28 Ara 2002

Gitarcı Amca



http://www.klasikgitar.org/forum/showthread.php?t=13


Eğitimden çıkmışım. IBM Eğitim Merkezi South Bank Londra.

Iyi geçen eğitimler, hele çok da istediğim bir konuda ise her zaman keyif verir. Işte öyle zamanlardan biriydi. Saat 17:30 falan, Temmuz, hava mis gibi. Nehrin kenarında koşanlar, coşanlar, sessiz sedasız kitabına dalanlar, her an nehre atlayacakmış gibi bakanlar her tip var.
Ama kafam nasıl zonkluyor, yorgunum, sert bir kahveye ihtiyacim var. Kendimi Soho’ya atmadan önce muhakkak Bit ve Byte’ların ablukasından kurtulmam lazım. Waterloo köprüsünün altında, nehrin hemen yanında çok güzel bir café vardı. Oturdum kahvemi ısmarladım (duble) ve çevreye bakınıyorum, yavaş yavaş da kafam yerine geliyor.
İşte tam o sırada onu gördüm, ağır ağır geliyor uzaktan, kilitlendim ona, artık ne yapsa gözüm üzerinde.
Bir masal kahramanı edası ile, ‘BraveHeart’taki Mel Gibson’un boyalı suratındaki o ifade gibi mağrur, ne yaptığını bilen, vakur…
Sanki o kalabalık hiç yokmuş gibi, sanki bomboş bir kumsalda, ıssız bir çölde yürüyormuşcasına kimseyi görmeden, kimseye bakmadan geliyor.
O, 50+ yaşlarında düzgün giyimli, kirli sakallı, sakalları gibi kirli elbiseleri içinde.
Ve Gitar…
Yaklasti, yaklasti, yaklasti...
Tam masamın önünde durdu. Beni duydu mu ne!!
Yavaşça küçük iskemlesini yere koydu, Gitar kutusunu da nazikçe yanına. Gözüm gitara takılmıştı, el yapımı bir konser gitarıydı. Muhtemelen 1500 USD civarında bişeydi. Bu kadar kaliteli bir gitarı kullanması yaptığı işe duyduğu saygıyı gösteriyordu.
Café'dekileri kibarca selamladı ve başladı çalmaya.
Fernando Sor, Tarrega, Bach, Albeniz... Çalıyor da çalıyor. Gitarcı Amca, Klasik Gitar aleminde ne kadar baba parça varsa çalıyor.
Ben bu eşsiz konserin en şanslı dinleyicisi olarak en önde, gözlerim arpejler, prelüdler, 5 perdelik Bare’ler arasında gezirken, uzaktan çöpçünün geldiğini farkettim, elektrikli bir aletle ortalığı temizliyor. Yaklastı ve o inanılmaz hareketi yaptı. Adam aleti kapadı, yavaşça Gitarcı Amca’nın arkasında geçti gitti, ileride yeniden çalıştırdı ve işine devam etti.
Ne bu be!!. Dumur oldum. Bu ne ya.

Amca hala çaliyor, Asturias çalıyor. Sol eli, o kemik gibi eli, hiçbir notayı sektirmeden azimle, o bilek parçalayan bareleri basıyor.
Konser bitti alkış, para toplama falan.

Haaa şunu da söylemeden geçemicem, para toplamak için Amca bize gelmedi aslında hiç bişi yapmadı. İsteyen kalktı Gitar kutusuna attı o kadar.
Gittim Amca’ya dün kendim için aldığım Dadario Telleri verdim.
- Tellerini değiştir dedim daha güzel çıkar sesi.

Bana baktı çok şaşırmıştı.

Yahu konservatuarda okumuş, hala okuyan ve sadece kendi kapalı dünyalarında yaşayan kapalı topluluk. Çıkarın kafanızı biraz dışarı da, şu insanlara da çalın biraz.

Sokak çalgıcılarını izleyip de,
- Hmmm fena değil ama bare'yi düzgün basmamis, zayıf teknik ha ha ha.

Falan filan laga luga..

Ama Amca çalıyor işte, sende aynısını yapsana.

Bu ülke de bir zamanlar insanlar Kaptan Cousteau ile dünyayı dolaşıp, balinaların çiftleşmesini izlerdi.

Siz de çalın ki insanlar dinlesin, hem de sokakta çalın öyle salonlarda falan değil.

Bir başlayın, bizim çöpçülerimiz de sizi süpürmedikleri zaman herşey çok güzel olucak.

Hadi bakiyim....
Cüneyt Göksu

Hiç yorum yok: