26 Oca 2010

ABD ve Çin: Biri kaybediyor, diğeri kazanıyor! – James Petras




Asya'nın kapitalist önderleri Çin ve Güney Kore, küresel güç olma yolunda ABD ile yarışıyorlar. Asya'nın küresel bu güç olma yolundaki çıkışı, dinamik ekonomik gelişmesi ile devam ederken, ABD aynı iddiasını askeri gücüyla imparatorluk inşa ederek devam ettirmeye uğraşıyor. Financial Times’a (FT) üstünkörü olarak bir göz atıldığında bile 28 Aralık 2009 tarihli sayısında imparatorluk inşaasına dair muhalif yazılar bulabilirsiniz. İlgili tarihteki ABD baskısının birinci sayfasında, "Terörle Savaş" başlıklı yazıda, Obama'nın Teröre destek veren ülkeler listesini genişletmesi ve dünyanın diğer köşelerindeki askeri karışıklığa değinilir. Bu konunun tam karşıtı olarak, yine iki ayrı birinci sayfa yazısındaysa, Çin'in dünyanın en hızlı uzun mesafeli trenini kullanıma sunduğunu, Çin'in ihracat işlemlerinde yerel para birimini koruma adına, ABD Dolarına karşılık, Yuan'ı tercih ettiğini görebilirsiniz. Obama, "Terörle Savaş" konusunda Irak, Afganistan ve Pakistan'dan sonra Yemen'de dördüncü cepheyi açmaya hazırlanırken, aynı gazetenin sayfalarında, Güney Kore'nin Birleşik Arap Emirlikleri'nde, ABD ve Avrupalı rakiplerini alt ederek 20.4 milyar dolarlık nükleer santral ihalesi aldığını görebilirsiniz.

FT'nin 2. sayfasında, Çin'in yeni demiryolları sisteminin, ABD'den nasıl üstün olduğunun haberleri görülüyor: Çin'in ultra-modern tren sistemi, aralarında 1,100 km olan iki şehir arasında 3 saatten az zamanda giderken, ABD'deki kardeşi Amtrak, Boston-Newyork arasındaki 300 km’lik yolu 3,5 saatte geçiyor. ABD demiryolu sistemi yatırımsızlık ve bakımsızlıktan can çekişirken, Çin hızlı hatlar için 17 milyar dolar yatırım yapmakta. Çin 2012'ye kadar, 18 bin km'lik yeni tren hatları inşa etmeyi planlarken, ABD eşdeğer miktarda parayı savaş bütçesine ayırıyor.

Çin, üretim sahaları ile işçilerin yaşam alanlarını, limanları, fabrikaları birleştiren çok büyük ulaşım ağları inşaa ederken, FT'nin 4. sayfasında ABD'nin nasıl "Terörle Savaş" ve "İslamcı korkular" arasında sıkışıp kaldığını görüyorsunuz. İslam dünyasına karşı onlarca yıldır sürdürülen bu savaşlar, ABD halkının fonlarda biriken yüz milyarlarca dolar birikimini, halkın yararına olmayan bir savaşa sürüklemek için kullanılırken, Çin bu sürede sivil ekonomisini oldukça iyi duruma getirdi ve modernleştirdi. Beyaz Saray ve ABD Kongresinin, askeri ve sömürgeci İsrail devletini bütün olanakları ve kaynaklarıyla, 1.5 milyar Müslüman toplumuna rağmen desteklediği aynı gazetenin 7. sayfasında anlatılırken, 9. sayfada da Çin'in gayrisafi milli hasılasının 26 yılda 10 kat büyüdüğü haberi yer alıyordu. ABD'nin, Wall Street’e ve askeri harcamalara 1.4 trilyon dolar akıtıp, bütçe açığını ve işsizliği katladığı haberlerine yer verilen 12. sayfada, Çin hükümetin iç üretimi arttırıcı ve teşvik edici ekonomik paketi devreye aldığı, milli hasılayı yüzde 8 arttırırken, işsizliği azalttığı, Asya, Latin Amerika ve Afrika ile ticari bağlarını güçlendirdiği haberleri 12. sayfada yer alıyordu.

ABD'nin,Afganistan ve Irak'taki çürümüş işbirlikçilerinin yeniden seçilmesi ve geçimsiz İsrailli ortağı ile onun aciz Filistinli işbirlikçisinin arasını yapmak için bol bol para ve zaman harcadığı haberi ile, Güney Kore hükümetinin Kore Elektrik Şirketi'nin konsorsiyumu ile o bölgede 20.4 milyar dolarlık nükleer santral ihalesi kazandığı haberi 13. sayfada yer alıyor.

Sayfa 3'e bakıldığında, ABD iç güvenlik uygulamaları ve potansiyel teröristleri takip etmek için 60 milyar dolar harcarken, Çin hükümeti, Rusya ile enerji alanında ortaklık yapmak için 25 milyar dolar yatırım yapıyor.

FT'nin tek bir sayısında bile görülen bu başlıklar ve makaleler dünyadaki bu derin farklılıklara işaret etmektedir. Çin önderliğindeki Asya ülkeleri üretim, ulaşım, teknoloji ve madencilik alanında yaptıkları muazzam yatırımlarla dünya liderliğine oynamaktalar. ABD ise tam tersine, kullandığı askeri yöntemlerle yaratmaya çalıştığı imparatorluk ve spekülatif ekonomisi ile inişte...

1) Washington, Asya'daki ufak askeri çıkarlarını gözetirken, Çin, ticari ve yatırım faaliyetlerini, Rusya, Japonya, Güney Kore gibi büyük ortaklarla geliştirmekte.

2) Washington, iç ekonomik kaynaklarını, deniz aşırı sürdürdüğü savaşını fonlamak için kullanırken, Çin, madencilik ve enerji kaynaklarını, üretim alanında işsizliği azaltmak için kullanıyor.

3) ABD, askeri teknolojiye yatırım yaparak mevcut rejimini korurken, Çin sivil teknolojiye yatırım yaparak rekabetçi ihracat alanında öne geçiyor.

4) Çin, ülkenin iç işlerini yeniden düzenleyip, ekonomisini yeniden yapılandırırken, sosyal dengesizlikleri ortadan kaldıran uygulamalar yapadursun, ABD, mevcut ekonomisini batıran parazitleşmiş finansal sistemini için bütün fonlarını kullanıyor ve karşılığında işsizlik, üretim ve rekabetçilikte en ufak bir yol alamıyor.

5) ABD, Ortadoğu’da, Güney Asya'da, Afrika'da ve Karaibler'de yeni cepheler açıp, asker gönderirken, Çin sadece Afrika'da, 25 milyar dolarlık, altyapı, madencilik, enerji ve fabrika yatırımları yapıyor.

6) Çin; İran, Venezüella, Brezilya, Arjantin, Şili, Peru ve Bolivya ile milyar dolarlık ticaret ve yatırım anlaşmaları yapıp, ihtiyacı olan, dünyanın stratejik enerji, maden ve tarımsal kaynaklarına erişimini güvenlik altına alırken, ABD, Kolombiya'ya 6 milyar dolarlık askeri yardım yapıyor, Venezüella'yı korkutmak adına 7 tane üs açıyor, Honduras'taki askeri darbeyi destekliyor, Brezlya ve Bolivya'nın İran ile ekonomik ilişkilerini eleştiriyor.

7) Çin, Latin Amerika ile ekonomik ilişkilerini arttırıp, güçlendirip, kıtanın yüzde 80’i ile iletişim halinde olurken, ABD, bölgenin en kötü ekonomik performansına sahip Meksika ile ekonomik ilişkilerini devam ettirip, bölgeyi uyuşturucu kartellerine teslim ediyor.

Sonuç;

Çin istisnai bir kapitalist ülke değildir. Çin’in kapitalizminde, emek sömürülmektedir; refah ve sosyal hizmetlere erişimdeki şahlanmıştır, köylüler-çiftçiler mega baraj projeleri nedeniyle yerlerinden edilmektedir ve Çin şirketleri Üçüncü Dünya Ülkelerinde madenleri ve diğer doğal kaynakları çıkarmak için çılgınca bir çaba içindedir. Ancak, Çin, tarihte hiçbir devletin ulaşamadığı bir hızla ve çok daha fazla insan için üretim sektöründe milyonlarca iş yaratmış ve yoksulluğu düşürmüştür. Bankaları, çoğunlukla üretim sektörünü desteklemektedir. Çin, diğer ülkeleri ne bombalamakta, ne işgal etmekte, ne de yıkmaktadır. ABD kapitalizmi ise, küresel bir askeri güce dönüşmüş, kendi ekonomisininin içini boşaltmış, yaşam standartlarını düşürmüş, deniz aşırı topraklardaki savaşları fonlar hale gelmiştir. Finans, emlak ve ticari sermaye ise, spekülasyondan ve ucuz ithalattan kar ederek üretim sektörünü yok saymıştır.

Çin, petrol zengini ülkelere yatırım yaparken, ABD onlara saldırmaktadır. Çin, Afganistan'daki düğün törenlerine çatal-bıçak gönderirken, ABD bomba yağdırmaktadır. Çin, doğal madenlere yatırım yaparken, Avrupalı sömürgeciler gibi davranmayıp, gittiği ülkelerde demiryolları, limanlar inşa etmiş, bölgeye ucuz kredi imkanları sağlamıştır. Çin, etnik ve ırkçı savaşları ve “renkli isyanları”, CIA gibi fonlayıp desteklememiştir.

Çin kendi büyümesini, ticaret ve ulaştırma sistemlerini öz kaynaklarıyla finanse etmekte, ABD ise sonu gelmez savaşlarını finanse etmek, Wall Street bankalarını kurtarmak ve milyonlar işsiz kalırken üretken olmayan diğer sektörleri desteklemek için mülti-trilyon dolarlık borç altında ezilmektedir.

ABD, bu sonsuz savaş girdabında iflasa ve iç yıkıma doğru giderken, Çin, gelişmekte ve gücünü piyasalarda deneme şansı bulmaktadır. Çin'in çeşitlendirilmiş büyümesi, dinamik ekonomik ortaklarla ilişkili olup, ABD askeri gücü, uyuşturucudan para kazanan ülkelerle, savaş lordlarının rejimleriyle, göstermelik muz cumhuriyeti olarak adlandırılan ülkelerle ve dünyanın en son ve en kötü ırkçı sömürgeci rejimi İsrail ile temas halindedir.

Çin dünya tüketicilerini baştan çıkarırken, ABD’nin küresel savaşları içerde ve yurtdışında teröristleri kışkırtmaktadır.

Çin ekonomik krizlerle ve hatta işçi ayaklanmaları ile karşılaşabilir ama bununla başa çıkacak ekonomik kaynakları mevcuttur. ABD zaten krizin içindedir ve iç ayaklanma ile yüzleşebilir. Fakat bütün kredisini tüketmiştir, bütün fabrikaları yurtdışındadır, yurtdışı askeri üsleri ve tertibatı bir değer değil, masraf kapısıdır! ABD'deki toplam fabrika sayısı, umarsız işçilerini yeniden istihdam etmek için yeterli değildir: Amerikan işçilerin eski fabrikalarının boş binalarını işgal ettiği bir toplumsal ayaklanma görülmesi muhtemeldir.

ABD’nin yeniden normal bir devlet olması için her şeye en baştan başlamalıyız. Bütün yatırım bankalarının ve yurtdışındaki askeri üsler kapatılması, kendi topraklarına geri dönmesi şarttır. Kendi halkımızın ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde sanayiyi yeniden kurma, kendi doğal doğal çevremizde yaşama, bu imparatorluk sevdasından vazgeçip demokratik sosyalist bir cumhuriyet kurma yolunda bir uzun yürüyüşe başlamalıyız.

When will we pick up the Financial Times or any other daily and read about our own
high-speed rail line carrying American passengers from New York to Boston in less than one hour? When will our own factories supply our hardware stores? When will we build wind, solar and ocean-based energy generators? When will we abandon our military bases and let the world’s warlords, drug traffickers and terrorists face the justice of their own people?

Ne zaman, Financial Times'ı ya da bir başka günlük gazeteyi elimize aldığımızda kendi yüksek hızlı trenimizle New York - Boston arasını 1 saatten daha kısa sürede geçtiğimizi okuyacağız? Ne zaman kendi fabrikalarımızda, kendi mamullerimizi üreteceğiz ? Ne zaman rüzgar, güneş veya okyanus tabanlı enerji jeneratörleri kuracağız? Ne zaman askeri üslerimizi kapatıp, o destek verdiğimiz savaş lordlarının, uyuşturucu simsarlarının, teröristlerin kendi halklarıyla yüzleşmesini sağlayacağız?

Bunları hiç Financial Times'ta okuyabilecek miyiz?

Çin'de bütün bunlar bir devrim ile başladı...

[lahaine.org adresindeki İngilizce orijinalinden Cüneyt Göksu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=28938

Hiç yorum yok: