Gezi Parkı ile başlayan ve daha sonra Haziran Direnişi'ne
evrilen hareketin hükümete karşı bir darbe girişimi olduğundan, dış mihrakların
bir kışkırtması olduğuna kadar türlü çeşit teori havada hala geziyor. Benim
gibi onlarca arkadaşımdan, dostumdan biliyorum ki, bu direnişe ilk günden beri
destek verilirken, kimse bize para ne para teklif etti, ne elimize bayrak veya
flamayı zorla tutuşturup meydanlara gönderdiler, hiç bir propogandanın öznesi
olarak da orada bulunulmadı. Çoğunluk vicdanının sesini dinledi.
Geçtiğimiz bir ay, uzuvlarını kaybetmiş, yaralanmış, işkence
görmüş, öldürülmüş insanlarımız dışında herkes için zihinlerin açıldığı olumlu
ve tarihi bir nokta yaşandı. HALK, türlü provokasyonlara, basının
kısıtlamalarına ve kışkırtmalarına, iktidarın sert tutumuna rağmen, baskılara
karşı sözünü söyleme ve direnme ortamını yakalamış, bir sürü yaratıcı eylem ve
söylemle de bunu ileriye taşımış, şimdilerde de parklarda kurulan forumlarda
özgürce tartışma olanağı buluyor. İstendiği kadar kirletilmeye çalışılsın,
gerçek olan, katılımcı demokrasinin, hiç bir liderlikle sunulmadığı örneği
yaşanıyor. Bütün siyasi özneler ve bu hareketin bizzat kendisi de bu süreci
yeni bir muhalefet süreci ya da iktidar alternatifi yapmak için elinden geleni
yapıyor.
Bu çalışmalara topyekün ve cepheden karşı duran tek örgüt AKP!
Özellikle Gezi Parkı polis tarafından derdest edildikten sonraki
süreçte birebir yaşadıklarımdan, içinde bulunduğum tartışmalardan, özellikle de
AKP cephesi ile yaptığım yoğun sözlü, yazılı tartışmalardan edindiğim
izlenimlerim oldu. Bunları derleyip toparlayıp özetleyerek paylaşma gereği
duydum.
Bu süreçte keskin iki cephe var:
AKP'ye/Başbakan'a oy verenler ve AKP-Karşıtları.
Bunun dışında ki cepheleşme tariflerinin hepsinin şimdilik sanal
ve meselenin özünü karartıcı olduğunu düşünüyorum. AKP karşıtlığını, AKP'ye
karşı bir sivil darbe girişimi olarak yorumlayan ve okuyan çok fazla AKP'li ile
tanıştım ve tartıştım. Geçmişte askeri darbeyi bahane ederek mağdur olduklarını
söyleyenler şimdi yoğun olarak yapılan demokratik hak taleplerini "sivil
darbe girişimi" olarak yorumluyor. Bu arkadaşlar, Başbakan'ın ayrıştırıcı,
ötekileştirici üslubunu açık seçik eleştirmek, yanlış demek yerine bir iki
argüman üzerinden yenmek/yenilmek ve geçmişin rövanşı üzerine tartışma
yapıyorlar.
Birkaç tespit:
1) Ethem'in öldürülmesinde, ölenin bir "insan"
olduğunu unutup, "su testisi su yolunda kırılır" gibi yorum
yapıldığını kulaklarımla duydum, şaşkınlık içindeydim. Bu cümle üzerine
tartışma kesildi, sözün bittiği yerdi.
2) Kalpaklı Atatürk Fotoğrafı ve Türk Bayrağı'nın bir arada
kullanılmasını "faşist"likle suçlayan, bu kullanım şeklinin Bayrak
Kanunu'na aykırı olduğunu, cezalandırılması gerektiğini savunan tartışmaların
içinde buldum kendimi. Keskin bir dille Türk Bayrağı ve Atatürk'ü bu şekilde
kullananlar için 2893 nolu kanununun işletilmesini, TCK 526'ya göre ceza
verilmesini istiyorlardı.
3) Cami olayının özünün, polisten kaçan insanların bir kamu
alanı olan Camiye sığınmalarını, buradaki caminin kullanılma şeklinin, ne din
karşıtlığı, ne de vandallıkla alakası olmayıp, sığınma ve kurtulma refleksi
olduğunu görmezden gelip, ısrarla içki içildi, kırıldı döküldü diyerek buradan
hareketi önemsizleştirme çabalarını gördüm. Bu başlık en yoğun istismar başlığı
idi.
4) Bu hareketin içinde yer alan sosyalistleri küçümseyen,
sosyalistlerin yurtseverlik, halkların kardeşliği, sosyalizmin bir alternatif
olduğunu çok yüksek sesle dillendirmelerini göz ardı edip, "marjinal gruplar"
diye son derece içi boş bir eleştiri getirmelerine şahit oldum.
5) "Benim Polisim", "Benim Vatandaşım",
"Onlar", "Çapulcular", "Taksime Gelen
Teröristdir" gibi %100'ün Başbakanı olması gereken birinin bu söylemler
üstünden, üst perdeden ayrımcılık olarak yorumlanabilecek bir dil kullanmasın
hiç ses çıkarmadıklarını bu ayrımcı dile rıza gösterebildiklerini gördüm,
okudum, tartıştım.
6) Polis'in yaptığı derdest öncesi alanda herkesin bayraklar,
parti flamaları, sloganlar ile gelmesinin, halayların, türkülerin, marşların
bir arada söylenmesinin yarattığı müthiş renkli ve kardeşlik ortamını ısrarla,
"terörize" ettiklerini gördüm. 1980 darbecilerinin yaptığı gibi,
Atatürk'ü kullanarak, alanda sadece Türk Bayrağı ve Atatürk posterlerinin bulunmasının
gerektiğini bunun dışındaki bütün temsillerin “terörizm” olduğunu savunanları
gördüm.
Haziran Direnişi'ne topyekün karşı olan veya oldurulanlar, AKP
ve Başbakan’in politikalarını, davranışlarını neredeyse koşulsuz kabul ediyor,
toz kondurmuyorlar, eleştirmiyor veya eleştiremiyorlar. Haziran Direnişi'nin
kökünde HALK olduğu için, eleştiriyi de münferit olayların üstüne gitmek üzerinden
yürüttüklerinden, karşı tezle direkt yükleneceği bir parti, ideoloji vb bir
özne bulmakta çok zorlanıyorlar, çünkü yok!
Başbakan'ı neredeyse koşulsuz savunanlara karşı aşağıdaki
cümleyi söyleyip durdum.
“Eleştiremediğin
hiçbirşeyin parçası olamazsın, sadece ait olursun. Eleştiri getiremeden,
tartışamadan içinde bulundugun hareketin sonu fanatizime varır, insanlıktan
çıkartır"
Demokrasiyi bir amaç değil araç olarak gördüğünü söyleyen bir
Başbakan tarafından temsil edildiğimizi her hatırladıklarında, inançlarını,
ideolojilerini bir kenara koyup, insan olarak kendilerini sorgulamalarını diledim.
Direnenlere, insan kalabilenlere bin selam!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder