27 Kas 2010

Yeni Füze, Yine Füze…




Türkiye uzun yıllar önce yine bir Füze krizinin ortasında kalmıştı: Şartlar ve oyuncular farklı olsa da, içinde bulunduğumuz risk ve tehlike yaklaşık aynıydı.

Hatırlayalım:

Sene 1959. Küba’da Devrim olur, Fidel sosyalizm’i ilan eder, 1961’de adaya ABD’den ilk “fiziksel” saldırı yapılır. “Made in USA” damgalı, CIA destekli, Küba’lı karşı devrimciler adayı işgal etmek için Domuzlar Körfezi çıkartmasını denerler ama başaramazlar. Fidel’in ve Küba’lı devrimcilerin dirençli savunması, yanı sıra SSCB’nin Küba’ya açık destek vermesi ABD Başkanı J.F.Kennedy’yi zor durumda bırakır: karşı devrimcilere desteği keser, saldırı biter. Akılda kalan, ABD’nin ilk defa yenik düştüğü bir savaşta, 1113 esirini geri almak için, Küba Devleti’ne 53 Milyon ABD Doları karşılığı bebek maması ve ilaç göndermesidir!

Ama hesaplaşma bitmez!

Bir sene sonra, 1962’ye gelindiğinde, iki süper güç bu defa nükleer silahlar üzerinden bilek güreşine başlar. SSCB adaya nükleer füze yerleştirir, ABD’nin U2’leri de bu füzeleri farkeder ve karşılıklı pazarlık başlar.

Neyin pazarlığıdır bu, acaba?

ABD, 1961’de İzmir’e, 60 darbesinin cunta hükümeti yönetimdeyken, NATO kapsamında Jüpiter füzeleri yerleştirmişti ve bizim, yani halkın, bundan haberimiz olmadı! Pazarlığa göre ABD Jüpiter’leri, SSCB de Küba’daki füzeleri karşılıklı sökeceklerdi. SSCB, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterecek, işgal etmeyecek, içişlerine karışmayacak, ABD’de aynı güvenceleri Küba’ya gösterecekti, tarih 28 Ekim 1962!

29 Ekim 1923’den, neredeyse 40 yıl sonra Türkiye “Stratejik Müttefik”i yüzünden, üstelik Kurtuluş Savaşı sırasında destek gördüğü komşusu ile savaşın eşiğine getiriliyordu.

Günümüze yaklaştığımızda;

Kökenleri Reagan’a kadar uzanan ama Bush iktidarında somutlaşan “Yıldız Savaşları Projesi” başladı. Obama’nın da adını “Füze Kalkanı” diye değiştirip, NATO kılıfına soktuğu “Yeni Füze Krizi” 1962’de yaşanandan çok daha karmaşık. Bugün yaşananları geçmiş deneyimlerin ışığında değerlendirirsek;

(1) Oyuncular kısmen farklı olsa da -ki işin içinde şu ana kadar sessiz kalan bir diğer süper güç var: Çin!- bizim tarafımızda olduğunu iddia eden büyük aktör yine ABD, yine “Stratejik Müttefikimiz”, yine “Dostumuz”!
(2) Karşı tehditin en ön safında yine biz varız!.. 1961’de SSCB ile komşuyduk. Bu defa ana tehdit İran ve Kuzey Kore olarak gösteriliyor. Kolay ve açık hedefiz, bütün Anadolu tehdit altında. Tabii Rusya’nın bu işlere ne kadar sessiz kalacağı veya ABD ile “ortaklık” mı yapacağı tam anlamıyla “pandoranın kutusu”.
(3) 1950’de NATO’ya gireceğiz diye Kore’de Anadolu gençlerini kırdırırken de, 1974’te Kıbrıs Hareketı’ndan sonra “Ambargo”yu onaylarken de, Irak’ta TSK’nın başına çuval geçirirken de başrolde ABD vardı, “Dost ve Müttefik” ABD!
(4) 1961’de sadece İzmir’e bir füze rampası koymuşlardı, şimdi Karadeniz’de bile ABD savaş gemileri olacak! Montrö’nün nasıl delineceğini, nasıl bir kılıf bulunacağını hep beraber izleyeceğiz.
(5) İran ve İsrail savaşa girerse, NATO üyesi olmayan İsrail’i korumak için “Füze Kalkanı” kullanılırsa ve İran da kızıp bir füze de bize gönderirse ne olacak?
(6) 20. yüzyılda kendi topraklarında hiç savaş yapmamış, ama neredeyse savaşmak için gitmediği kıta kalmamış bir “dostun” sunduğu “Kalkan” bizi o “dosttan” korur mu?
(7) Muhakkak zorlama bir “iyi” yan ararsak, en azından bu defa füze’ler 1961’deki gibi gizli kapaklı yerleştirilmeyecekmiş galiba, bizler de her sabah “Google Map”e girip füzelerimizin kontrolü yaparız! Kontrol bizim yönetimimizde olacakmış da bizi yönetenler kimin kontrolünde acaba?

Yüz yüze olduğumuz durumu kısaca özetleyen bir özdeyiş aklıma geliyor;
“Biri sizi bir kere kandırırsa suç onundur. İki kere kandırırsa suç sizindir.”

Bu defa kanmayın!

http://www.kahvemolasi.com/sayilar/20101130.asp#cuneytgoksu

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=33955

Bu yazı 1 Aralık 2010'da Birgün Gazetesi'nde de yayınlandı.

Hiç yorum yok: