30 Haz 2013

Haziran Direniş Ruhu üzerine karşı tartışmalar.



Gezi Parkı ile başlayan ve daha sonra Haziran Direnişi'ne evrilen hareketin hükümete karşı bir darbe girişimi olduğundan, dış mihrakların bir kışkırtması olduğuna kadar türlü çeşit teori havada hala geziyor. Benim gibi onlarca arkadaşımdan, dostumdan biliyorum ki, bu direnişe ilk günden beri destek verilirken, kimse bize para ne para teklif etti, ne elimize bayrak veya flamayı zorla tutuşturup meydanlara gönderdiler, hiç bir propogandanın öznesi olarak da orada bulunulmadı. Çoğunluk vicdanının sesini dinledi.

Geçtiğimiz bir ay, uzuvlarını kaybetmiş, yaralanmış, işkence görmüş, öldürülmüş insanlarımız dışında herkes için zihinlerin açıldığı olumlu ve tarihi bir nokta yaşandı. HALK, türlü provokasyonlara, basının kısıtlamalarına ve kışkırtmalarına, iktidarın sert tutumuna rağmen, baskılara karşı sözünü söyleme ve direnme ortamını yakalamış, bir sürü yaratıcı eylem ve söylemle de bunu ileriye taşımış, şimdilerde de parklarda kurulan forumlarda özgürce tartışma olanağı buluyor. İstendiği kadar kirletilmeye çalışılsın, gerçek olan, katılımcı demokrasinin, hiç bir liderlikle sunulmadığı örneği yaşanıyor. Bütün siyasi özneler ve bu hareketin bizzat kendisi de bu süreci yeni bir muhalefet süreci ya da iktidar alternatifi yapmak için elinden geleni yapıyor.

Bu çalışmalara topyekün ve cepheden karşı duran tek örgüt AKP!

Özellikle Gezi Parkı polis tarafından derdest edildikten sonraki süreçte birebir yaşadıklarımdan, içinde bulunduğum tartışmalardan, özellikle de AKP cephesi ile yaptığım yoğun sözlü, yazılı tartışmalardan edindiğim izlenimlerim oldu. Bunları derleyip toparlayıp özetleyerek paylaşma gereği duydum.

Bu süreçte keskin iki cephe var:
AKP'ye/Başbakan'a oy verenler ve AKP-Karşıtları.

Bunun dışında ki cepheleşme tariflerinin hepsinin şimdilik sanal ve meselenin özünü karartıcı olduğunu düşünüyorum. AKP karşıtlığını, AKP'ye karşı bir sivil darbe girişimi olarak yorumlayan ve okuyan çok fazla AKP'li ile tanıştım ve tartıştım. Geçmişte askeri darbeyi bahane ederek mağdur olduklarını söyleyenler şimdi yoğun olarak yapılan demokratik hak taleplerini "sivil darbe girişimi" olarak yorumluyor. Bu arkadaşlar, Başbakan'ın ayrıştırıcı, ötekileştirici üslubunu açık seçik eleştirmek, yanlış demek yerine bir iki argüman üzerinden yenmek/yenilmek ve geçmişin rövanşı üzerine tartışma yapıyorlar.

Birkaç tespit:
1) Ethem'in öldürülmesinde, ölenin bir "insan" olduğunu unutup, "su testisi su yolunda kırılır" gibi yorum yapıldığını kulaklarımla duydum, şaşkınlık içindeydim. Bu cümle üzerine tartışma kesildi, sözün bittiği yerdi.
2) Kalpaklı Atatürk Fotoğrafı ve Türk Bayrağı'nın bir arada kullanılmasını "faşist"likle suçlayan, bu kullanım şeklinin Bayrak Kanunu'na aykırı olduğunu, cezalandırılması gerektiğini savunan tartışmaların içinde buldum kendimi. Keskin bir dille Türk Bayrağı ve Atatürk'ü bu şekilde kullananlar için 2893 nolu kanununun işletilmesini, TCK 526'ya göre ceza verilmesini istiyorlardı.
3) Cami olayının özünün, polisten kaçan insanların bir kamu alanı olan Camiye sığınmalarını, buradaki caminin kullanılma şeklinin, ne din karşıtlığı, ne de vandallıkla alakası olmayıp, sığınma ve kurtulma refleksi olduğunu görmezden gelip, ısrarla içki içildi, kırıldı döküldü diyerek buradan hareketi önemsizleştirme çabalarını gördüm. Bu başlık en yoğun istismar başlığı idi.
4) Bu hareketin içinde yer alan sosyalistleri küçümseyen, sosyalistlerin yurtseverlik, halkların kardeşliği, sosyalizmin bir alternatif olduğunu çok yüksek sesle dillendirmelerini göz ardı edip, "marjinal gruplar" diye son derece içi boş bir eleştiri getirmelerine şahit oldum.
5) "Benim Polisim", "Benim Vatandaşım", "Onlar", "Çapulcular", "Taksime Gelen Teröristdir" gibi %100'ün Başbakanı olması gereken birinin bu söylemler üstünden, üst perdeden ayrımcılık olarak yorumlanabilecek bir dil kullanmasın hiç ses çıkarmadıklarını bu ayrımcı dile rıza gösterebildiklerini gördüm, okudum, tartıştım.
6) Polis'in yaptığı derdest öncesi alanda herkesin bayraklar, parti flamaları, sloganlar ile gelmesinin, halayların, türkülerin, marşların bir arada söylenmesinin yarattığı müthiş renkli ve kardeşlik ortamını ısrarla, "terörize" ettiklerini gördüm. 1980 darbecilerinin yaptığı gibi, Atatürk'ü kullanarak, alanda sadece Türk Bayrağı ve Atatürk posterlerinin bulunmasının gerektiğini bunun dışındaki bütün temsillerin “terörizm” olduğunu savunanları gördüm.

Haziran Direnişi'ne topyekün karşı olan veya oldurulanlar, AKP ve Başbakan’in politikalarını, davranışlarını neredeyse koşulsuz kabul ediyor, toz kondurmuyorlar, eleştirmiyor veya eleştiremiyorlar. Haziran Direnişi'nin kökünde HALK olduğu için, eleştiriyi de münferit olayların üstüne gitmek üzerinden yürüttüklerinden, karşı tezle direkt yükleneceği bir parti, ideoloji vb bir özne bulmakta çok zorlanıyorlar, çünkü yok!

Başbakan'ı neredeyse koşulsuz savunanlara karşı aşağıdaki cümleyi söyleyip durdum.

“Eleştiremediğin hiçbirşeyin parçası olamazsın, sadece ait olursun. Eleştiri getiremeden, tartışamadan içinde bulundugun hareketin sonu fanatizime varır, insanlıktan çıkartır"

Demokrasiyi bir amaç değil araç olarak gördüğünü söyleyen bir Başbakan tarafından temsil edildiğimizi her hatırladıklarında, inançlarını, ideolojilerini bir kenara koyup, insan olarak kendilerini sorgulamalarını diledim. 

Direnenlere, insan kalabilenlere bin selam!

Hiç yorum yok: