latin amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
latin amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eki 2021

Che Yaşıyor!


 1928 - 1967 yılları arasında yaşayan, Arjantin doğumlu, Ernesto "Che" Guevara Lynch, Küba devriminin üç komutanından biridir. Bu derleme, onun, 1965'de Fidel'e yazdığı veda mektubunun ardından ortadan kayboluşundan, 9 Ekim 1967’de Bolivya'da öldürülüşüne kadar geçen zamanda, farklı kişiler ve devletler tarafından hazırlanan belgeleri inceleyerek, neler yaşandığını, ABD'nin ortadan kaldırmak için onu 2 yıl boyunca nasıl adım adım izlediğini, neleri planladığını, bu yapılanların günümüzde yaşananlarla ne kadar benzerlik gösterdigini anlatmak adına yapıldı.

 

Che, 1961 – 1965 arasında, Küba Büyükelçisi olarak bütün dünyayı dolaştı. Sovyet Komünizmi’nin işleyişi konusunda uğradığı hayal kırıklığını, 1965 Şubat’ında yaptığı bir konuşmada dile getirdi. Küba’ya yaptığı baskıyla Sovyetler Birliği Latin Amerika’daki devrimci hareketi desteklemek yerine, Küba’dan sosyalist bloktaki “iş gücü görevini” yerine getirmesini istiyordu. Che, Afrika, Asya ve Güney Amerika’da gerilla tarzı devrimci hareketin gerekliliğini savunuyordu.

 

3 Ekim 1965: Fidel bir konuşmasında, Che'nin Nisan ayında yazdığı veda mektubunu açıkladı. Bu mektupta Che, "Küba Hükümeti’ndeki bütün haklarından vazgeçtiğini, Küba devrimi adına bütün görevlerini yerine getirdiğini" söyleyerek, silah arkadaşlarına ve kendi halkı olarak gördüğü Kübalılara “elveda” diyerek Küba’yı terketti.

 

18 Ekim 1965: CIA Analisti Brian Latell tarafından hazırlanan bir rapora göre, Che'nin Küba'yı terkedişi şu gerekçelere bağlanmıştı. "1964'den itibaren Che'nin Küba Hükümeti içindeki gücü zayıflamaya başladı. 1963'te, Che'nin planı olan, devrimin ilk 5 yılındaki sanayileşme ve merkezileşme politikaları, Fidel'in iktidarda olduğu dönem içinde ekonomiyi kötü duruma getirdi. Che, ekonomide Sovyet modeli yerine, Çin modelini temel alıyordu. Bir diğer problemse, Che, dış politikada ‘devrimci duruşundan hiç taviz vermeden’, Küba Devrimi’ni Latin Amerika ve Afrika'ya ihraç etmeyi hedefliyor, diğer Küba liderleriyse bütün dikkatlerini Küba Devrimi’nin gelişmesine ve iç problemlere vermek istiyordu. 1964’te çıktığı üç aylık dünya turundan döndüğünde, uyguladığı politikaların çalışmadığını gördü ve devrim mücadelesini dünyanın başka bölgelerinde vermek üzere Küba'yı terketti."

 

1966: Che, Eylül - Kasım arasındaki bir tarihte, Uruguay pasaportuyla, ülkedeki komünist gerilla hareketine liderlik etmek üzere, Bolivya'ya ulaştı. Bolivya'yı seçmişti çünkü; diğer Latin Amerika ülkelerine göre Bolivya, ABD çıkarları için "daha az tehlikeliydi”; Bolivya'daki sosyal durum ve gelir dağılımı dengesi, devrimci ideolojinin gelişmesine uygundu;  son olarak da Bolivya, 5 ülke ile sınırdaştı, eğer gerilla hareketi başarılı olursa devrimin bütün Latin Amerika'ya yayılması çok kolay olacaktı.

 

Bahar 1967: Mart - Ağustos arasında, Che ve gerilla birliği, 6 ay boyunca Bolivya ordusuyla çatıştı.

 

28 Nisan 1967: Bolivya Silahlı Kuvvetler Komutanı General Ovando ve Bolivya'daki ABD birliği arasında, CIA tarafından organize edilerek imzalanan işbirliği anlaşmasıyla, ortak bir askeri birlik kuruldu. Birliğe Panama'daki ABD Özel Kuvvetlerinden 16 asker dahil edildi. Daha sonra bu birlik, ABD ekipmanı ve CIA ajanlarının desteğiyle Che'nin tuzağa düşürülüp yakalanması için çalışacaktı.

 

11 Mayıs 1967: ABD Başkanı Lyndon B. Johnson'a sunulan bir raporda, Che'nin "hayatta" olduğu ve Güney Amerika'da "operasyonel" durumda olduğu rapor edildi. Çünkü, Küba'dan ayrıldığından beri haber alınamayan Che'nin "öldüğü" sanılıyordu.

 

Haziran 1967: CIA ajanı Felix Rodriguez aldığı bir telefonda, Güney Amerika'da özel bir göreve çağrıldığını, kontr-gerilla tecrübesinin kullanılacağını, Bolivya'da operasyonda bulunan Che ve arkadaşlarının izinin sürülmesi ve yakalanması konusunda görevlendirildiğini öğrendi.

 

26-30 Haziran 1967: Sovyet Dışişleri Bakanı Aleksei Kosygin Küba'yı ziyaret etti. CIA kayıtlarına göre bu ziyaretin iki sebebi vardı: Birincisi, Orta Doğu’daki Arap-İsrail krizi konusunda Fidel'i bilgilendirmek; ikincisiyse, Latin Amerika'daki Küba devrimci faaliyetlerini Fidel'le tartışmaktı. CIA kayıtlarına göre Kosygin, "Che'nin Bolivya'daki gerilla faaliyetlerinin komünizme zarar verdiğini, ‘sosyalist’ olduklarını söyleseler bile hükümet karşıtı güçlere, destek vermenin, Latin Amerika'daki Sovyet destekli komünist partilerin çalışmalarını zorlaştırdığını" söylüyordu. Buna karşılık Fidel, "Küba'nın, Latin Amerika'daki her ülkeye, bağımsızlıklarını kazanmaları için her türlü desteği vereceklerini, Sovyetler Birliği’nin kendi başlattığı devrim geleneğine sırtını döndüğünü" söyleyerek cevap veriyordu.

 

Ağustos 1967: Rodriguez, Bolivya'nın La Paz şehrine ulaşarak, CIA'in oluşturduğu askeri birlikle ve karşı-devrimci Gustavo Villoldo'yla tanıştı. 31 Ağustos'da, ABD destekli Bolivya ordusu gerillalara karşı ilk zaferini kazandı. Che'nin adamlarının üçte biri öldürüldü. Paco olarak bilinen Jose Castillo Chavez, canlı ele geçirildi.

 

Eylül 1967: Rodriguez, Albay Saucedo'la beraber Vallegrande'ye giderek Paco'nun sorgusuna katıldı. Bolivya hükümeti uçaklardan attığı broşürlerle, Che'nin başına 4200 USD ödül koyduğunu duyuruyordu. Bolivya'nın güneydoğusundaki ormanlarda, gerillalara destek veren on beş kişilik bir grup yakalandı. İçişleri Bakanı yaptığı bir konuşmada, ele geçen belgeleri, parmak izlerini ve fotoğrafları göstererek "Che Guevara’nın ülkede olduğunu, Küba, Peru, Arjantin ve Bolivya'lılardan oluşan bir gerilla hareketi içinde bulunduğunu” anlattı.

 

26-27 Eylül 1967: Che ve adamları La Higuera'ya geldiler, fakat köy boşaltılmıştı; tuzağa düştüler. Çıkan çatışmada, Che'nin takım liderlerinden Bolivya'lı Roberto ve Küba'lı Antonio öldürüldü; kalanlar Rio Grande'ye doğru geri çekildiler. Ajan Rodrigez, Albay Zenteno'dan, ABD tarafından eğitilen özel birliğin çatışmaya girmesini istedi; çünkü öldürülen Antonio, ona, Che'nin yakınlarda olduğunu düşündürmüştü. La Higuera çatışmasından sonra yapılan taramada, "Gamba" adlı bir gerilla daha yakalandı. Gamba, yapılan sorgulamada gruptan ayrı düştüğünü ve "Che"ye yetişmeye çalışırken yakalandığını itiraf etti.

 

29 Eylül 1967: Albay Zenteno, 650 kişilik, ABD Özel Kuvvetler komutanı Albay Shelton tarafından eğitilmiş birliği çatışmaya, Vallegrande'ye gönderdi. Che ve arkadaşları, Valle Serrano'nun ormanlık alanında kuşatma altına alındı.

 

8 Ekim 1967: Che'nin son çatışması, Quebrada del Yuro bölgesinde oldu. Gerillalar saklandıkları kulübede, özel birlik tarafından kuşatmaya alındı. İlk açılan ateşte, Che bacaklarından vuruldu ve yürüyemeyecek duruma geldi. Gruba liderlik eden Bolivya'lı madenci Sarabia tarafından ateş hattından uzaklaştırıldı; fakat özel birliğin ateşi altında, kolundan da vurulan Che, silah kullanamayacak duruma geldi ve çevresi sarılarak tutsak alındı.

Özel birliğin komutanı Yüzbaşı Prado, Albay Zenteno'ya özel bir mesaj geçti: "Hello Saturno, we have Papa!" Zenteno, yakalanan Che, Sarabia ve 5 gerillanın 7 km ötedeki La Higuera'ya transferini istedi. Yürüyemeyecek durumda olan Che bir battaniye üzerinde, 4 asker tarafından taşınarak bir okulun sınıfına kapatıldı.

 

9 Ekim 1967: Walt Rostow, ABD Başkanı’na, Che'nin "bir süredir kendilerinin eğittiği Bolivya birliği" tarafından yakalandığını raporladı.

 

Sabah 6:15: Ajan Rodrigez ve Albay Zenteno helikopterle La Higuera'ya geldi. Rodrigez’in ilk işi Che’yi görmek ve sohbet etmek oldu, onun, günlüğünün ve diğer belgelerin fotoğraflarını çekti. Hemen ardından Peru veya Brezilya'daki CIA istasyonuna mesaj çekerek durum hakkında bilgi verdi.

 

Sabah 10:00: Bolivya'lı yetkililer, Che'ye ne yapacaklarına bir türlü karar veremiyorlardı. Onun tutuklanarak yargılanması, bütün dünyanın dikkatini ona ve Küba'ya yoğunlaştıracaktı; Bolivya Devlet Başkanı General Rene Barrientos Che'nin hemen oracıkta idam edilmesine, fakat resmi olarak, savaşta aldığı yaralar yüzünden öldüğünün duyurulmasına karar verdi. Rodriguez, Vallegrande'deki karargahtan Che'nin ve arkadaşlarının idam edilmesiyle ilgili emri aldı ve Albay Zenteno'ya iletti. Fakat bu kararın ABD hükümeti tarafından onaylanmadığını; Che'nin hayatta kalması için her şeyin yapılacağını söyledi; ABD ve CIA, Che'yi Panama'daki ABD üssüne götürmek üzere bir helikopter hazırlamıştı.

 

Rodriguez, Bolivya'lıların ikna olmayacağını fark edince hemen Che'nin yanına gitti ve durumu ona anlattı, Che, karısı ve Fidel'e iletmesi için ona son mesajlarını verdi ve Rodriguez odayı terketti.

 

Saat 13:30: La Higuera'da Bolivya'lı askerler arasında idamı gerçekleştirmek için kura çekildi ve Çavuş Jaime Teran seçildi. Teran odadan içeri girdiğinde, Che, elleri arkadan bağlı, sırtı duvara dayalı oturuyordu, çavuşa baktı ve ayağa kalkana kadar beklemesini söyleyerek doğruldu. Che'nin hareketlendiğini gören çavuş korkarak dışarı çıktı, fakat Albay'dan aldığı emirle, titreyerek odaya geri döndü; o sırada Che'nin ağzından son sözleri duyuldu; "Beni öldüreceğini biliyorum, Ateş et! Sadece bir insanı öldüreceksin!"

 

Öğleden sonra, Ajan Rodriguez ve Bolivya'lı komutanlar La Higuera'yı terkederek, Vallegrande'ye geri döndüler. Che ve arkadaşlarının cesetleri de buraya getirildi; cesetler “bozulmasın” diye ilaçlandı.

 

10 Ekim 1967: Vallegrande'deki "Knights of Malta" hastanesinde, iki doktor, Che'nin ölüm sertifikasını imzaladılar. Sertifikada, "Ernesto Guevara Lynch, yaklaşık kırk yaşlarında, ölüm sebebi göğsüne aldığı kurşun yaraları, 9 Ekim 1967, saat 17:30" yazıyordu. General Ovando, Che'nin, 9 Ekim 1967 saat 13:30'da öldüğünü ve Vallegrande'ye gömüldüğünü dünyaya duyurdu. Bu açıklama, Albay Zenteno'nun senaryosuyla çelişkiliydi. Albay, Che ilk yakalandığında yapmayı düşünüdüğü açıklamadan vazgeçti. Che'den geriye kalanlar, Vallegrande'ye gömüldü; başına konan ödül, öldürüldüğü köye verildi.

 

11 Ekim 1967: Walt Rostow, ABD başkanına sunduğu raporda, "Che Guevara'nın canlı yakalandığını, fakat bütün itirazlara rağmen, General Ovando'nun emriyle idam edildiğini" anlattı. Ayrıca raporda, "Che'nin öldürülmesinin, devrimin, Latin Amerika'da gerilla hareketi olarak yayılmasına darbe vurduğunu, ABD çıkarlarına uymayan hareketlerin, hangi ülkede olursa olsun, “önleyici darbe”yle ortadan kaldırılması politikasının mükemmel çalıştığının göstergesi olduğunu, Che'yi yakalayan birliğin ABD Özel kuvvetleri tarafından 4 ay boyunca eğitilmesinin de bunun en güzel kanıtı olduğunu" belirtti.

 

12 Ekim 1967: Che'nin erkek kardeşi Roberto, Bolivya'ya gelerek, Che'yi Arjantin'e geri götürmek istedi, fakat General Ovando, cesedin yakıldığını söyledi.

 

14 Ekim 1967: Bolivya Hükümeti’nin isteğiyle Arjantin polis teşkilatından gelen görevlilere, Che'nin parmak izi kontrolü yaptırıldı. Bileklerden kesilerek metal bir kabın içindeki sıvıda saklanan elleri, görevliler tarafından incelendi ve parmak izleri onaylandı!

 

18 Ekim 1967: Fidel, Havana Devrim Meydanı’nda toplanan bir milyon Kübalı’ya, Che'nin ölümünü duyurdu. Che'nin yaşam boyu sürdürdüğü anti-emperyalist mücadele ve ideallerinin, gelecek kuşak devrimciler için, yol gösterici olduğunu ve örnek alınacağını söyledi. Che'yi öldürenlerin hayal kırıklığına uğrayacaklarını çünkü Che'nin, uğrunda yaşamını verdiği ideallerinin hiçbir zaman ölmeyeceğini, bu fikirlerin yaşatılıp, paylaşılacağını vurguladı.

 

19 Ekim 1967: ABD Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı bir rapora göre, Che'nin ölümünden sonra, bazı Latin Amerikan sol partileri, devrim için gereken şartları ancak ve ancak yerel partilerin bilebileceğini ve belirleyeceğini, dışarıdan dayatmalarla devrimin olamayacağını dile getirmişlerdi. Yine bu rapora göre, Che'nin ölümü "barışçıl komünist" partilerin ellerini güçlendirmiş ve Fidel'e de "Biz sana söylemiştik." eleştirilerini getirmişti.

 

3 Haziran 1975: La Higuera'da, Che'nin idam edilişi sırasında orada bulunan tek CIA yetkilisi Felix Rodriguez, tam da ABD Kongresi’nin CIA hakkında yabancı liderlere düzenlenen suikastleri araştırmak için başlattığı soruşturmanın ilk günlerinde, CIA'deki görevinden birdenbire ayrıldı. Gazeteci David Corn tarafından ele geçirilen bir belgeye göre, CIA'in "Che'nin canlı yakalanması" konusundaki bütün uyarılarına rağmen, Felix, Bolivya Genelkurmayı’nın idam emrini La Higuera'daki askerlere iletmiş, Che'nin "yüzüne" ateş edilmemesini isteyerek, ölümün çatışma sırasında olmuş gibi gösterilmesini sağlamaya çalışmıştı.

 

1 Temmuz 1995: Araştırmacı Jon Lee Anderson, bir söyleşisi sırasında, Che ve arkadaşları gömülürken orada bulunan Bolivyalı General Salinas'ın yıllar sonra yaptığı bir açıklamayı duyurdu: Gömüler Vallegrande yakınlarında bir dağ köyündeki toplu mezarda bulunuyordu! Bu açıklama, 2 yıl sürecek bir araştırmayı başlattı.

 

5 Temmuz 1997: Che ve arkadaşlarından kalanlar bulundu. Çıkarılan kalıntılardan birinin, elleri olmayan bir iskelet olması, araştırmanın doğruluğunu destekliyordu.

 

17 Ekim 1997: Che ve arkadaşları, Fidel’in, Küba'lıların ve dünyanın her yerinden binlerce insanın katılımıyla, Küba'nın Santa Clara şehrindeki anıt mezara yeniden gömüldüler.

 

Che, yaşamı boyunca, devrimcinin görevinin devrim yapmak olduğunu savundu. Dünyanın emperyalist güçlerine karşı ayakta durabilen, onların yaptırımlarına boyun eğmeyen, egosuz, karşısındakini koşulsuz sevebilen, kendi yaşamını inandığı idealler uğruna verecek kadar da "cömert" olan yeni insan tipinin bir simgesiydi o. Devrim için, gerçekleştirdikleri devrimi bırakıp yeniden yola çıktı. İnsan için katlanılamaz olanı fark etti, ona göre davrandı.

 

"Che davranışı", toplum değişiminin mücadeleden doğması gerektiğini öne çıkardı; devrimin kesinlikle halk desteğiyle olacağını ve olması gerektiğini kanıtladı.

 

"Che davranışı" ölümü göze alarak, başka topraklarda, tanımadığın insanlar için evrensel değerlerle savaşacak kadar da yüce bir yiğitliğin olması gerektigini gösterdi.

 

Ha! Bu arada, Che’nin ölüm emrini veren, dönemin Bolivya Devlet Başkanı diktatör Rene Barrientos’a ne oldu derseniz, Che’nin ölümünden 1,5 yıl sonra, bir “helikopter kazasında” öldü. Tanıdık geldi degil mi!?

 

Hasta la Victoria Siempre, Patria o Muerte!

Ileri

Birgun

Kaynaklar:

1. The death of Che Guevara, Peter Kornbluh

2. Che'nin ardından, Kıyı yayınları

3. The Resurrection of Che Guevara, Samuel Farber

20 Kas 2020

Küba’dan haber var.

Küba’nin gündemini ve kosullarini yakindan takip edenlerin oldukca iyi bildigi, uzaktan kulak ucu ile misafir olanlarin ise detaylarina hakim olmadiklari bir kac konuda ciddi gelismeler var. Hem pandemi sonrasi adayi ziyaret etme niyeti  olanlari, hem de Küba’nin siyasi gündemini, özellikle de Fidel sonrasini takip edenleri ilgilendiren gelismeler bunlar.

Kisaca hatirlarsak, 1990’larda SSCB ve sosyalist bloğun dagilmasi sonrasinda, Küba’da ‘Özel Dönem’ olarak adlandirilan, yaklasik onyil kadar süren bir sürec yasandi. Bu dönemde, ülkenin SSCB sübvansiyonuna dayali, verimlilikten uzak ekonomik altyapisi cok zorlanmis ve kücülmüstü. Bu durumdan cikis icin öngörülen stratejik cözümlerden birisi turizm digeri de bioteknoloji olmustu. Iste tam bu dönemde ülke de uzun yillar kullanilan yerel pesoya (CUP) ek olarak “convertible peso” (CUC) olarak ikinci bir para birimi getirildi. Baslangicta CUC sadece turistlerin kullandigi ama sonrasinda Küba’lilarin da “Dolar Dükkanlarindan”, CUC ile alisveris yapilan dükkanlar, alisveris icin kullandiklari para birimi olarak yayginlasti. Kücük isletmelerin yayginlasmasi ile günlük hayatin tam da merkezine yerlesti.

Turizmin her ne kadar pandemi yüzünden durma noktasina geldiyse de, uluslararasi yatirimlarin artmasi sonucunda bu ikili kur sistemi artik islemez hale geldi. Dolayisi ile cok yakinda bu ikili para birimi sonlanacak ve tek kur sistemine gecilecek.

Yine turizmin yan etkilerinden olan özel isletmelerin (lokanta, taksicilik, pansiyonculuk vb.) artmasiyla, insanlar ek gelir saglamak icin bu alanlara daha cok yönlendiler. Bunun sonucunda da devlet sektörü ve fabrikalarda calisanlarin gelirleri ile turizm ve yan sektörlerde kendi hesabina calisanlar arasinda ciddi gelir farklari olmaya basladi. Öyle ki, bu durum Küba’lilarin ileriye dönük meslek secimlerini de etkilemeye baslamisti. Ada da gerceklesecek ikinci önemli gelisme, devlet sektöründe calisanlarin maaslarinin ortalama 5 kat artacak olmasi. Burada temel amac ücretli çalışanların, daha iyi yasamalarini saglamak ve turizm sektöründe calisanlar ile arada ki makasi bir miktar kapatmak.

Küba’da neredeyse devrimin basindan beri karne uygulamasi var ve her ailenin de bir karnesi var. Böylece her ay bazi temel gida ürünleri ücretsiz alinabiliyor. Bakliyat, tavuk, balik, kiyma, yumurta, ekmek, seker, tuz gibi ürünler bu liste de var. Ama saglanan miktarlar bir ay icin yetmediginden de Küba’lilar arayi maaslarindan, ek islerden ya da yurt disinda yasayan akrabalardan gelen paralar ile kapatiyorlar. Karne sisteminin yarattigi bir diger sorun, insanlari calismaya tesvik etmemesi. Yani temel celiski, yillarin karne sistemi bazi insanlar icin hala vazgecilmez, bazilari icin de gecerliligini oldukca yitirmis durumda. Karnenin kaldirilmasi icin daha güclü bir ekonomik yapiya ihtiyac duyuldugu da süphesiz. Iste ücüncü önemli gelisme, bu karne uygulamasinin yakin zamanda kaldirilabilecek olmasi. Yeni düsünülen sisteme göre herkese ayni yardimi yapmak yerine, ihtiyac sahiplerine yardim etmek gibi daha secici, belirleyici bir sürece adim atilacak

Yazinin basinda kisaca özetledigim, 1990’larda ki “Özel Dönem”e benzer gergin bir sürece giriyor Küba. ABD ablukasinin zaten varolagelen ve Trump döneminde daha da artmis baskisi, dünya ekonomisinin, ticaretin ve özellikle Küba’nin can damari turizmin yavaslamasi ile ýukaridaki kararlari alip uygulamanin arifesindeler. Devlet baskani Díaz-Canel’in özellikle vurguladigina göre, Küba sosyalizmi ekonomiye uygulanacak her türlü sok tedavisini red ettigi gibi, yeni kosullardan olumsuz etkilenebilecek Kübalilari da destekleyecek. Bu yeni düzenlemeler Anayasa ile koruma altinda olan devrimin kazanimlarini da etkilemeyecek.

Kaynaklar: http://en.granma.cu/  

Ileri 

8 Tem 2018

Küba’da bir LGBT deneyimi



2018, bu defa adaya yaptığım onikinci seyahat. Küba’ya her seyahat ayrı bir tecrübe ve her defasında yeni insanlar ve olaylarla karşılaşma, hayatın yavaşlığına rağmen kendini tekrar etmeyen deneyimler, bazen de yılların değiştiremediği insanlara hayret ediş.

Küba’da veya herhangi bir başka egzotik yerde gezerken, hele de önyargılarınızı evde bırakıp gelmişseniz, karşınıza çıkan deneyimleri yaşamaya hazır olmanız gerekir.

Açıkçası geride kalan onbir seyahatte adanın türlü cesit politik, kültürel ve yaşamsal birçok noktasına temas etmiş, başımdan da IRMA Kasırgası gibi bir tecrübe geçmiş olmasına rağmen, LGBT meselesi ile ilgili bir tecrübem olmamıştı.

Hal böyleyken, Haziran 2018’de gittiğimiz seyahatte Küba bu defa beni LGBT başlığı üzerinden hem çok şaşırttı, hem de yeniden gururlandırıp, medeniyetin nasıl bir gösterge olduğu konusunda eşsiz bir örnek verdi.

Bir Trinidad akşamında, yemekten sonra, dünya mirası olan küçük meydandan çıkıp yürüyorduk ki, uzaktan bir müzik sesi duyduk. Aslında Küba için hiç yadırganacak bir durum değil müzikle her yerde karşılaşmak, ama gecenin gec bir saatinde eğlence mekanlarına da uzak sayılacak bir yerden gelen bu ses ilgimizi çekti, yürüdük, ulaştık.

Vardığımızda, büyükçe bir binanın açık olan arka giriş kapısını ve dışarıya gelen müzik sesini arkasına almış, oldukça şık kostümler içinde, çok makyajlı bir "drag queen" sigara içiyordu. Yanına yaklaştım, mekanın girişini sordum, bana binanın diğer tarafını işaret etti.

Ön girişe geldiğimde, aslında buranın, Trinidad’da tiyatro, sinema ve gösteriler için kullanılan, halka ait bir sosyal bina olduğunu farkettim. İzin alarak içeri girdiğimde gördüğüm manzara yalnızca enteresan değil bir o kadar da güzeldi.

Sahnede aşırı abartılı kostümleri ile şarkı söyleyip, dans eden ve gösteri yapan LGBT’ler ve etrafında onları alkışlayan kadın, erkek, çoluk, çocuk Trinidad insanları, Küba’lılar... Müthiş yüksek sesli müzik, herkes koltuklarından ayağa kalkmış, müziğe tempo tutuyor ve dans ediyor.

Geç olmuştu ve gösteri bitmek üzereydi. Ertesi akşam tekrar edileceğini öğrendim. Arkadaşlarımla yeniden gelmek üzere ayrıldık.

Ertesi akşam saat 22:00 sularında, bu defa gösteriyi baştan izlemek için tam zamanında geldik. 1 CUC, yaklaşık 1 Avro, giriş ücretini ödeyip salona doğru yönelmeden önce hepimize birer küçük paket verildi.

Paketin içinde, bir prezervatif ve oldukça güzel hazırlanmış kullanım kılavuzu, cinsel yolla geçen hastalıkların açıklamaları ve korunma yöntemleri, HIV konusunda broşürler ve eğitim materyalleri vardı.

Önyargısız olsak da, biraz şaşkın, içeride ne ile karşılaşacağımızı bilmeden daldık kapıdan.

İlk gördüğümüz yine çoluk çocuk gelmiş kalabalık Kübalı aileler oldu. Herkes gülüyor, eğleniyor ve gösterinin başlamasını bekliyordu. Çocuk her yerde çocuk! Sıraların, koltukların arasında prezervatifleri çoktan balon yapıp oynamaya dalmışlardı bile.

Gecikmeli de olsa gösteri başladı.

Yine oldukça süslü, pırıl pırıl kostümüyle bir sunucu göründü önce. Sırayla şarkıcıları davet ediyor, her şarkı ve gösteri arasında, söyleşiler ve kısa dans gösterileri ile program devam ediyordu. Ara ara şarkıcılara çoktan seçmeli sorular soruluyor ve yanıtın açıklaması bütün salona yapılıyordu. Gösterinin sonunda her şarkıcı izleyicilere yeniden tanıtıldı ve alkış istendi. En çok alkışı alan birinci seçilerek, şarkısını ve gösterisini yeniden okudu, gecenin galibi ilan edildi. Sertifikalar ve çiçek demeti ile ödüllendirildiler, gece sonlandı.

Bu geceyi kendi aramızda da çok konuştuk.

Öncelikle böyle bir etkinliğin önyüzünde gösteri ve eğlence olmasına rağmen, arka planında herkese hitap eden, özgür, kapsayıcı ve olmazsa olmaz bir temel eğitimin varlığını, toplumun bütün kesimlerinin bir arada, uygarca eğlenirken bir yandan da sıkmadan, sıkılmadan eğitilebildiğini gördük.

Küba toplumculuğunun gerçekten de halka yansımış, içselleşmiş, medeni bir uygulamasıydı bu. Ya da şöyle de denebilir, kendini “çağdaş uygarlık seviyesinde gören bir toplumun” ölçütlerinden biriydi bu ufak tecrübe ve gözlem.
 
Değişerek, değişmemesi gerekenleri koruma mücadelesini de veren Küba’ya bir defa daha bin selam olsun. 

19 Eki 2017

Maduro'nun Türkiye ziyareti nasıl okunabilir?


Ekim başında Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, içinde Türkiye'nin de olduğu bir dizi yurt dışı seyahat gerçekleştirdi. Önce Rusya, arkasından Belarus ve Türkiye...
Maduro, ülkesindeki sorunlar ve ABD'nin yaptırımlarından sonra, yıllar önce yüzünü döndüğü Rusya'nın Devlet şirketi Rasneft'ten ciddi destek görmüştü. Özellikle Ağustos'tan sonra ülkedeki nakit sıkıntısı ve kredi ödemelerinden dolayı başgösteren darboğaz sonrası Rusya'nın desteği için Maduro'nun ilk ziyareti bu ülkeye gerçekleşti.

Bir sonraki Belarus ziyaretinin temelini de inşaat sanayi ve ticaret oluşturuyordu.

Türkiye ziyaretinin temelinde de finans, enerji, tarım ve askeri alanlardaki işbirliği arayışları vardı.

Türkiye basınında Maduro'nun ziyareti farklı farklı yorumlandı. Genel olarak iki eğilim okuduk. Bir tanesi Maduro'nun "Türkiye'nin yeni ve yükselen bir güç" olmasından dolayı seçimini bu yönde yaptığı. Diğeri ise Maduro'nun Türkiye ile yeni bir dönem başlatmak için burada olduğu yönündeydi.

Madduro'nun söylediği şu ifadeler dikkat çekici.
- Venezuela ve Türkiye arasında ki ilişkilerde "yeni bir dönem" başlatmak istiyoruz. Yeni, çok-kutuplu, herkesin yerini bulacağı bir dünya istiyoruz.

Peki, yukarıda saydığım olgulara Latin Amerika gözünden bakarsak nasıl okuyabiliriz?

Latin Amerika ve Karayipler olarak adlandırılan bölge, 20 milyon kilometrekarelik bir alanda yaşayan 550 milyonu aşkın nüfusu barındırmakta, 2 trilyon doları aşkın GSYİH üreten ve 700 milyar doların üzerinde dış ticaret hacmi olan büyüklü küçüklü 33 ülkeyi kapsamaktadır. Dünya yüzeyindeki karaların yüzde 15’i, nüfusunun yüzde 8’i, GSYİH’sinin ise yüzde 4’ü bu bölgeye aittir.

ABD'nin özellikle Trump döneminde, Dünya'ya yaptığı baskıdan Latin Amerika'da nasibini kat kat alıyor. Venezuela üzerindeki yaptırımlar, Obama döneminde normalleşme sürecindeki Küba ilişkilerinin tepetaklak gitmesi, ABD vatandaşlarının Küba seyahatlerinin yeniden kısıtlanması, Küba'daki ABD Büyükelçiliğinin kapatılma ihtimali vb... Dolayısı ile Latin Amerika ülkeleri kendilerine yeni, kıta dışından müttefikler arıyorlar. Yalnız bu müttefiklik arayışları "Stratejik Ortaklık" gibi çok da iddialı değil, genellikle ticari ve kısa dönemli çıkar arayışları üzerine kurulu.
Bu kapsamda Maduro'nun Türkiye'den temel beklentisi, Türkiye'nin ABD'ye karşı göğsünü siper etmesi değil, THY'nin Caracas seferlerini sıklaştırması, TOKİ'nin
Venezuela'ya daha çok destek vermesi vb. işbirliği faaliyetleri!..ve bundan fazlası değil.

Latin Amerika'nın sol iktidarlarının, kıta dışındaki tarihi müttefikleri genellikle Rusya, Çin ve Vietnam, son yıllarda ise Iran olmuştur. Bununla beraber Türkiye'nin ABD ve Avrupa ile olan ticari bağlarının, son on-onbeş yıldaki yol kazaları sonucu hasar görmesi, kendine Ortadoğu dışında, Afrika ve özellikle de Rusya'nın da dışında daha uzaklarda, Latin Amerika ve Karaiblerde pazar arayışına yöneltmiştir. Halen dış ticaretimizin yüzde 1’den azı bu büyük bölge ile gerçekleşmektedir. AB’nin ticaretinin ise yüzde 6’sı Latin Amerika’yla yapılmaktadır. Bölgeyle ticaretimizin bu derece düşük olmasının, özellikle bölgedeki ekonomik ve ticari istikrarsızlıklardan, sistem farklılıklarından ve coğrafi uzaklık gibi faktörlerden kaynaklandığı düşünülmektedir.

1998 yılı "Latin Amerika’ya Açılım” yılı olarak belirlenmiş, 2006 yılında Latin Amerika’ya Açılım Politikası gözden geçirilmiş, aynı doğrultuda hazırlanan “Latin Amerika Eylem Planı 2006” uygulamaya konmuştu.

1998 yılından beri yürütülen bütün bu girişimler sonucunda, bölge ülkeleriyle Türkiye arasında 1999 yılında 827 milyon dolar seviyesinde olan dış ticaret hacmi, 2006 yılının ilk on ayı verilerine göre yaklaşık 2,2 milyar dolara ulaşmıştı. THY'nin Brezilya, Küba, Venezuela ve Meksika'ya direkt seferler yapması bu ticari ve turizm hacmini büyütmeye yöneliktir.

Şu günlerde Türkiye için Latin Amerika ve Karaipler ticaret ve turizm alanında işbirliği yapılacak kocaman bir ticari havuz, Latin Amerika içinse Türkiye aynı şekilde bir ticaret ortağı, Orta Asya, Balkanlar ve Ortadoğu pazarlarına açılacak bir kapıdır.



9 Oca 2017

Sosyalist bir Anayasaya, Küba Anayasa’sına, gözlemler.





Türkiye’de bir Anayasa değişikliği çalışması yürütülüyor. Bu çalışamanın bir ucu, vitrine daha fazla özgürlük ve demokrasi koyduğunu vaad ederken, diğer ucu topyekün rejim değişikliğini adresleyerek, Başkanlık Sistemi adı altında daha totaliter bir yere evrilmeye imkan sağlıyor.

Anayasanın bir ülkenin temel metni ve daha da önemlisi toplumun bütün katmanlarının olurunu alması gereken bir içeriğinin olması yanında, yazıldığı coğrafyanın içindeki bütün canlıların haklarını koruyan, gözeten bir kapsamı da olmalı. Bu sebeple uzun ve tabana yayılan bir tartışma sürecinden sonra ancak yeni bir Anayasa’nın üretilmesi gerçekleşebilir.

İdeoloji, coğrafya, ırk, millet, dil, din ayrımları olmaksızın bütün canlıların hakettikleri var; Sağlık, eğitim, barınma, beslenme gibi yaşamın en temel haklarını içinde bulundukları sistemden bir şekilde sağlıyor olmaları gerekir. Bu çerçeveden bakınca Sosyalist bir ülkenin, Küba’nın Anayasa’sında bu haklar nasıl ve ne kadar garanti altında? Türkiye’nin 1982’den kalan mevcut Anayasasında durum nedir, bunların karşılıkları var mı, varsa nasıl düzenlenmiş.

Mevcut Küba Anayasa’sı 24 Şubat 1976’da referandumla yürürlüğe girmiş, fakat geçmişi daha da eskilere dayanmakta. İlk Anayasa, 10 Ocak 1869’da Küba-İspanyol Savaşı’ndan hemen önce kabul edilmiş ve köleliğin yürürlükten kaldırıldığını ilan etmişti. Bu Anayasa İspanya’ya karşı verilen savaşta, otuz yıl boyunca üç kere değişiklik de görmüş. ABD’nin Küba’yı işgali sonrasında tarihe “Platt Zeyilnamesi” olarak geçen sekiz madde Anayasa’ya enjekte edilmiş. Platt Zeyilnamesi, ABD’nin çıkarları için gerekli gördüğünde Küba’ya müdahale hakkı ve üs kurmak için ABD’ye toprak tahsisi hakkı veriyordu. Günümüze kadar gelen Guantanamo sorununun temeli bu maddeye dayanmaktadır. 1959’da Fidel ve diğer yurtseverlerin yaptıkları Devrim sonrasında kurulan Küba Cumhuriyeti bu maddeleri çıkartmıştır fakat ABD’nin Küba topraklarındaki “kanunsuz” Guantanamo işgali günümüzde devam etmektedir.

Belli başlıklar altında bu iki metni inceleyelim.

Siyasi İlkeler

“Küba bağımsız, egemen, demokratik ve sosyalist bir işçi devletidir. Egemenlik halkındır ve devletin tüm gücü halktan doğar. Başka bir yol kalmadığında, tüm vatandaşlar bu Anayasa’da belirtilen siyasi, sosyal ve iktisadi düzeni devirmeye çalışan herhangi bir kimseye karşı silahlı mücadele dahil olmak üzere her türlü araçla mücadele hakkına sahiptirler. Ulusu dönüştürmek, bütünüyle yeni ve adil bir toplum yaratmak konusundaki yeteneğini ispatlamış olan sosyalizm geri alınamaz: Küba asla kapitalizme geri dönmeyecektir. Marksizm-Leninizm ve Marti’nin fikirlerinin takipçisi olan Küba Komünist Partisi toplumun liderliğini temsil eder. Devlet din özgürlüğünü tanır, saygı gösterir, dini kurumlar devletten ayrılır. Küba’nın öncü gençliğinin örgütü Komünist Gençler Birliği, sosyalizmin geliştirilmesi görevi için devletçe tanınır ve teşvik edilir.”

Küba Anayasa’sına, 2002 yılında eklenen bir maddeyle “Devrimin sosyalist karakterinden geri dönülmeyeceği” ilkesi, Türkiye Anayası’ndaki 4. Madde gibi değiştirilemez hüküm olarak sabitlenmiştir. Türkiye Anayasa’sında ülkemiz; Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanır. Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir, bu maddeler değiştirilmesini dahi teklif etmemek şartıyla korunmaktadır. Sadece 1982 değil, Türkiye’de hazırlanan hiç bir Anayasa’da, Küba’dakine benzer, açık bir şekilde, tüm vatandaşları gerektiğinde “Silahlı Mücadele”ye çağıran bir madde olmamasına rağmen, üç kere silahlı darbe yapılması ve bu hakkın Anayasa’ya dayandırılması oldukça ilginçtir. Anayasa’daki 1. Madde Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğunu söyler fakat bunun ideolojik bir karşılığı yoktur. Anayasa’mızda “Genç” kelimesi sadece Gençlik ve Spor bölümünde geçip, devletin gençleri nasıl yetiştireceği ile sınırlanmıştır. Küba Anayasa’sındaki gibi, “gençlere görev verilmesini” gibi somut bir karşılık yoktur.

Sosyal İlkeler

“Devlet, halk için halk iktidarı olarak, sadece Küba vatandaşlarının değil, “insanoğlunun” özgürlüğünü ve saygınlığını güvence altına alır, ulusal ekonomiyi planlı bir şekilde yönlendirir; çalışabilir durumdaki her erkek ve kadının bir iş olanağına sahip olmasını, hiçbir engelli insanın yeterli geçim kaynaklarından mahrum bırakılmamasını, hiçbir hasta insanın sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılmamasını, hiçbir çocuğun okul, yiyecek ve giysi ihtiyaçlarından mahrum bırakılmamasını, hiçbir gencin eğitim olanağından mahrum bırakılmamasını ve hiçbir insanın eğitim, kültür ve spor etkinliklerinden mahrum bırakılmamasını güvence altına alır. Hiç bir ailenin rahatlık içinde yaşayacak bir konuttan mahrum kalmamasını başarmak için çalışır. Devlet din özgürlüğünü tanır, saygı gösterir ve güvence altına alır; her yurttaşın din değiştirme ya da dini inanca sahip olmama özgürlüğünü tanır. Küba Cumhuriyeti’nde dini kurumlar devletten ayrılır, farklı inanç ve dinler aynı saygıyı görürler”

Bu maddelere göre, iş, sağlık, eğitim ve barınma gibi temel haklar Anayasa’yla güvence altına alınmıştır. Türkiye Anayasa’sındaki 56. Madde Genel Sağlığa ait hükümleri barındırmakta, devletin planlama, düzenleme ve denetleme görevleri öne çıkmaktadır. 42. Madde, İlköğretim’in zorunlu ve “Devlet” okullarında parasız olmasını güvence altına alır. Bütün vatandaşların topyekün eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamayacağı çok açık yer alırken, devlet tarafından bu hükmün güvence altına alınıp alınmadığı net değildir. 57. Madde dışında Anayasa’mızda konutun bahsi geçmemektedir. Devletin rolü tedbir almak ve teşebbüsleri desteklemekle sınırlıdır. Din ve inanç özgürlüğü her iki Anayasa’da da güvence altındadır tek fark, Anayasa’mızda ki 24. Madde’de yer bulan “Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.” cümlesidir. Devlet, başta eğitim, sağlık, sosyal güvenlik olmak üzere temel alanlarda özel sektöre ağırlıklı rol biçer, kapitalist devlet olmanın gereklerini yerine getirir.

Devletin Egemenliği

“Küba Cumuriyeti anti-emperyalizm ve enternasyonalizm prensiplerini benimser. Yeni-sömürgeci ve emperyalist politikalar karşısında, Üçüncü Dünya ülkelerinin birliğini savunur, emperyalizmi kınar. Herhangi bir ülkenin iç ve dış işlerine yönelik doğrudan veya dolaylı müdehaleyi reddeder. Her devletin devredilmez ve egemen bir hakkı olan kendi topraklarında telekomünikasyonun kullanılışını evrensel uygulamalara bağlı olarak düzenleme haklarının ihlal edilmesine karşı durur. Saldırgan ve fetihçi savaşları uluslararası suç sayar; ulusal bağımsızlık mücadelelerinin ve işgale karşı direnişin meşruiyetini tanır; ve saldırı altında olan, bağımsızlık ve kendi kaderini tayin hakları için mücadele eden halklarla dayanışmayı enternasyonalist görevleri arasında sayar.”

Türkiye Anayasa’sında, emperyalizm ve sömürgeleşmeye ait bir madde yoktur. Küba Anayasası, iletişim gibi çok stratejik bir başlığı, anayasasında koruma altına almışken, bizim anayasamızda böyle bir madde yoktur, devletin stratejik kurumları ve sanayileri anayasa ile koruma latında değildir.

Aile

Devlet aileyi toplumun ana çekirdeği olarak kabul eder. Evlilik eşler için haklar ve görevlerin tam eşitliği temeline dayanır. Meşru veya gayri meşru doğan bütün çocuklar aynı haklara sahiptir. Devlet uygun yasal yollar ile ebeveynliğin belirlenmesi ve tanınmasını garanti eder”

Küba Anayasında, aile kurumu içinde, kadın erkek eşitliği ve evlilik dışı doğan çocukların yasal hakları kesin olarak güven altındadır. Anayasa’mızda 41. Madde’de 3.10.2001’de yapılan değişiklikle eşler arasındaki eşitlik Anayasal güvence altına alınmıştır.

Eğitim ve Kültür

“Devlet eğitim ve kültür politikasını bilim ve teknolojideki ilerlemeler, Marks ve Marti’nin ideolojisi ile evrensel ve Küba ilerici pedegoji geleneğine dayandırır; eğitim devletin bir hizmetidir ve ücretsizdir. Ailelerin iktisadi durumundan bağımsız bütün eğitim araçları ücretsizdir. Yetişkinlerin ve işçilerin eğitimi de kurslar aracılığı ile hayata geçirilir. İçeriği Devrim karşıtı olmadığı sürece sanatsal yaratım ve ifade özgürlüğü vardır Bilimde yaratma ve araştırma özgürlüğü vardır. Devlet işçilerin bilimsel çalışmalara katılmasını mümkün kılar. Devlet Küba’nın kültürel kimliğinin ve mirasının korunmasını sağlar.”

Küba, Sovyetler Birliği dağılmadan önce, Anayasal ideolojisini, Marksizm ve Leninizm üzerine kurmuştu fakat Sovyetler’deki değişiklikten sonra, ulusal bilince katkı vermesi için, Fidel’in de fikir babası olan, Marti’nin öğretileri Anayasa’da yer almıştır. Anayasa’mızın 42. Madde’sine göre eğitim ve öğretimin Atatürk ilkeleri ve Devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetiminde yapılacağı güvence altına alınmış olması yukarıdaki madde ile koşut sayılabilir. Parasız eğitim sadece ilköğretim için geçerlidir. Anayasa’mızda sanatsal üretim ve Atatürk Devrimleri, işçiler ve bilimsel çalışmalar arasında ilişki kuran bir madde bulunmamaktadır.  

Yükümlülükler

“Vatandaşlar, sosyalist toplumun hedefleriyle uyumlu olarak ifade ve basın özgürlüğüne sahiptir. Toplanma, gösteri ve örgütlenme özgürlükleri emekçi halkın tüm kesimleri için geçerlidir… Vatandaşlara tanınan özgürlüklerin hiç biri Anayasa ve yasaların hükümlerine ve sosyalist devletin varlık ve amaçlarına ya da Küba Halkının sosyalizmi inşa etmek kararına aykırı biçimde hayata geçirilemez.”

Küba, bu maddeyle ifade ve basın özgürlüğünün, Küba’nın sosyalist hedefleriyle çatışmamasını Anayasal güvenceye alır. Elli yıla yaklaşan devrimin kazanımlarını ortadan kaldırmaya çalışan girişimleri önleyen bir maddedir bu, tıpkı Anayasa’mızın 1, 2 ve 3. maddeleri gibi. Sosyalizmin, günün koşullarına ve ihtiyaçlarına göre iyileştirilmesi,  geliştirilmesi ve gerektiğinde de uygulamaların eleştirilmesi için birçok imkan ve ortam kanunlarla sağlanmıştır.

Bu araştırmaya kaynak olan temel belgeler her iki ülkenin Anayasa’lardır. Anayasa’nın devletin yükümlülüklerini, yapısını belirleyen, yurttaşların hak ve özgürlüklerini güvenceye bağlayan temel hukuk belgesi olduğu göz önüne alındığında, bazı kanun veya kararnamelerle, Anayasa dışında ki yaptırımlar, uygulamalar ve değişiklikler bu araştırmada gözönüne alınmamıştır. Bununla beraber Türkiye ve Küba’da Anayasaların hazırlanış biçimleri de birbirinden oldukça farklıdır. Küba’da “Meclis Komisyonları” olarak adlandırılan, sosyalist demokrasinin işletilmesi açısından tartışılmaz bir ağırlığa sahip olan, kendi konularında uzlanmaşmış bireylerden oluşan bu komisyonlar (Kültür, Teknoloji, Sağlık, Tarım, Eğitim, gibi), halk iradesinin ülke yönetimine, kanunlara ve sonuçta anayasaya yansımasında önemli rol oynar.

Bunu bir örnekle açıklama gerekirse, Anayasa'daki "Küba’daki yasama yetkileri ve bunları yürütmekle sorumlu milletvekilleri, hükümet, bakanlıklar, komiteler, imza sayısı on bini bulan sıradan vatandaşların talebi üzerine değiştirilebilir." maddesine dayanarak devrime karşı olduğu bilinen bir kişi ABD’den açıkça para yardımı alarak bir imza kampanyası başlatmıştı. Hedefi On bin imza toplayarak rejimi değiştirmek! Bunun üzerine Küba halkı devrimi ve rejimi savunan geniş bir karşı kampanyayla sekiz milyondan fazla imzayı kısa sürede bir araya getirerek bu karşı devrimci girişimi engelledi. 2002 yılındaki son değişiklikte “Devrimin sosyalist karakterinden geri dönülmeyeceği” ilan edilmiş anayasaya eklenmişti.

Sosyalist devlet ve kapitalist devlet anayasalarındaki niteliksel ve ilkesel farklar iki anayasada da açık olarak görülmektedir. Sosyalist Anayasa’nın sınıfsallık ve gerçek eşitlik başlıklarında altını doldurduğu maddeler, ortaya koyduğu örnekler ve gerçekler, bu anayasanın halkın iradesini daha iyi yansıtabildiği yönündedir.

Cüneyt Göksu

Kaynaklar:

-      Küba Cumhuriyeti Anayasası, Jose Marti Küba Dostluk Derneği Yayınları
- Ali Rıza Aydın, Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü

Birgün