şeyler değişirken, zamana ve şartlara yenik düşerken, bazı şeylerin de çelik gibi nasıl kalabildiğini anlamlandırmaya çalıştım.

İstanbul – Moskova – Havana hattından geldik adaya. Yaklaşık 13 saatlik uzun bir Moskova - Havana uçuşundan sonra, zamanında Jose Marti Uluslararası Havalimanı’na konduk. “İnen Uçaklar” panelindeki sayının her yıl arttığını söyleyebilirim, demek ki, turizmde işler yolunda gidiyor. Fiatlar her yıl CUC/Euro bazında artıp, Türkiye’den gidenler için pek de ekonomik bir tatil olmaktan uzaklaşsa da, Amerika kıtasından adaya gelen çok. Pasaport kontrolü ve bagajların çıkışı da tamamlandıktan hemen sonra, çıkıştaki döviz gişelerinin önünde buluştuk. Havalimanının içindeki döviz gişeleri dışarı taşınmış, bu da içerideki trafiği oldukça rahatlatmış. Olumlu bir gelişme. Havalimanının dışında taksi için turistleri yönlendiren görevliler, bizim gibi kalabalık gruplar için minibüs-taksi ayarlarlar. Bu konuda da oldukça profesyonel bir hizmet aldık ve Vedado merkezdeki küçük otelimize doğru yola çıktık.

Havana’da, 3-yıldızlı küçük bir otelde kalıyoruz. Eksikleri hiç bitmiyor. Bu defa da suyu kontrollü olarak veriyorlardı. Otelde ücreti karşılığı (2 CUC/saat) Internet Kartı alıp kullanabiliyorsunuz, üstelik Küba’nın her yerinde! Geçtiğimiz on yılı düşününce, bu çok önemli bir gelişme. Ayrıca Trinidad ve Vinales’de kaldığımız evlerde ev sahipleri ile yaptığım sohbetlerde, 3-4 kişinin birleşerek internet hizmeti alarak ortak kullandıklarını öğrendim.

Sabah otelden çıkıp Malekon boyunca yürürken, sahildeki küçük stadyumda spor yapanlar göze çarpıyor. Boks antremanı yapanlar, koşanlar, duvar tenisi yapanlar, beyzbol oynayanlar... Spor, Küba insanının günlük hayatında var, toplum sağlığı açısından özendiriliyor. Ulusal spor olan Beyzbolun yanında, futbolun yaygınlaştığı söyleniyor. Yıllar önce Birgün gazetesi adına adaya geldiğimde, Avrupalı gazeteciler ile bir takım kurup futbol oynama gafletinde bulunmuştuk gençlerle. Bizi evire çevire yenmişler, üstüne de bira ısmarlatmışlardı...

Değişmeyen güzel şeylerin başlarında Meliha Cohiba otelinin karşısındaki Jazz Cafe geliyor. 10 CUC (yaklaşık 10 Euro) giriş ücreti olan bu mekanda, Havana’daki iyi jazz grupları ve solistlerini dinleyebilirsiniz, üstelik 10 CUC tutarı kadar yiyecek/içecek alarak. Mekan soğuk. Küba’nın sıcak iklimine aldanıp üstünüze birşey almadan gitmemelisiniz.

Değişmeyen bir diğer konu Kübalı kadınların ve erkeklerin kendine olan özgüvenleri. Güzellik olgusu kültüre, coğrafyaya, alışkanlıklar ve yaşam biçimine göre değişiyor galiba. Küba insanının kendine özgü güzellik anlayışı ve özgüveni birleşince, yıllardır değişmeyen hızlı sosyalleşme ve çevrelerine karşı hızlı uyum gösterme davranışlarının hiç değişmeden aynı kaldığını söyleyebilirim. Kadınlar yine beğendikleri bir erkek olduğunda bunu çekinmeden gösteriyorlar, erkekler, özellikle de genç olanları çok bakımlılar, hatta zaman zaman, kadınlardan bile daha çok.

Eski Havana’nın durmak bilmeyen değişimi ve tamiratı da devam ediyor. Restore edilen evlerle, hala tamir edilmeyi bekleyen evler yanyana. Yavaş ama kararlı bir değişim süreci var bu bölgede. UNESCO’nun da desteği ile, Malecon bölgesindeki tamirat sonucunda değişen evlerin bir kısmı, otel, restoran, kültür sanat merkezi veya sosyal alanlara çevriliyor. İnsanlar daha yeni, toplu konutlara taşınıyor. Devrim’den sonra herkes oturduğu yerde kalmaya devam etmiş, ama uzun yıllar bakım görmeyen evlerin yenilenebilmesi için de kaynak olmadığından zor şartlarda yaşanmış.

Klasik Amerikan Arabaları, kendileri kadar klasik bir başka hiç değişmeyen Küba gerçeği. Hala çok iyi durumda olmaları, Küba gibi yıllardır zamana ve 50 yıllık ABD ablukasına meydan okurcasına dirençli olmaları, sahiplerinin göz bebeği olarak işlerine devam etmeleri yanında, değişen şey, artık sahiplerinin bu araçları küçük birer işletme gibi kendi hesaplarına taksi olarak kullanabildikleri gerçeği. Küba’da benzin, Venezuella’nın desteğiyle yaklaşık 1.5 CUC. (3TL) klasik araba sahipleri de normal taksicilik ve günlük/saatlik kiralamalarla hem masraflarını çıkarmaya hem de ek gelir elde etmeye çalışıyorlar. Bu araçların motorları çoğunlukla yenilenmiş. Konuştuğum şöförler motorların çoğunun Mercedes olduğunu söyledi.

Havana’nın bir diğer değişmezi, Eski Havana’da bulunan “Almacenes San José”. Burası eskiden antrepo olarak kullanılan kocaman bir alanken, Kübalı sanatçı ve hediyelik eşya üreticilerinin eserlerini satabilmeleri için yeniden düzenlenmiş ve ortaya Havana’nın önemli resim ve hediyelik eşya pazarlarından biri çıkmış. Bence Küba seyahati boyunca hediyelik eşya olarak ne alsam diye düşünmeye gerek yok. Son gün Havana’dan ayrılmadan önce 2-3 saatinizi buraya ayırmak yeterli. Çeşit çeşit mıknatıslar, ahşap işleri, puro aksesuarı, müzik aleti, biblo ve takı’nın yanında, resim, puro ve rom alabileceğiniz, gerektiğinde para bozdurabileceğiniz yerler mevcut. Yalnız unutulmaması gereken çok önemli birşey var, satın alınan resimler için, sanatçı ile beraber giderek kayıt bürosuna resim kayıtlarının yaptırılması gerekiyor. Yaptırmazsanız çıkışta resmi görevliye ödeyeceğiniz ücreti, gümrük memuruna ödemek zorunda kalabilirsiniz. Antrepo’da satılan herşey pazarlığa açık.  

Yıllar içinde sayıları daha da artan sokak pizacılarını her yerde görmek mümkün. Havana’da neredeyse her evin, Kırsalda ise caddeye bakan evlerin verandalarında saçtan yapılmış, iki katlı, derme çatma  küçük fırınların içinde, alt sırada közlenmiş kömür, üst sırada ise tek porsiyonluk pişen peynirli pizzalar, Küba’nın en güzel atıştırmalık öğle yemekleri, üstelik sadece 0,5 CUC.  Pizza çeşitleri artmış ve yerel kültüre uyan değişik tadlar görmek mümkün. Ama alışkın olmayanlar için peynirden şaşmamak en iyisi. Her gittiğimde restoranların sayıları ve çeşitliliği de artıyor. Küba mutfağı bir gurme mutfağı değil ama ilk bir kaç gün yedikleriniz, daha sonra kendini çok tekrar edeceğinden, zaman zaman Paladar yani küçük, ekonomik ev restoranlarını, zaman zaman da daha çok çeşidi olan restoranları denemek iyidir.

Trinidad’daki Ancon Plajı da değişmeyenler arasında. Bence burası Küba’nın en özel yerlerinden biri. Öncelikle Varadero gibi turistlerin yoğun olduğu bir kumsal değil, çok tesis yok, upuzun plajda herkese yer var. Herkesin özgürce dinlendiği, eğlendiği ama kimsenin kimseyi rahatsız etmediği Ancon’da kumsalın hemen yanındaki küçük işletmelerden içecek almak, birşeyler yemek mümkün. Fakat deniz’e serinlemek için değil, ıslanmak için girilebilir ancak, o kadar da sıcak!.

Havana’da yıllardır azalmaya yüz tutan “politik panolar”ın sayısı aynı eğilimle azalmaya devam ediyor. 2003’de ilk gittiğimizde gördüğümüz, ABD’yi yerden yere vuran panolar artık neredeyse yok. “Abluka”ya ait birkaç pano var. Havana’nın merkezi yerlerinde ise neredeyse bunlardan da hiç yok. Havana’nın aksine kırsalda ve yol boyunca daha çok politik pano göz çarpıyor. Reklam kaynaklı ses ve görsel kirlilik zaten hiç yok. Fidel ve Che’nin sözlerini, resimlerini de buralarda daha çok görmek mümkün. Duvar boyama faaliyetleri patlama yapmış, duvarlar rengarenk. İlköğretim okullarındaki duvar boyamaları, bunları yapan öğrencilerin içindeki renkleri, coşkuyu, sevinci anlatırcasına cıvıl cıvıl. Okul duvarlarında bulaşıcı hastalıklara karşı bilgilendiren, kişisel temizlik konusunda da eğiten ve politik öğretiler içeren afişler görmek mümkün.

Neşeli insanlar, temiz, sağlıklı, pırıl pırıl giyinmiş okul çocukları, çalışan veya dilenen hiçbir çocuğun olmaması, “Bir Dolar” isteyen ya da “Amigo Taxi” diyerek el sallayan insanların sayısının kırsala doğru gittikçe azalıyor olması da Küba’nın değişmeyenlerinden.

Değişen göç yasası ile Kübalılar’ın ülke dışına çıkışları, yurt dışında çalışmaları ve ailelerine para göndermelerinde kolaylıklar sağlanmış. Küçük işletmelerin daha da varolması özendiriliyor, herkesin kendine ait toprağını daha çok ekip biçmesi teşvik ediliyor. Bunun en hızlı yansıması da sokaklarda görülüyor. “Domates-Biber-Patlıcan” diye bağırmasa da, el arabaları ile sebze ve meyve satanların sayısında artış ve çeşitlilikte var. Berberlik, terzilik, taksicilik, atıştırmalık satışları, restoran işletmeciliği gibi türlü iş kollarında bireysel işletme lisansı almak mümkün. Son yapılan düzenlemeler ile 120’den fazla iş kolu bu tanıma giriyor. En ilginci ise “Dandy”ler. Bunlar yerel Küba kıyafetleri giyip, para karşılığı turistlere görüntü verenler. Bir başka değişikliği Havana’daki Amerikan Konsolosluğu önündeki kalabalıkta gördüm. Karşılıklı giden/gelen trafiğinin bir artışı olarak düşünülebilir. Küba, bu 11 milyonluk küçük ülke, toplam 50 üniversitesi, üniversitelere bağlı 73 araştırma merkezi, 2 milyondan fazla öğrencisi ve son 40 yıl içindeki 700.000 üniversite mezunu ile eğitimli nüfus olarak Amerika kıtasının en önde gelen ülkesi.

Kırsala gittikçe hayat daha yavaş, çok daha sade, insancıl ve dingin. Örneğin Vinales’deki tütün işçisi Gerardo hiç yaşlanmıyor. 2003’de tanıdığımız ellilerindeki Gerardo’da tek tel beyaz saç yok. Babası yetmişlerinde, arka bahçede elinde maçete ile işini görüyor. İşini bitirip de yanımıza geldiğinde yakıyor bir puro ve sohbet ediyoruz. Gerardo’nun mutfağında propan gazlı ve odun ateşinden iki ocak var. Bize kahve yapıyor, tütün yapraklarını önümüze serip, puro sarıyor. Yaprağın ortasındaki damarın çıkartılması gerektiğini çünkü ençok nikotinin burada olduğunu öğreniyoruz. Gerardo’nun purolarından satın alıyoruz, kendimize ve Türkiye’deki dostlarımıza.

Küba mutfağı zengin değil. Malzemeler kısıtlı. Kübalılar için yemek bir araç, amaç değil. Bizim gibi uzun masa başı sohbetleri yok. Evlerde kaldığınızda istakoz denemeniz gerekiyor. Ev sahibinizin aşçılığı konusunda şanslıysanız, ızgarada yapılmış ya da salsa soslu fırında lezzetli bir istakoz yiyebilirsiniz.  Bunun dışında deniz ürünlerini (balık, karides, kalamar) denemelisiniz. Kırmızı et pek yok. Tavuk ve domuz diğer yaygın et ürünleri. Vejeteryanlar için çok az seçenek var. Genellikle muz kızartması, pirinç, fasulye, kabak ve yuka’dan başka seçenecek bulmak zor.

Güzel başlayan, heyecanlı devam eden gezinin sonunda bizi bir süpriz bekliyordu; IRMA!

IRMA

Küba’ya vardığımızdan beri güneyden kuzeye bizi takip eden bu kasırganın, dönmeden bir gün önce Cuma günü Havana’ya ulaştığımızda, Havana’ya ulaşması kesinleşmiş, Jose Marti Havalimanının kapanmasına sebep olmuştu. Diğer Havayolları gibi Rus Havayolları da 3 günlük uçuşlarını iptal edince en az 3 gece daha Havana’da kalacağımız kesinleşti ve B planına geçtik; önce denizden uzakta bir eve taşındık ki denizden gelecek su baskını bir tehdit oluşturmasın. Arkasında, IRMA’nın Havana’ya Cumartesi gecesi ulaşacağı bilgisi gelince de 2-3 günlük gıda alışverişi için marketlere gittik. Küba’lı Luis’in bu konuda bizlere çok yardımı oldu. Arabası ile bizi market market dolaştırıp, su, muz, makarna, yumurta, ekmek, peynir vb. malzemelerden oluşan yığınağımızı yaptık. Kübalılar fırtına koşullarına alışkın olduklarından, daha sakin ve dikkatlice hazırlıklarını yapıyorlardı. Evlerin üzerindeki su tankları sağlamlaştırılıyor, cam çerçeve elden geçiyordu. Akşam üstü ev sahibimiz elektriklerin kesileceğini söyledi ve yaklaşık 4 günlük elektrik kesintisi başladı.

Fırtına gecesi en zoruydu! 150-200 km/saat ile denizden esen rüzgar yüzünden evin denizin ters tarafında kalan avlusunda toplanıp, mum ışığında, az uykulu bir gece geçti. Eski koloniyel taş binalardan olan, oldukça sağlam ve bakımlı evimizin bahçesine bakarken, ev sahibi sürekli kesinlikle dışarı çıkmamamız gerektiğini hatırlatıyordu. Yağmur yoktu ama sert rüzgar, denizin yükselmesiyle de, sahilden itibaren 2-3 bloğu sular altında bırakmıştı.

Pazartesi sabahı ilk işimiz Havana’daki Rus Havayolları ofisine gidip biletleri değiştirmek oldu ve uzun uğraşlardan sonra alabildiğimiz bilet Perşembe uçağı idi. Pek de iyi olmayan bu durum dönüşte uğradığımız Türkiye Büyükelçiliği’nde yaşadıklarımızla biraz da zor duruma soktu bizi. Elçilik de, IRMA’dan nasibini almış, temizlikle uğraşıyordu, elektrik jeneratör ile sağlanıyordu. Telefonlarımızı doldurduk, birer bardak çay/su içtik. Evde içme suyunun azaldığını, bize biraz su ve yiyecek takviyesi yapabilirler mi diye sorduğumuzda olumsuz yanıt aldık.
Yol boyu Havana’daki tahribata şahit olduk. Deniz, kıyıdan 2-3 blok içeri gelmiş, bazı evlerin ikinci katlarına kadar ulaşmıştı. Kurtarma ekipleri çalışıyor, polis ve asker binalarda güvenliği sağlıyordu. Genel bir panik havası olmamakla birlikte, sakin bir şekilde insanlar temizlik yaparak normal hayata dönme gayreti içindeydi. Olağanüstü koşullar içinde, fırsatçılık yapanları da gördük, otostop yaparken bizi arabasına alıp istediğimiz yere bırakanları da.

Küba, özlediğimiz ve özendiğimiz “başka bir dünyanın ve insanın var olabileceği” mücadelesine,hayatta kalma direncine saygıyla, sevgiyle destek verdiğimiz bir ülke. Birçok gidenin, “biz başaramadık ama onlar inatla ve inançla direniyorlar, başarsınlar!...” dediği, kafa yorduğu da bir ülke. Küba’yı, özellikle mücadelesini anlamak kolay değil. Küba’yı sadece “Sosyalizm”i anlamaya çalışarak, oradaki yaşamı Sosyalizm’e, Sosyalizm’i de Küba’yla özdeşleştirmek de bence doğru değil. Kendi koşullarımız içinde onları anlamamız zor.

Gerçek olan, Küba kendi güncel ve tarihi şartları içinde, Sosyalist geçmişini ve karekterinin eksenini kaydırmadan, eşitlikten, dayanışma ruhundan vazgeçmeden, bir yaşam ve varolma mücadelesi veriyor. Kararları halk alıyor, deneniyor, uyguluyor, öğreniyor. Başarılı olmayan pratikler varsa ısrar etmiyor, yeniden sorguluyor. Bu mücadeleyi ve dönüşümü, devrimi yapan nesil ile devrimden sonra doğanlar kollektif bir şekilde birbirini anlayarak ve en önemlisi el vererek yapıyor. Bu çok uzun soluklu bir dönüşüm, var olma mücadelesi. Çünkü kapitalizm ve yıkıcı etkileri hemen suyun öbür tarafında, kapıda bekliyor.

Kübalılar ablukanın zorluğuna rağmen, hala en gelişmiş ülkelerden daha neşeli, daha sağlıklı, daha mutlu ve en güzeli daha onurlular. SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni dünya düzeni, ABD'nin Fidel başa geldiği günden beri süren yıkma girişimleri, suikastler ve ablukaya rağmen, ayakta kalabilmeyi başardılar. Ülkeye gönül bağı olanların Küba’ya ve halkına sevgisinin ve saygısının artması olağandır.

“Başka gökler altında son saatim geldiğinde, benim son düşüncem bu halk ve özellikle sen olacaksın. Öğrettiklerin için ve eylemlerimin en son sonuçlarına dek sadık olmaya çalışacağım; örneğin için sana teşekkür ettiğimi, devrimimizin dış politikası ile her zaman özdeşleştiğimi ve buna devam edeceğimi, sonumun geldiği herhangi bir yerde Kübalı devrimci olmanın sorumluluğunu duyacağımı ve öyle davranacağımı, çocuklarıma ve karıma maddi hiçbir şey bırakmadığımı ve bundan üzüntü duymadığımı, aksine sevindiğimi, onlar için hiçbir şey istemediğimi çünkü devletin onlara yaşama ve eğitim görmeleri için gereken her şeyi vereceğini biliyorum.
Hasta la Victoria siempre! Patria o muerte!"
Ernesto Che Guevara...

Değişerek, değişmemesi gerekenlerin koruma mücadelesini veren Küba’ya bin selam olsun!