Güney Afrika tarihinin, kara kıta Afrika’dan pek de farkı yok; hep sömürge, hep sömürge…
Avrupalılar’ın uzun süre hiç haberinin
olmadığı bu ülke, 1400’lerin sonunda Ümit Burnu’nun keşfiyle tanındı ve Avrupa
- Hindistan arasında seferler yapan gemiciler için Güney Afrika sahilleri bir
uğrak noktası oldu. 17. yüzyılın ortasında Cape Town’da kurulan levazım
istasyonu ile de sömürge olmasının yolu iyice açıldı. 1815’de Avrupa devletleri
arasında yapılan anlaşma ile Güney Afrika’nın bir İngiliz Sömürgesi olduğu
kabul edildi.
1902’ye kadar sömürgeci İngilizler ve kafatasci Irkçılar arasındaki savaş,
sömürgecilerin kazanması ile bitse de yerli halk açısından fazla birşey
değişmedi. Güney Afrika, dört federasyondan oluşan bir ülke halini aldı.
1924’de ırkçılık kanunlarla da meşrulaştırıldı, siyahların yurttaşlık ve siyasi
hakları ellerinden alındı. 1948’de ırkçılığın zirve yaptığı yıllardı. II. Dünya
Savaşı'nın sona ermesiyle ülkede azınlıkta olan beyazlar, hâkimiyetlerini Nasionale Party önderliğinde genişletti, Apartheid
politikaları otoriter bir şekilde uygulamaya koyuldu. Ülkede iki sınıflı, cogunlugun haklarını kısıtlayan bir
toplum yapısı oluşturuldu. Bu politikaları terk etmemek için ülke 1961’de
Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) teşkilatından dahi ayrıldı. 1968’de
dünya gençlik hareketleri ile çalkalanırken, Güney Afrika’da ki ırk ayrımı
gösterilerinde yüzlerce genç ölüyordu.
1990'lı yıllarda artan isyanlar, gösteriler,
grevler sonucunda, iktidarda ki Nasionale Party, kendi iktidarının
yetkisizleştirilmesi konusunda ilk adımları atarak, o güne kadar yasadışı
olarak kabul edilen ve başta Afrika Ulusal Konseyi (ANC) olmak üzere birçok
muhalif partilerin yasağını kaldırıp; 27 yıl cezaevinde kalan Nelson Mandela’yı
serbest bıraktı. Siyahların ilk defa özgürce oy kullandığı 1994 seçimlerinde
iktidarı ele alan ANC, iktidarını günümüzde de koruyor. Nelson Mandela,
Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahi başkanı olarak devlet başkanı
olarak seçildi.
Beyaz adam, kıtada değerli madenleri ve
elması bulunca hemen çalıştırmak için siyahlara yüklenmiş. 1800’lerin sonunda
sömürüldüğünün farkında olan siyahlar çalışmayı reddedince de, Hindistan’dan
işçi getirmiş madenlerde çalıştırmış. Bu hint kökenli Güney
Afrika’lıları çokça görmek mümkün. 1900’lerin ortalarında, siyahların hiç bir
hakkı yok ve neredeyse beyazların kölesi olarak çalışıp yaşam savaşı verirken,
Hint kökenlilerden bir arasınıf oluşmuş.
Öyle ki, Irkçılık politikasının bir neticesi
olarak beyazlar, zenciler ve asyalılar birbirinden farklı yerleşim bölgelerinde
yaşayıp, farklı siyasi ve iktisadi hakları kullanıp, kendi okullarında eğitim
aldılar. Beyazlar için büyük bir serbestlik olmasına rağmen, diğer grupların
okulları hükümet kontrolünde olmus hep.
Güney Afrika ilk ayak bastığınızda sizi ürkek
karşılayabilir ama gezerken, insanlarla etkileşirken tarihçeyi ve siyahlara
yapılmış haksızlıkları hatırlayın, hak verirsiniz.
THY, hergün karşılıklı, hem de birkaç şehire
sefer yapıyor. Türk vatandaşlarına vize yok. Johannesburg Havalimanından
çıkışta Gautrain ile gideceğiniz en yakın yere gidebilirsiniz. Güvenli,
konforlu, hesaplı...
Johannesburg, yaklaşık 5 milyon nüfusu ile
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en büyük, Afrika kıtasının ise üçüncü büyük şehri.
Evler, şirketler elektrikli tel ile çevrili, sitelerin girişinde korumalar var.
Zengin gettolarının sokak girişleri dahi korumalı. Güvenlik sorunu olan bir
şehir. Hep dikkatli olmakta fayda var. Zaten sürekli uyarılıyorsunuz.
Kaçırılmaması gereken en önemli yerlerin
başında Apartheid, Irkçılık Müzesi geliyor. Ülkenin yakın tarihini, geçmiş ile
hesaplaşarak öğretiyor. Açık, net, tarafsız, yalın. Toplumsal olaylara müdahale
eden, TOMA’lardan daha da büyük ama içindekilerin halka ateş açtığı araçlar,
idam sehpaları, otobüslerde, devlet dairelerinde beyaz/siyah ayrımcılığını
gösteren uygulamaların belgeleri, fotoları ve videolar. Muhakkak görülmeli.
Mandela için ayrı bir bölüm var.
Johannesburg’ds Soweto bölgesi bir diğer
görülesi yerdir. Buraya yaklaştığınızda rüzgarın topraktan taşıdığı kırmızı toz
size geldiğinizi haber veriyor. 1904’de altın madenlerinde çalışan siyah göçmen
işçilerin yaşaması için inşa edilmiş. 1950’lerde ırkçılığın zirve yıllarında,
şehir merkezleri sadece beyazlara tahsis edilmiş ve siyahlar buraya sürülmüş.
Yüksek güvenlikli duvarlarının arkasında korunan Winnie Madikizela-Mandela’nın
geniş evini görmek şart. Oluklu teneke kulübeleri, aralarında gerilmiş parlak
renkli çamaşır bantları ve yolda oynayan çocuklar. Vilakazi sokağı da önemli.
Dünyada nobel ödülü sahibi iki kişinin evinin olduğu tek sokak, Desmond Tutu ve
Nelson Mandela.
Mandela meydanı da görülmeli. Bol turistik,
restoranı, AVM’si dolu, cıvıl cıvıl bir bölge. Belki de beyazların şehirde en
rahat dolaştıkları yer. Ekonomik olarak Türkiye’den
daha zor koşullarda olan Güney Afrika’da
tatmadan dönülmemesi gereken et çeşitleri var. TL’ye çevirdiğinizde lüks
restoranda yediğiniz et, bizde kasaptan aldığınızdan daha uygun.
Bir de biltong var yani kuru et. Güney Afrika
mutfağının en önemli besini ve az yağlı olması antilop etinden olmasindan. Az yağ, çok protein oldugundan, sporcuların ve
biraseverlerin favorisi. Nereden alırsanız alIn, ister sokak, ister marketten hazır paket, ya da kiloyla açık hepsi güzel
Aslında ülkenin, belki de dünyanın en güzel
yerlerinden birisi bence Cape Town. Yılın her mevsimi yapacak birşey
bulabilirsiniz. Kasım-Aralık’da biz kışı yaşarken, Cape Town’ın en güzel
zamanı.
Evet THY buraya da uçuyor. Sub Tropik iklimi
olan ülkenin, Akdeniz iklimine yakın olan bölgesi burası. Cape Town aynı
zamanda ülkenin en büyük balıkçılık limanı. Açık deniz avcılığı gelişmiş,
Sardalya, morino, istakozyengeç en çok avlanan su ürünlerinden. Şehrin simgesi
‘Masa Dağı’ muhakkak görülmeli. Masalsı dağayı döner teleferikle çıkarak dünyanın
en güney noktalarından biri olan muhteşem körfezi seyredebilirsiniz. Eyfel
kulesi nasıl Paris’e hakimse burası da aynı. Dünya mirası Masa Dağı, halen
dünyanın 7 harikasından birisi ve Afrika’nın en fazla fotoğraflanan yeri. Dağın
tepesindeki kayalar 600 milyon yaşında ve %70 bitki örtüsü endemik yani
dünyanın başka yerinde yok. Teleferikle çıkıldığı gibi, yürüyüşçüler için 10
civarında farklı rotadan 3-5 saat arasında yürüyerek çıkılabiliyor.
Long Street’de tabii ki yürüyerek
keşfedilmesi gereken, her köşe başında başka dükkanların olduğu, Afrika ve hint mutfağına ait sokak yemeklerini
tadabileceğiniz, özellikle sırt çantası ile gezenlerin rağbet ettiği bir cadde.
Cape Town’ın liman bölgesi ve marinada
genellikle beyazların takıldığı, ‘iyi yemek’ yiyeceğiniz hoş yerler çok var.
Hava genellikle çok güzel olduğundan cennet gibi bir yer. Ama bu cennetin çoğu
çalışanı siyahlar, tadını çıkartan ise turistler ve yerli beyazlar.
Güney Afrika’nın bir diğer olmazsa olmazı
şarapları. 5-6 TL’ye nefis şaraplar almak mümkün. Cape Town’da bu leziz
şarapların çıkış noktası olan Stellenbosch Kasabası da görülmeye değer. Burada
Güney Afrika’nın nadide şaraplarının tadına bakabilirsiniz.
Ümit Burnu, kıtanın güneydeki uç noktası,
Cape Town merkeze sadece 1.5 saat uzaklıkta ve buraya gelmişken görmemek olmaz.
Genel olarak, ister konformist, ister
mütevazi, isterseniz sırt çantası keşfi yapacaksanız, ilk defa Afrika deneyimi
yaşayacaksanız, Güney Afrika doğru bir başlangıç. olağanüstü doğası ve ulusal
parkları ile doğal hayatı gözleyceğiniz, kara kıtanın kültürüne tam da içinden
bakacağınız, hep okuyageldiğiniz sömürge tarihinin capcanlı ve acı izlerini
bulacağınız, hiç tadmadığınız tadları bulacağınız çok da güzel bir ülke.
Ha unutmadan, bütün eski İngiliz sömürgelerinde
olduğu gibi, trafik soldan akıyor,çayı sütlü içiyorlar, otel calisanlari
siyah ama mudurleri beyaz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder