Önce "emperyalist" tanımını hatırlayalım.
TDK'ya göre "bir milletin sömürü temeline dayanarak başka bir milleti siyasi ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılması veya yayılmayı istemesi"
Buradaki ana eylem sömürmek ve yayılmak!
Son zamanlarda "Arap baharı"nın esintileri ve Balkanlardan gelen "yeni Osmanlıcılık" alçak basıncı birçok yazarı bu rotaya soktu, “Yaşasın emperyal Türkiye!” rotası...
Sömürgecilik tarihine çok kısa bakarsak, 15. yy'da denizlere açılan Avrupa, sömürgeciliği başlatmış. Kolomb'un Küba'ya çıkması ile Amerika kıtasına ayak basması ve Afrika'dan getirilen kölelerle Güney Amerika'nın zenginliklerinin Avrupa’ya taşınması 500 yıl sürmüş. Bu arada Asya'da Çin ve Japonya'nın yayılmacı hareketleri başlamış. Hindiçin'de 1000 yıllık Çin sömürüsü, 18.yy'da Fransızlarla el değiştirmiş ve ancak 1900'lerin ortasından sonra bölge bugünkü haline gelebilmiş. Sonra ABD'nin 1800'lerde başlayan ve günümüzde tepe noktası yapan yayılmacılığı var. ABD'nin yayılmacılığının temel gerekçesi, ekonomik büyümesinin devamlılığı için kendi anakarası dışındaki pazarları ele geçirmek veya kontrol etmek. Bunu gerçekleştirmek için de iç savaş çıkarmak veya bir şekilde fiili müdahale etmek, darbe yapmak, kültürel değişim ve sosyal haklar üzerinden kontrolü kurgulamak, medya, ekonomi, bürokrasi, kamu veya özel kurumlarda açık veya gizli örgütlenmek vs daha akla gelebilecek farklı yöntemlerle "hedef sömürgeye" nüfuz etmek gibi 21.yüzyılın araçlarını kullanıyor.
Kısaca 16.yy sömürgecilerinin elindeki araçlardan çok daha fazla araç, ve yöntem var günümüzde; ama amaç hep aynı.
Türkiye bu tarihçede Osmanlı geçmişi ile yer alıyor. Osmanlı da yayılıyor, büyüyor. Çok da masum değil. Ama gün geliyor, o da emperyalistlerin paylaşım savaşlarında eriyip bitiyor. Kurtuluş Savaşı ve Aydınlanma Devrimleriyle yok olma noktasından, yeni bir ülke kuruluyor ve bugünkü sınırlar içinde var oluyoruz. Sorunlarımız dağ gibi olmasına rağmen bir zamanların Turancı fikirlerinden beri, hiç bu kadar "yayılmacılığa" özenilen bir dönem galiba olmadı. Çoğu yazarda bu fikrin oluşmasında, AKP’nin müthiş değişken, strateji yoksunu, günübirlik dış politikası etken.
Ekonomisi ve siyaseti bu kadar kırılgan olan Türkiye'nin bu maceralara öykünmesi ancak intihar olabilir. Kendi sınırlarımız içinde, kaynaklarımızın ve emeğimizin bekçiliğini yapmak, bunları barış içinde yaşamanın aracı olarak zenginleştirmek, kendi iç barışımızın tesisi için çabalamak dururken,
"Emperyal Türkiye" hayalini dillendirmek, şekillendirmek ve geleceğe dair bir model olarak sunabilmek, ancak toplumsal hafızayı karıştırmak, yok saymak ve hedef saptırmaktır. "Emperyal Türkiye” hayali ancak gerçek sömürgecilerin oyuncağı ve kuklası olur. Daha da tehlikelisi bu yazarlar “sonucu ne olursa olsun” diye vurgulayarak bu fikri son derece “kaçamak ve vizyonsuz” bir biçimde topluma enjekte ediyorlar.
Üstüne üstlük "emperyal” ve “tam bağımsız Türkiye" bir arada kullanılıyor.
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan idama giderken, cellatlarının yüzüne "Yaşasın tam bağımsız Türkiye, kahrolsun emperyalizm, yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği." diye haykırarak yürüdüler ölüme. Eğer yaşamın merkezine "insanı" koyarsanız, asla emperyalizm ve tam bağımsızlık yan yana gelmez. Deniz'lerin hayalini kurduğu, uğruna canlarını verdiği, bizim de hayalini kurduğumuz Türkiye, "tam bağımsız" olursa kesinlikle emperyalist olamaz, olmamalıdır. Emperyalistlere karşı verilen savaşla kurulan bu ülke, yine emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin katlettiği yurtseverlere vefa borcunu ancak böyle öder.
"İleri demokrasi" ortamında, bu yazarlar bu tezleri dillendirirken, biz de karşılık veriyoruz ama unutmayın Türkiye olası bir "emperyalist" girişim yapsa ve biz de sokaklara çıkıp "yurtsever ve antiemperyalist olarak" savaş karşıtı toplantılar düzenlesek, NATO’ya hayır desek, barış desek, savaş istemiyoruz desek cop ve gazı yine biz yeriz. Ama onlar bu “kaçamak vizyonları” işe yaramazsa ve ülkeyi yeniden kuruluş tarihindeki noktaya getirilerse, ortalıktan da toz olurlarsa, yine iş “yurtseverlere” düşecektir.
Emperyalistlere kızmıyorum. Tarih boyunca hep var oldular ve var olma sebepleri bu: yani sömürmek, yayılmak, kendine benzetmek. Asıl kızdığım, onların sözcülüğünü yapıp, tarihten ders çıkarmayıp, hizmet edenlere, bilinçli veya bilinçsiz işbirliği yapanlara.
http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/emperyal-turkiyenin-ayak-sesleri-ve-karisik-kafalar-cuneyt-goksu-haberi-46962
Buradaki ana eylem sömürmek ve yayılmak!
Son zamanlarda "Arap baharı"nın esintileri ve Balkanlardan gelen "yeni Osmanlıcılık" alçak basıncı birçok yazarı bu rotaya soktu, “Yaşasın emperyal Türkiye!” rotası...
Sömürgecilik tarihine çok kısa bakarsak, 15. yy'da denizlere açılan Avrupa, sömürgeciliği başlatmış. Kolomb'un Küba'ya çıkması ile Amerika kıtasına ayak basması ve Afrika'dan getirilen kölelerle Güney Amerika'nın zenginliklerinin Avrupa’ya taşınması 500 yıl sürmüş. Bu arada Asya'da Çin ve Japonya'nın yayılmacı hareketleri başlamış. Hindiçin'de 1000 yıllık Çin sömürüsü, 18.yy'da Fransızlarla el değiştirmiş ve ancak 1900'lerin ortasından sonra bölge bugünkü haline gelebilmiş. Sonra ABD'nin 1800'lerde başlayan ve günümüzde tepe noktası yapan yayılmacılığı var. ABD'nin yayılmacılığının temel gerekçesi, ekonomik büyümesinin devamlılığı için kendi anakarası dışındaki pazarları ele geçirmek veya kontrol etmek. Bunu gerçekleştirmek için de iç savaş çıkarmak veya bir şekilde fiili müdahale etmek, darbe yapmak, kültürel değişim ve sosyal haklar üzerinden kontrolü kurgulamak, medya, ekonomi, bürokrasi, kamu veya özel kurumlarda açık veya gizli örgütlenmek vs daha akla gelebilecek farklı yöntemlerle "hedef sömürgeye" nüfuz etmek gibi 21.yüzyılın araçlarını kullanıyor.
Kısaca 16.yy sömürgecilerinin elindeki araçlardan çok daha fazla araç, ve yöntem var günümüzde; ama amaç hep aynı.
Türkiye bu tarihçede Osmanlı geçmişi ile yer alıyor. Osmanlı da yayılıyor, büyüyor. Çok da masum değil. Ama gün geliyor, o da emperyalistlerin paylaşım savaşlarında eriyip bitiyor. Kurtuluş Savaşı ve Aydınlanma Devrimleriyle yok olma noktasından, yeni bir ülke kuruluyor ve bugünkü sınırlar içinde var oluyoruz. Sorunlarımız dağ gibi olmasına rağmen bir zamanların Turancı fikirlerinden beri, hiç bu kadar "yayılmacılığa" özenilen bir dönem galiba olmadı. Çoğu yazarda bu fikrin oluşmasında, AKP’nin müthiş değişken, strateji yoksunu, günübirlik dış politikası etken.
Ekonomisi ve siyaseti bu kadar kırılgan olan Türkiye'nin bu maceralara öykünmesi ancak intihar olabilir. Kendi sınırlarımız içinde, kaynaklarımızın ve emeğimizin bekçiliğini yapmak, bunları barış içinde yaşamanın aracı olarak zenginleştirmek, kendi iç barışımızın tesisi için çabalamak dururken,
"Emperyal Türkiye" hayalini dillendirmek, şekillendirmek ve geleceğe dair bir model olarak sunabilmek, ancak toplumsal hafızayı karıştırmak, yok saymak ve hedef saptırmaktır. "Emperyal Türkiye” hayali ancak gerçek sömürgecilerin oyuncağı ve kuklası olur. Daha da tehlikelisi bu yazarlar “sonucu ne olursa olsun” diye vurgulayarak bu fikri son derece “kaçamak ve vizyonsuz” bir biçimde topluma enjekte ediyorlar.
Üstüne üstlük "emperyal” ve “tam bağımsız Türkiye" bir arada kullanılıyor.
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan idama giderken, cellatlarının yüzüne "Yaşasın tam bağımsız Türkiye, kahrolsun emperyalizm, yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği." diye haykırarak yürüdüler ölüme. Eğer yaşamın merkezine "insanı" koyarsanız, asla emperyalizm ve tam bağımsızlık yan yana gelmez. Deniz'lerin hayalini kurduğu, uğruna canlarını verdiği, bizim de hayalini kurduğumuz Türkiye, "tam bağımsız" olursa kesinlikle emperyalist olamaz, olmamalıdır. Emperyalistlere karşı verilen savaşla kurulan bu ülke, yine emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin katlettiği yurtseverlere vefa borcunu ancak böyle öder.
"İleri demokrasi" ortamında, bu yazarlar bu tezleri dillendirirken, biz de karşılık veriyoruz ama unutmayın Türkiye olası bir "emperyalist" girişim yapsa ve biz de sokaklara çıkıp "yurtsever ve antiemperyalist olarak" savaş karşıtı toplantılar düzenlesek, NATO’ya hayır desek, barış desek, savaş istemiyoruz desek cop ve gazı yine biz yeriz. Ama onlar bu “kaçamak vizyonları” işe yaramazsa ve ülkeyi yeniden kuruluş tarihindeki noktaya getirilerse, ortalıktan da toz olurlarsa, yine iş “yurtseverlere” düşecektir.
Emperyalistlere kızmıyorum. Tarih boyunca hep var oldular ve var olma sebepleri bu: yani sömürmek, yayılmak, kendine benzetmek. Asıl kızdığım, onların sözcülüğünü yapıp, tarihten ders çıkarmayıp, hizmet edenlere, bilinçli veya bilinçsiz işbirliği yapanlara.
http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/emperyal-turkiyenin-ayak-sesleri-ve-karisik-kafalar-cuneyt-goksu-haberi-46962
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=40077
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder