9 May 2008

Paraguay da Tamam, Sıradaki?




Ho Ho Ho Sin Mich,
Ernesto’ya bin selam,
2-3 daha fazla Vietnam.

Bu ünlü slogan, 1968’lerdeki Vietnam savaşının en şiddetli zamanlarında ülkemizde sıkça atılıyordu. Adeta, onun özünde yatan anlam ve isteğe koşut, son birkaç yılda, Venezuela, Bolivya, Ekvator, Brezilya, Arjantin, Şili, Uruguay gibi Latin Amerika ülkeleri sol ve “ortanın solu” diyebileceğimiz siyasal güçleri iktidara taşıdı. Emperyalizme karşı yükselen sol siyasetin ayak sesleri şimdi de Paraguay’da duyuluyor.

Eski Katolik Piskopos ya da Paraguaylılar’ın deyimiyle “Yoksulların Piskoposu” Fernando Lugo, son seçimlerde, oyların %41’ini aldı. Bu sonuçla Lugo, en yakın rakibine, ülkenin ilk kadın başkanı olmaya aday Blanca Ovelar’a atığı %10’luk oy farkıyla, 61 yıldır ülkeyi yöneten, muhafazakar “Colorado Partisi”nin iktidarını da sonlandırdı. Colorado Partisi’nin sürdürmekte olduğu iktidarı çok eskiye dayalıydı, öyle ki, bu parti Çin Komünist Partisi’nden iki yıl önce göreve gelmişti; üstelik Paraguaylılar, bu uzun iktidar döneminden öylesine yorulmuşlardı ki, parti, sanki bir “kulüp” havasında, yalnızca yöneticilerine hizmet eden bir kuruluş gibi çalışıyordu. Eski bir öğretmen, eski basketbol oyuncusu ve eğitim bakanı olan Blanca, partinin son yıllarda çıkarabildiği en iyi adaydı. Blanca, sırtını dayadığı partisinin ve iktidarın müthiş desteğine, yanı sıra da geçen yıl gerçekleşen %5,5’luk ekonomik büyüme başarısına karşın, büyük olasılıkla, seçimi neden kazanamadıklarını, hâlâ düşünüyor olmalı. Onu bu düşünceleriyle bırakıp Fernando Lugo’nun seçim zaferini irdeleyelim: Latin Amerika’da, yükselen solla birleşen ABD karşıtlığı, “alternatif” arayan bölge insanının hem istikrarsızlığın ve küresel uygulamaların hüküm sürdüğü eski siyasal düzeni terketme isteğinde olduğunu hem de halkların yeni arayışlara girdiğini kanıtlıyor. Ek olarak, %5,5’luk ekonomik büyümeye karşın, %30’lara varan fakirlik oranının da göz önünde tutulması gerekir.

Lugo’nun büyük olasılıkla, ele alıp üstesinden gelmek zorunda olduğu ilk iş, fakirlikle mücadele olacak. Çünkü Paraguay, Bolivya’nın hemen ardından, kıtanın ikinci en fakir ülkesi. Satınalma gücü, kişi başına, Brezilya’nın yarısı, Arjantin’inse üçte biri kadar. Lugo’yu uğraştıracak ikinci konuysa yozlaşma! Paraguay, yolsuzlukla mücadele konusunda araştırmalar yapan, çözümler öneren “Yozlaşmaya Karşı Küresel Ortaklık” niteliğindeki “Transparency International” adlı uluslararası bir STK’nın (http://www.transparency.org/) yaptığı yozlaşan ülkeler sıralamasında 138. sırada bulunuyor.

İnsanı düşünceliliğe iten bu melankolik analizin sonucunda, Colorado Partisi’nin o çok uzun süren iktidarı boyunca, ne adaletin, ne ülke yönetiminin ne de sosyal politikaların düzgün işletildiği söylenebilir. Sonuç (?) Halk ve yönetim güçleri arasında müthiş bir ayrılık… Latinobarometer adlı bir web sitesinde (http://www.latinobarometro.org/) yapılan son bir ankete göreyse Paraguaylıların yalnızca %33’ü demokrasinin en iyi yönetim şekli olduğunu düşünüyor! Bu sonuç, ülkenin içinde bulunduğu durumun tek sorumlusunun yalnızca 61 yıllık Colorado iktidarı olmadığını, elbette Paraguaylıların da bunda parmağı olduğunu düşündürüyor. “Kayırmacı” ilişkilerin kurulduğu bütün yönetim şekillerinin doğasında bu çarpıklığın olması, zaten kaçınılmaz sonu getirir: Zenginliğin, ayrıcalıkların, kamu işlerinin ve sosyal nüfuzun kaynağı egemen güçte toplanmışken, bu güç, sert yüzünü bütün muhaliflere alabildiğine gösterir. Bu yüzden, “kayırmacı” bütün yönetimlerin destekçileri de zaman zaman çoğalır.

Fernando Lugo, “Değişim İçin Yurtsever İttifak” adı verilen bir grubu oluşturan 8 küçük partinin ortak adayı olarak seçildi. Bu gruba, partilerin yanı sıra sendikalar ve köylü hareketleri de destek verdi. Lugo, seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı ilk değerlendirmede, “Küçük insanların da kazanabileceğini gösterdik.” dedi.

Lugo, yoksul Paraguay halkına yardım edemediği için, üç yıl önce piskoposluğu bırakıp politkaya atılmıştı. Başkanlık seçim kampanyasında, yozlaşma, fakirlik, sosyal adaletsizlik ve eşitsizlikle mücadele sözü vererek, 8 partili bir koalisyona önderlik etti. Aslında geçmişine bakıldığında pek de “karizmatik” biri olmamasına karşın, önderlik ettiği oluşumun gereksinim duyduğu “güçlü” bir başkan adayı görüntüsünü vermeyi başardı. Selefi eski başkan Nicanor Duarte, seçimin tam bir yenilgi olduğunu; ama Paraguay tarihinde, ilk kez kan dökülmeden, askeri darbe olmadan ve herhangi bir şiddet yaşanmadan, bir partiden ötekine iktidarın geçtiğini açıkladı.

Lugo’nun önünde, seçim vaadinde, ilk el atılacak konular arasında duyurduğu, Brezilya’yla yapılmış “Itaipu” Hidroelektrik Santral Anlaşması’nın Paraguay aleyhindeki maddelerinin değiştirilmesi de bulunuyor. Söz konusu anlaşmaya göre Paraguay, Brezilya’yla ortak inşa edilmiş bu dev barajdan üretilen elektiriğin, kullanılmayan bölümünü, üstelik piyasa fiatının altında, yine Brezilya’ya satmak zorunda. Lugo, akıllıca bir politikayla, daha şimdiden, bu konudaki müzakerecicisini Brezilya Devlet Başkanı Lula’yla tanıştırdı. Lugo’nun, buradan kazandığı geliri, hedeflediği sosyal projelere harcamak gibi bir düşüncesi var, tıpkı Brezilya’nın yaptığı gibi.

Lugo’nun önderliğindeki koalisyonunun bir yanında uygulanmayı bekleyen liberal politikalar, öteki yanındaysa sol politikalar duruyor. Buna, Lugo’nun deneyimsiz bir politikacı oluşu da eklenirse, ortaya çıkan karışım tehlikeli olabilir. Koalisyonda daha baskın olan Liberal Parti, bazı şeylerin “aceleyle” yapılmasını engelleyebilir; ancak, biraz aceleci olmanın da Colorado’dan büsbütün kurtulmak için gerekli olduğu söylenebilir.

Ülkesinin sorunlarını doğru teşhis eden Lugo, “Kurtuluş Teorisi”nden etkilendiğini; ne “sağ”a ne de “sol”a yakın olduğunu, ideolojik olarak “ortada” durduğunu açıkladı. Ancak, Peru’lu Cizvit rahip Gustavo Gutiérrez’in 1971’de ortaya attığı, ekonomik ve felsefik bir yaklaşım olan “Kurtuluş Teorisi”ne daha yakından bakarsanız, kapitalizm ve zengin ulusların, fakirler üzerinde yaptığı sömürü ve baskılara çözüm için arayış içinde olan; Küba Devrimi ve Che’nin Devrimci fikirlerinden etkilenen, özetle, sol ideoloji ve din arasında paralellikler kuran söylemleri içerdiğini, görebilirsiniz. Teori, ”öbür dünya” yerine, bu dünyanın sıkıntılarıyla mücadeleyi öneriyor. Bu teoriye inanan yeni din adamlarının kurduğu kiliseler, “Halkın Yeni Kiliseleri” diye biliniyor; bu kiliselerde toplumsal sorunlar tartışılıyor. Bu durum da, halkın demokrasiye elbette daha çok katıldığı bir ortamı doğuruyor. Bu açıdan bakıldığındaysa Lugo’nun oldukça “sol” bir yerde durduğu rahatlıkla söylenebilir.

“Yarım yüzyıl” süren bir iktidara karşı, tek tek bir şey yapılamayacağını anlayan küçük partilerin, bir araya gelerek neler yapılabileceğinin, halkta nasıl umutlar doğurabileceğinin ve sonunda da “kemikleşmiş” bir yapıyı, bir biçimde saf dışı bırakıp demokratik yollardan iktidar olunabileceğinin göstergeleri olması bakımından, Lugo’nun seçilmişliğini çok önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken bir durum sayıyorum. Lugo, 15 Agustos’ta yemin ederek görevine başlayacak.

Hiç yorum yok: