2 Mar 2003

Çamkoru






Ağustos 2002’de Ankara’ya gelmiştim ve en az 1 sene burada kalacaktım. Son 1 yılımı Arabistan’da geçirmiş ve Doğa Faaliyetlerine hasret kalmıştım. 18 Ağustos’da Ankara’nın yaklaşık 120 km. dışında Çamkoru Orman bölgesinde ilk Doğa Aktivitemizi yaptım.

Sabah 07:30’da Gezginlerin dernek merkezinde buluştuk ve 13 kişilik grubumuzu taşıyan aracımız tam saatinde kalktı. Uyumlu, güleç yüzlü, sıcak kanlı arkadaşlardan oluşan grubumuz zaten birbirini tanıyordu ama benimde tanışmam çok zaman almadı. Yoldan binen birkaç arkadaşı da aldıktan sonra ekibimiz tamamlanmıştı.

İlk durağımız, kumanyalarımıza katık yapmak için durduğumuz, taze köy ekmeği satan bir fırın oldu. Tabii hemen oracıkta, yandaki küçük bakkal’dan alınan tereyağı ve peynir ile ekmeklerin bir kısmı bitmişti bile. Yürüyüş sırasında en çok tükettiğim yiyecek olan çikolatalardan da biraz daha takviye etmeyi ihmal etmedim.

Bir süre daha gittikten sonra, çay molası vermek için durduk. Bir kısmımız taze demli çaylarını içerken, bir kısmımızda hemen yan taraftaki, ‘Kamyoncular Lokantasında’ mercimek çorbası ile kahvaltımızı tamamladık.

Yola çıkalı yaklaşık 1 saat olmuş, karınlar doymuş ve yürüyüşe başlayacağımız yere yaklaştıkça, artık ormanın kokusunu almaya başlamıştık. Meteoroloji bugün için yağmurlu desede kimse de bir sıkıntı gözükmüyordu, yaz yağmuru ne kadar ıslatabilir ki!!! Zaten yagmurluklarımızda, sırt çantalarımızın en üstünde idi.

Sonunda yaklasik 120 km. Bolu tarafinda ki Çamkoru'ya geldik. Aracımızdan inip, cantalarımızı yerleştirdikten sonra yürüyüşümüze başladık. Bu başlangıcın en güzel yanı, herkesin yürüyüş sırasında doğada yapılan bir yürüyüş gibi değil, kendi iç dünyasında yaptigi bir yolculuk gibi davranıyor olması idi. Gayet sessiz, dikkatli, profesyonel, ormanin kendisine ve sessizligine saygili bir topluluk olarak ilerliyorduk. Uzun zamandır katılamadığımdan dolayı çok özlediğim bu doğa yürüyüşlerinde tam aradığım frekansı tutturduğumu hissetim.

Ilk molamızı yaklaşık 30 dk. sonra orman içindeki ufak bir açık alanda verdik. Buraya kadar çok zorlamayan ısınma türünde bir parkurdan gelmiştik. Rehberimiz eşliğinde önümüzdeki zorlu geçişler için gerdirme hareketlerimizi yaptık. Ağızlarımızı da ıslattıktan sonra, Orman içinden 1859 rakımlı tepeye tırmanışa geçtik. Bu arada hava gittikçe kapatıyor, bulutlar toplanıyordu. Yol dikleştikçe, kozalak kaplı zeminde yürümekte zorlaşıyordu. Yerlerde bisiklet lastik izleri gördüm demek ki, bazı çılgın bisikletçiler buradan geçmişti.

İkinci molamızı, eğimli arazide verdik. Toprak dün yağan yağmurdan nemliydi, bu yüzden matlarımızı çıkatıp oturduk. Sırtımı tepeye verdiğimde görmeye başladığım manzara çok güzeldi. 1859 rakımlı tepede yükselmeye başladıkça aslında bir çam ağacı denizi içinde yüzdüğümüzü ve yükseldikçe bu denizin genişliği ve güzelliğini daha iyi gördüm. Hava kapalı ama sıcaktı ve yükseldikçe sanki nem artıyordu. Tshirt’ümü değiştirmek zorunda kaldım.

Tekrar yola düştük. Dinlendikten sonra rampa çıkmak hayli zorluyordu. Bir süre sonra rehberimiz bizi bir düzlüğe çıkardı. Kesilmiş ve istiflenmiş ağaçlar gördüm, hiç hoş görünmüyordu. Biraz önce sırtımı dayayarak dinlendiğim ağaç belki ertesi gün bu istifin içinde olacatı. Uzaktan motorlu testere sesleri hala geliyordu. Ilerlediğimiz de Ormancılar ile karşılaştık. Devrilen ağaçları temizliyorlardı. Onlar işlerini yapıyordu ama bunu yapmak zorundalar mı? Savaşta ateş edip karşısındakini deviren askerde işini yapıyor, hepimiz işimizi yapıyoruz ama biraz önce bana destek olan birşeyin biraz sonra cansız yerde yattığını görmek hoş değil!!!

Öğle saati geldiginde 1859 rakimli tepeye ulastik. Zirve yaptığımızda, en tepedeki yangın kulesinin biraz uzağında, rüzgar almayan yamaçta, matlarımızı serdik ve kumanyalarımızı yedik. GPS’de, yüksekliği 1859 gösteriyordu. Yemeklerimizi yedikten ve bir süre dinlendikten sonra, minik kamp ateşimizde ısıttığımız su ile yaptığımız kahveyi yudumlarken beklenen oldu. Yolculuğun başından beri biriken bulutlar sonunda üzerimize boşalmaya başlamıştı. Hemen hızla toplanıp, yağmurluklarımızı giydik ve yıldırım tehlikesine karşılık batonlarımızıda kapattık, yamaçtan aşağı, orman’a yeniden girdik. Yağmur yüzünden ıslanan otlar inişimizi daha da zorlu hale getirmişti. Yavaş ve emniyetli bir şekilde bir süre daha indikten sonra, rehberimiz bizi topladı ve bir süre beklememizi istedi, yanımızdan ayrıldı, daha sonra bize seslenerek gelmemizi istedi. Gördüğüm şey inanılmaz güzeldi!!!

Rehberimiz bizi, ormanin en yasli agacinin oldugunu soyledigi bir agaca getirmişti. Bir kökten 3 ayrı ağacın çıktığı, ana gövdenin çevresinin yaklaşık 6 kulaç olduğu bir doğa harikası idi. Yaşlı, bilge birine duyulan saygıyı ondan esirgemememiz gerekiyordu. Yagmur ve gokgurultusu eşliğinde, ormanın o büyük bekçisinin etrafında çember olduk, ona gereken saygıyı gösterdik.

Yağmur durdu ve bir vadiye girdik. Yol artık, vadinin her iki tarafından yuvarlanan taşlardan dolayı orta büyüklükte kayalar ile kaplı idi, yagmurdan dolayı taşlar iyice kayganlaşmıştı. Bu sırada önde giden rehberimiz bize yol gösterme kaygısı ile dengesini kaybedip düştü ve bacagi incidi. Yanımızda gerekli ilkyardım malzemesi bulunduğundan sağlıklı bir şekilde bandaj yapıp yola devam ettik fakat onun çantasını aramızda pay ederek rahat yürümesini sağladık.

Bir süre sonra ormandan çıkmiştik ve sonunda gunes açtı. 4 mevsimi yasar gibiydik. Yeniden yagmurluklari attik ve t-shirtler ile yola devam ettik. Piknikçi bir aileye rastladık. Onlarda yağmurdan dolayı kaçışmışlar ama güneş çıkınca, hemen yuvadan çıkan tavşanlar gibi araziye yayılmışlardı. Onlar bizi, biz onları görünce şaşırmıştık. Bir süre onların yanında dinlendik. Ayrılırken ailenin ufak kızı, Zeynep, arkamızdan bize bol bol öpücük gönderiyordu. Güneş terletiyordu, yolda ki çeşmeden sularımızı tazeledik ve serinledikten sonra önümüzde uzanan Keltepe’ye tırmanmaya başladık. Ormandan iyicene çıkmıştık ve tepe adı gibi Kel di ama içtiğimiz soğuk suyun serinliği ile zirveye vardığımızda, yamacı geçince aşağıda bu yorgunluğa değecek güzelliği gördük. İleride yeniden başlayan ormanın tam kıyısında harika bir göl vardı.

Yaklaşık 25-30 dk.lık bir yürüyüş ile göl kenarına vardık. Gezimiz burada sona ermişti. Çantaları attık ve terimiz soğutmadan, yine 5 dk. kadar gerdirme yaptıktan sonra yorgun ayaklarımızı gölde serinletip dinlendirdik.

Dönüş yolunda çay içmek için durduğumuz yerde köylülerin sattığı taze sebze ve meyvelerden de almayı ihmal etmedik. Güzel bir Pazar günü geçmişti, bu gelecek haftaların daha da iyi geçeceğinin bir habercisi gibiydi.

Hiç yorum yok: