27 Nis 2008

Küba’nın sesi yükseliyor!





GAMZE AKDEMİR-CUMHURİYET ile yapılan röportaj


Serpil Yıldız, Fizik Mühendisi; bir kamu kuruluşunda bilim yazarlığı yapıyor, aynı zamanda fotoğraf sanatıyla, özellikle de fotoğrafın toplumcu gerçekçi belgesel türüyle ilgilenen bir fotoğrafçı. Cüneyt Göksu, Bilgisayar Yüksek Mühendisi, ayrıca Latin Amerika üzerine araştırmalar yapıyor, yazılar yazıyor.
Küba’yı keşfetmek ikisinin de ortak düşüydü. 2003 Mayıs’ının başında Küba’ya yapacakları yolculuk için karar vermeleri 8 saniye sürdü!.. Dört ay deli gibi çalıştılar, tüm araştırmaları yaptılar. İnternet, turizm şirketleri ilk başvuru kaynaklarıydı.. Jose Marti Küba Dostluk Derneği (JMKDD) ve Küba Büyükelçiliği de çok yardımcı oldu.
Küba’ya daha önce gitmiş yerli, yabancı gezginlerle, gazetecilerle görüştüler. İlk gezinin sonunda gazete makaleleri, saydam gösterileri, paneller vb. ürün ya da etkinlikler ortaya çıktı. İkinci gezi için cesaretlendirici unsurlarsa Küba’da yaşanacak bir “1 Mayıs”a ve Küba kırsalına olan meraklarıydı.
Bu kez 8 ay önce başladılar çalışmaya. Sponsor bulamadılar. Ve tıpkı ilki gibi, tüm masrafları kendi bütçelerinden karşıladılar. Yalnızca fotoğraf giderleri 7 milyar TL tuttu.
Peki bunca zahmete değdi mi? Hem de nasıl? Birazdan okuyacağınız söyleşide de, Cüneyt Göksu ve Serpil Yıldız’ın kaleme aldığı “Küba-Sarı Sıcak Bir Pencere” adlı kitabın bağlamında, Küba sokaklarının ve devrimin nabzını tutacağız. Bilinenden çok bilinmeyenleri konuşarak ve devrime bir kez daha şapka çıkararak. İşte başlıyoruz!.

BİLİNENİN ARDINDAKİ KÜBA

- “Küba-Sarı Sıcak Bir Pencere” bilinenden öte nasıl bir Küba’yla tanıştırıyor okurları?
YILDIZ/GÖKSU- Meraklısı değilseniz, uzun yıllar boyunca, Küba hakkında duyulanlar, haberlere yansıyanlar “ülkesinden acı içinde kaçmaya çalışan Kübalılar ve mutsuzluklarını içeren acınası kaçma hikayeleri” şeklinde oldu (hâlâ öyle de). Ülkemizde bize dayatılan bilgiler de bu yöndeydi.
Oysa 2000’li yıllarda Küba’nın sesi daha yüksek ve etkili çıkmaya başlamıştı. Küba dünya sosyalistlerinin bir özlemi, aynı zamanda da bir kalesi haline gelmeye başladı.
Küba tıp ve biyoteknoloji alanlarında, özellikle de “Özel Dönem”le başlayan turizme yönelik çalışmalara öncelik verip hem sosyalizmini güçlendirdi, hem de sisteminden vazgeçmeden gelişmeyi sürdürmenin yollarını arayıp buldu.
Buradaki en önemli şey önceliklerin noktasal belirlenip uygulanması ve başarıya ulaşmasıydı. Küba sesini her gün biraz daha yükselterek ayaktaydı. Küba dendiğinde, ABD’ye kaçan insanların hikâyeleri ya da Fidel’in halkına eziyet ettiği gibi söylemler öne çıkıyordu. Bunda ABD’nin dünyayı etkileyen propagandası, yazık ki çok etkili.
Küba insanı göreceli olarak fakir olabilir, ama kesinlikle sefalet ya da aşırı bir yoksulluk içinde yaşamıyor. Evsizler ve sokak çocukları yok Küba’da.
Elbette dünyanın her yerinde olduğu gibi Küba’da da muhalifler bulunuyor. Ancak Küba’da, bu muhaliflerin bulunması hatta yaratılması için, alenen çok uğraşan bir Amerikan Ofisi var. Ülkeden kaçmaya çalışanların, her ülkede yaşayan birçoklarının yaptığı gibi, ABD rüyasının peşinden gidenler, bazen suçlular ya da macera arayanlar olduğunu söylemek pek abartı sayılmaz.
Ayrıca pek kimsenin bilmediği bir şey de var ki, Küba’ya iltica etmek isteyenlerin sayısı da azımsanmayacak ölçüde. Bu da çok ilginç değil mi, ne dersiniz?.. Kitabımızda Küba’ya dair tanıklıklarımızı, yaşadıklarımızı, gözlemlerimizi, öğrendiklerimizi, yansız bir gözle, anlatmaya çalıştık. Sonrası okurun yaşama bakışına kalıyor.

KÜBALI DEVRİMİNE SAHİP ÇIKIYOR

- Sokakların dilinde en net üç sözcük hakim diyorsunuz kitabınızda: Yurtseverlik, Sosyalizm, Uluslararası birlik ve dayanışma... Sadece sözlere değil fotoğraflara da yansıyor bu değil mi? Öylesine içlere işlemiş...
YILDIZ - Bu doğru! Gerçekten de Küba insanı devrimine sahip çıkıyor. Devrimden önce yaşadıklarını anlatan yaşlıların hikâyelerinde gırtlağa kadar tırmanmış sefalet, açlık ve yoksulluk, unutulması olanaksız nice acılar var. Devrimin sunduğu iki şey çok önemli; sağlık hizmeti ve eğitim.
Kübalı, topraklarının ilk keşfedildiği zamandan devrime kadar, katı ve acımasız bir sömürüye maruz kalmış. Küba’nın gerçek sahipleri yerliler katledilmiş, bugün yalnızca 1500 kadar yerli kalmış. Bu topraklar köleliğe uzun yıllar hizmet etmiş.
Afrika’dan gelenlerle, başlangıçta istilacı olan ama zamanla efendilerin köleleştirdiği fakir İspanyollar da, sömürü düzeninden epeyce paylarını almışlar. 500 yıl emperyalizme hizmet etmek zorunda bırakılmışlar.
Bu öylesine içlerine işlemiş ki, özgürlük, kendi kendinin efendisi olmak başlı başına çok önemli ve çok değerli. İspanyol kökenli Fidel bu düzene başkaldırırken, şüphesiz halkının desteğini sonuna kadar almış bir lider...
Küba’da, sömürgeciliğe karşı mücadelenin temelleri Jose Marti’yle 1800’lerin ortalarında atılıyor. Fidel ve devrimi yapan ekip o tarihten beri süren bir mücadelenin bayrağını taşımış, taşıyor. Devrim, belki ve görece, kısa zamanda oluyor, ama temelleri 150 yıl öncesinde atılıyor. Bu çok önemli. Küba’da devrimin hikâyesi aslında kıtanın keşfiyle başlıyor dersek abartmış sayılmayız.
Küba devriminin sahibi gerçekten de Küba halkının bizatihi kendisi. Yaşanan acıların, acılara direnmenin ve devrimi birlikte yapmanın bir sonucu olabilir bu! Irkçılık yok, sokaklarda gördüğümüz melezler bunun en güzel kanıtı.
Tüm bu söylediklerimizin sonucu olan duygular, sıcaklık sevecenlik, hüzün, neşe, coşku gibi duygular insanların yüzüne yansıyor, oradan da fotoğrafa kendiliğinden akıyor... Yeter ki siz, görmek isteyin...

YALIN VE KOMPLEKSSİZ.. NE ÜLKE AMA!..

- Kübalılarda en çok neyi gördünüz, en çok neyi anladınız? “Kübanizmo” halka nasıl nüfuz etmiş?
YILDIZ/GÖKSU - Küba’da iliklerimize kadar yaşadığımız en önemli şey: “Küba’nın gerçek bir huzur ülkesi” olduğuydu. Yalınlık ve komplekssizlik toplumun ve yaşamın her yerinde. Saygı, sevgi ve hoşgörü alabildiğine. Çocuklar bunun en önemli kanıtı.
Hepsi tertemiz, bakımlı, aydınlık ve güleç yüzlü. Çalışan çocuk yok, hatta kendi başına bırakılmış çocuk bile yok. Fakir oldukları doğru ama bu çok göreceli bir tanımlama. Kendimize baktığımızda daha fakir olduğumuzu kolayca söyleyebiliriz.
İş GSMH rakamlarıyla bitmiyor. Eğitimin her aşaması ve sağlık sistemi tümüyle ücretsiz. Ev kirası ödemiyorlar, temel gıdaların yüzde 60’ı devletçe karşılanıyor. Telefon ve elektrik giderleri son derece ucuz. 1 Amerikan doları karşılığında 24 saat telefon görüşmesi yapabiliyorlar.
Yaşlı kuşak ne olup bittiğinin çok farkında. Devrimle kazandıklarını yetiştirdikleri kuşaklara da bir değer olarak aktarıyorlar. Dünyada olup bitenlere ise uzak filan değiller. Onlar devrime, devrimin kazandırdıklarına çok inanıyorlar. Elbette muhalifler de var ama sayılarının dünyada reklamı yapıldığı kadar çok olmadığına apaçık tanık oluyorsunuz.
Küba’yı yönetenlerle halk iç içe, sürekli iletişim halindeler. Elitist bir yönetim anlayışı yok. Fidel, yönetimde ve sağlığı yerindeyken her fırsatta sokağa çıkıyor, okul ziyaretleri yapıyordu. Yalnızca görüntüde değil, ekonomik olarak da arada büyük bir fark yok. Olan biteni Che’nin Fidel’e yazdığı veda mektubundaki şu satırlar çok güzel özetliyor:
“... çocuklarıma ve karıma maddi hiçbir şey bırakmadığımı ve bundan üzüntü duymadığımı, aksine sevindiğimi, onlar için hiçbir şey istemediğimi çünkü devletin onlara yaşama ve eğitim görmeleri için gereken her şeyi vereceğini biliyorum. ...”
Ülkelerine ve geçmişlerine sahip çıkanların sayısı, sistemle barışık olanların sayısı oldukça fazla. Eli silahlı polisler, askerler devrimi korumuyor. Halk sahiplenmiş. İşte Kübanizmo bu! Olan biten de bu!..

500 YILDIR UYUYAN DEV UYANIYOR

- “Küba yeniden ayağa nasıl kalktı”nın yanıtını da okuyoruz satırlarda. Kitap, Küba’nın ekonomik, sosyal, kültürel birçok alanda öyle hiç de nal toplamadığını verilerle ortaya koyuyor. Özellikle sağlık alanında parmak ısırtan devrimsel gelişmeleri de okuyoruz.. Ayrıca işsizlik oranları çok düşük diyorsunuz.. Bütün bunlar maliyeti yaklaşık 82 milyar doları bulan 47 yıllık ambargoya “rağmen” hem de.. Bu nasıl olabildi? Küba’da devrim öncesi ve sonrası bugün gelinen noktada en net fark nedir?
GÖKSU/YILDIZ - Kübalıların anlattıklarını dinlerseniz DEVRİMDEN ÖNCE feodal yapının alabildiğine sürdüğünü görürsünüz. DEVRİMDEN ÖNCE para, sayıları az ama nüfuzları yüksek, güçlülerin elinde. Nüfusun çalışan büyük çoğunluğu eğitimsiz, açlık ve sefalet içinde.
DEVRİMDEN ÖNCE Havana’ya en yakın yerlerde bile halk, hastalıklarla mücadele içinde. Fakirlerin değil doktora verecek, bir taşıta binebilecek parası yok. Tedavisi basit hastalıklarda bile ölüm oranları oldukça yüksek, çünkü doktor hizmetleri aşırı pahalı. Bir şekilde para bulunduğunda da kırsala gelen doktor yok. Örnekleri artırmak olası.
Fidel ve devrimi yapanlar çok akıllı bir strateji izliyorlar. Önceliklerin belirlenmesi tümüyle ülkenin acil gereksinimleri düşünülerek ortaya konuyor. Böyle ortaya çıkmış en etkili ve başarılı iki alan, tıp ve biyoteknoloji. Bugün dünya bu iki konuda Küba’nın ne kadar önde olduğunu konuşuyor. Ödün verilmeyen iki öteki iki konu da ücretsiz sağlık ve eğitim hizmetlerinin kesintisiz verilmesi.
Küba devleti için devletin varlığının, halkın temel gereksinimlerini karşılayarak, korunması çok önemli. SSCB’den gelen yardımlarla da ayakta durmaya çalışan Küba’da, SSCB’nin yıkılmasıyla önemli, “Özel Dönem” denen inanılmaz zorlu bir süreç başlamış, ama halk Fidel’in yanında olmaktan vazgeçmiyor.
Ülkenin öncelikleri yeniden belirlenirken turizm, ve tarım da unutulmuyor. Bu arada özellikle hayvancılık konusunda Küba’da pek çok suikast yaşanıyor. Hayvancılığa sıfır noktasından başlıyorlar.
En önemli ihracat kalemi şeker kamışı üretimi, ama ABD yüzünden giderek gelir kaynağı olmaktan çıkıyor. Nikel maden üreticiliği de önemli gelir kaynakları arasında.
Şimdilerde, Küba kendi deneyimlerini ve kazanımlarını Latin Amerika’ya aktarıyor. Latin Amerika’da yükselen sol siyasette Fidel’in ve ülkesinin oynadığı rol modellik çok önemli. Salvador Allende ve Simon de Bolivar gibi isimleri de unutmamalı.
Yine unutmamak gerekir ki, Fidel’in ülkesinde yaşananlardan farklı değil Latin Amerika tarihi de. Katliamlar, sefalet, ve açlık bölgenin kaderi değil artık. 500 yıldır uyuyan dev, büyük ve sarsıcı bir uyanışın eşiğinde...

KADININ ADI VAR!..

- Küba’da kadının adı ne kadar var? Ve nasıl bir süreçten geçti kadının çalışma yaşamındaki varlığı?
YILDIZ/GÖKSU - Küba Devleti’nin “Hiçbir birey faydasız olamaz. İşsizlik sıfır olmak zorundadır. Bir toplumdaki birey bir değer içermiyorsa, o toplum, doğru olamaz!” yaklaşımı çok önemli. Fidel de “Hiçbir vatandaş, şansına terkedilip, bir kenara konulmamalıdır!” diyor. Bu da aslında erkeklerle kadınlar arasında hiçbir farkın bulunmadığını ortaya koyuyor.
Kadınların sosyal yaşamda yer alması devrimin en önemli kazancı. 1953’de kadın çalışanların oranı yüzde 17,6’yken -ki bunun yüzde 30’u da yalnızca çok az paralara ev işlerinde çalıştırılıyormuş- günümüzde, bu oran yüzde 44; teknik kadrolarda ise yüzde 66’lara ulaşmış durumda.
Küba, özellikle ülkemizdeki pek çoklarının sandığı gibi, bir fuhuş ya da seks turizmi ülkesi değil. Üstelik fuhuş Küba’da büyük bir suç. Aklınıza gelebilecek her işte kadınlar da görev alıyor. Kadınların evde çocuklarına bakmaları bile bir iş olarak tanımlanıyor. Devlet yönetiminden, evde hizmete kadar her alandalar. Kadın ya da erkek herkese iş var. Yeter ki çalışmayı istesinler.
Kadın olmaktan kaynaklanan sorunlar yok. Şiddete maruz kalan bir kadın görmedik. Giyimi nedeniyle laf atılan birine rastlamadık. Tecavüze uğrayan kadın sayısının çok az olduğunu da duyduk. Kadın intiharlarını da işitmedik. Cinsiyet ayrımcılığına da rastlamadık. Elbette devrim sonrası eğitime verilen önem kendini göstermiş.

ÇOCUKLAR SEÇİM NÖBETİNDE

- Kitabın arka kapağındaki soruyu aynen alıntılamak istiyorum: “Küçük yaştaki öğrenciler seçim sandıklarında neden görevlendiriyorlar?
GÖKSU/YILDIZ - 17 Nisan 2005 Pazar günü yerel seçimlerin yapıldığını rastlantıyla öğrenmiştik. O gün Havana’da birçok yerde oy verme noktasına uğradığımızda gördük ki, nöbet tutan çocuklar, oy verenleri Küba selamıyla karşılayıp, uğurluyorlardı. Büyüklere sorduk. Dediklerinin özeti, çocuklar devrimin bekçileriydiler ve bu görevle şimdiden sorumluluklarını alıyorlardı.

BUSH’UN ONAYLADIĞI KÜBA PLANI NE?

- Kitapta Küba’nın Türkiye Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal ile yaptığınız bir söyleşi de yer alıyor.. En çok nelere dikkat çekti Abascal?
GÖKSU - Söyleşi Fidel’in ameliyatının hemen ardından, görevlerinin devri üzerineydi. Büyükelçi, “Kişiler elbette önemli; ama, bir ülke tek kişiye bağlı olamaz. Devrimci siyasetin sürekliliği, geçmişten gelen kazanımlarının korunması, geliştirilmesi ve ileriye taşınması daha da önemli.” demiş, Küba’nın kurumsallaşmış yapısına dikkat çekmişti. Seçim sisteminin nasıl işlediğine, halkın yönetime nasıl katıldığına da vurgular yapıp sistemin ve işleyişin yolunda olduğunu açıklamıştı.
Asıl önemli olan ve o sırada herkesin bilmediği ya da görmediği bir durum da “ABD'de, ‘Küba’nın Demokrasiye Geçişi” denen bir plan, Bush hükümetince onaylandı. Bu plan, temelde, Küba’daki sosyalist düzenin değiştirilmesine dayanıyor ve Küba’ya karşı uygulamak istedikleri bir dizi maddeyi içeriyor.
Öyle ki, Fidel’e bir şey olduğu taktirde, Küba’yı ABD’den yönetecek vali bile belli oldu: “Caleb Mc Carry!” diyerek açıklık getirmişti. Elbette başka önemli açıklamaları da oldu Büyükelçi’nin; hepsini anlatmayalım ki, kitabımız okunsun, değil mi?

ABD AMBARGOSU VIZ GELDİ TIRIS GEÇTİ

- Uzun yıllara varan ambargo, ülkede entegrasyon, dış dünya duygusu, dürtüsünü nasıl biçimlemiş?
GÖKSU - 50 yıllık ABD Ambargosu ekonomik olarak tahribat yapsa da, sosyalist sistemin, önceliklerini doğru belirlemesiyle (Eğitim ve Sağlık gibi) verdiği zarar en az düzeyde kalmıştır. Zorluklar insanların birbirleriyle dayanışma duygularını güçlendirmiş.
Batının konformist yaşam tarzına hayranlık duyanlar her yerde olduğu gibi burada da var. Latin Amerika ile güçlü bir entegrasyon var. Küba, Venezüella, Bolivya, Nikaragua, Ekvator vb. birçok ülkeye örnek olmakta. ALBA bu entegrasyonun en güzel örneği.
Para kazanma veya birilerine bir şey satma üzerine kurgulanmayan, her ülkenin “yeteneklerini” paylaşarak hep beraber kalkınmayı öngören bir süreç yaşanıyor ALBA örneğinde. Basitçe “yetenek değiş tokuşu” denebilir.
Küba’da yurt dışına gidebilmek hâlâ önemli bir ayrıcalıktır ama imkânsız değil. Mesleğinde başarılı olanlar, sporcular, sanatçılar vb. birçok Küba vatandaşı bu imkânlardan faydalanır.
Miami’de 650 bin Küba-Amerikan vatandaşı yaşamakta, aileleri Küba’da olanlar birbirlerini görmeye gidiyorlar. Ayrıca 18 bin Kübalı doktor dünyanın 79 ülkesinde sağlık hizmeti veriyor. Tüm bu örnekler entegrasyonun bir parçası.
Vurgulamak istediğim şu: Sistem, insanların üzerinde dünyadan yalıtık olmaları konusunda bir baskı yapmıyor. Küba dünya ile entegre olmak için elinden geleni yapıyor. Ticaret, kültür, eğitim, sağlık vb birçok alanda dünya ile daha çok iş yapmaya çalışmakta.
Burada bir engel varsa bu sadece ABD ve AB kaynaklıdır! Ambargo direk ve dolaylı birçok sorun çıkartıyor. Örneğin, Küba ile ticari ilişkileri olan bir İspanyol şirketinin ABD’deki web sitesi kapatılıyor! Veya Türkiye’ye gelen puro ve rom Avrupa şirketlerince satılıyor vb..

‘FİDEL DE ATATÜRK GİBİ’

- Fidel sonrası Küba’da neler artık aynı olmayacak?
GÖKSU - Fidel sonrası Küba’da yönetim biçimi olarak değişiklik olacağını sanmıyorum. Bununla beraber Fidel gibi bir liderin eksikliğini de çok hissedeceklerini düşünmüyorum. Onun yeri tabii ki doldurulamaz, ama Fidel ve devrimi yapan ekip zaten yıllardır kendinden sonraki kadroları yetiştirmek ve onları geleceğe hazırlamak için çalışıyorlar. Önümüzdeki yıllarda bu geçişi göreceğiz.
Küba’da hükümetler yalnızca Devlet Başkanının tekil yönetimiyle değil, Komünist Gençler Birliği Genel Sekreteri ve Dışişleri Bakanı gibi çok genç üyelerin de içinde bulunduğu "kolektif önderlik" denen, beş kişilik bir ekip tarafından yürütülüyor.
Bu yapıda bir işleyişin başına seçilerek gelen Raul’un döneminde de Küba politikalarında bir değişiklik olmasını beklemek, yanılgı olur. Fidel’de Atatürk gibi devrimi gençlere emanet etti. Eğitim ve Sağlığa verdiği tavizsiz öncelikle insan kalitesi yüksek bir nesil yetiştirdi ve devrime de sahip çıkmaları için yol gösterdi.
- Meclis’te nasıl bir hava esiyor? Castro’nun bir süredir devam eden rahatsızlığı ve görevi devretmesi…
GÖKSU - Fidel ilk rahatsızlandığı zaman, görevini o dönem ki Başkan Yardımcısı Raul’e devretmişti. Bu normal bir süreçti. Sonra da Küba’da normal seçim süreci yaşandı. Belediye, eyalet ve en sonda da parlamento seçimleri yapıldı. Vekiller seçildi, ardından da devlet konseyi ve başkan.
Bu süreçler Küba demokrasisinin nasıl işlediğini de göstermekte. Fidel’siz süreç için özel bir hazırlık yapıldığını sanmıyorum. Zaten eski kadrolar, kendilerinden sonraki kadroları hazırlamak için çalışıyorlar.
Kısaca, yönetim kademeleri hem devrimi yapan kadrolarla, hem de o dönem henüz daha doğmamış gençlerle destekleniyor ve yönetiliyor.

AKİL ADAM FİDEL!..

- Tahminlerinize ve gözlemlerinize göre Fidel ne ölçüde geri planda duracak?
GÖKSU - Devleti yöneten kadroların işlerine karışacağını sanmıyorum. Var olduğu sürece, ‘akil adam’ konumunu koruyacaktır. Hastalığı yüzünden görev teslimi yaptığı günden bugüne geçen sürede, “Fidel Yoldaşın Görüşleri” adı altında yazdığı ya da yazacağı makalelerle, fikir savaşlarını ve dünyayı bilgilendirmeyi sürdürecektir. Kendisinin de dediği gibi, veda etmiş değil; fikirler savaşının yorulmaz bir askeri olarak durmaksızın çarpışıyor.

COMANDANTE RAUL… BU ADAMA DİKKAT!

- Raul Castro bayrağı ne kadar devralabilecek? Fidel Castro’dan farklılıkları neler? Vizyonu, duyulan güven ne noktada?
- Raul’un kim olduğuna bakarsak; Temmuz 2006’dan beri Devlet Başkanlığına vekalet eden Raul Castro Ruz, 24 Şubat 2008’deki Ulusal Meclisin ilk toplantısında 614 milletvekilinin oylarıyla Devlet ve Bakanlar Konseyi Başkanlıklarına seçildi. Salt Fidel’in kardeşi olduğu için o koltukta oturmuyor!
Bilinmesi gereken çok önemli bir şey var: Raul Castro halkının gerçek önderlerinden, ‘Comandante’lerinden biri, Che, Camilo ya da Fidel gibi. 1950'lerden beri, Havana'da yer altı örgütlenmesinde, Moncada Kışlası Baskını’nda, Fidel’in “Tarih beni beraat ettirecektir!” dediği ünlü savunmasını yaptığı mahkemede, cezaevinde, Meksika'da sürgünleri örgütlerken, Granma yatında Küba'ya doğru yola çıkarken, Sierra Maestra dağlarında savaşırken, devrim günü Havana'da devrim sevincini yaşarken, Küba'da sosyalizmi kurarken ve savunurken, Domuzlar Körfezi’ne CIA destekli paralı askerler saldırdığında, SCCB dağıldıktan sonraki Özel Dönem’de Fidel’in yanı başında ve devrimci mücadelenin en ön safındaydı.
Fidel’in yokluğunda Devlet Başkanlığına vekâlet ederken birinci devlet başkan yardımcılığı ve KKP ikinci sekreterliği görevlerini de sürdürüyordu. Şu zamana kadar gösterdiği davranış biçimi ve yaklaşımı, sosyalist sistemin geliştirilerek sürdürülmesi ve dünya ile entegrasyona devam edilmesi yolunda oldu. Daha çarpıcı mesajlarını 1 Mayıs 2008’de Havana Devrim Meydanı’nda duyabiliriz.

ETKİN KATILIMCI BİR SİYASİ ALTYAPI

- Küba’da yönetim sathında bilinebildiği kadarıyla nasıl bir beyin trafiği, strateji algısı mevcut? Kübalı politikacılar ve askerler nasıl düşünür, hangi reflekslerle hareket eder? Konuştuğunuz Kübalı politikacılardan da bahseder misiniz? Neler diyorlar?
GÖKSU - Küba’da insan sayısı kadar parti var. Sanıldığının aksine oldukça yüksek katılım oranları ile yapılan seçimler, seçilen delegeler ve sonucunda da herkesin temsil edildiği bir ulusal parlamento var. Bu parlamentodan çıkan bir 25 kişilik bir devlet konseyi ve oradan da seçilen bir devlet başkanı ülkeyi yönetir.
Birçok gelişmiş ülkede göremeyeceğimiz kadar, katılımcı bir siyasi altyapı var. Politikaların belirlenmesinde son söz söylenene kadar birçok STK’nın katkısı var. Ülke, “kolektif önderlik”le yönetilmesi işçilerin, kadınların, öğrencilerin, vb birçok örgütün ülke politikaları konusunda söz söyleyebilmesine olanak sağlıyor.
En büyük ekonomik tehdit tabi ki 50 yıllık ABD ambargosu! Küba halkının ve politikacılarının ABD halkıyla hiçbir alıp veremediği yok. Fidel’de bugüne kadar ABD halkına karşı hiçbir olumsuz söz söylememiştir. Tek istedikleri, Küba’nın diğer ülkelere gösterdiği gibi saygı görmek, yönetim biçimine değer verilmesini beklemek.
Küba Dışişleri Bakan Yard. Eumelio Caballero ile 2006’da Cumhuriyet Strateji için bir röportaj yapmıştım. Küba’nın 1959’dan beri sürekli değişim halinde olduğunu, Sosyalizmini günün koşullarına uydurarak geliştirdiğini anlatmıştı. AB’nin Küba ve Latin Amerika’da ağırlığını giderek kaybettiğini çünkü AB’nin ABD ve doğuya daha yakın durduğunu söylemişti.

ABD’NİN KARŞIDEVRİMCİ FONLARI..

- ABD’nin, Fidel Castro sonrası Küba’ya nasıl bakacağı öngörülebilir? Ve Küba’ya sürekli kontra gelen ve belli ki buna devam edecek ABD’nin özellikle hedef kitlesi olan genç Kübalılar üzerinde nasıl bir etkisi var/var mı? Sezilen plan nedir?
GÖKSU - ABD Fidel daha emekli olmadan, 80 milyon USD’lik bir bütçe ayırdı ve bu para Küba’nın demokratikleşme sürecinde kullanılmaya başladı bile, kısaca karşı devrim süreci diyelim buna. Düşünebiliyor musunuz, bir ülke bir başka ülkedeki rejimi değiştirmek için kendi vatandaşlarının vergilerinden fon ayırabiliyor!
Küba artık somut bir tehdit değil, füze krizi falan da yok ama Küba koca bir Anıt gibi direnişin sembolü o yüzden onu yıkmadan rahat etmeyecekler. Ama Küba zayıflamak yerine güçleniyor, dünya ile daha çok dayanışma halinde, entegrasyona ve gelişmeye daha açık.
Öte yandan ABD içinde de bu Ambargo’nun bitmesini isteyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Kimileri ticari ve ekonomik kaygılar için bunu istiyor kimi de siyasi nedenlerle. Küba, Çin, Venezüella ve Kanada ile kendi sularında petrol arıyor ve bunu çıkardığında, Ambargo’nun etkilerini daha da azaltacak.
Bazı politikacılar diyor ki, “Madem bu süreç yaşanacak, o zaman ambargo kalksın, Küba, ABD’den iyice uzaklaşmadan, bir arada yaşamanın yolunu bulalım.”
Bence bir gün bu Ambargo kalkacak veya zayıflayacak, çünkü Küba Ambargo’ya rağmen ülkenin kalkınmasının yolunu daha da açtığında zaten işlevi olmayan bu Ambargo, ABD’nin içindeki güçlerin kendi “rant”ları uğruna yapacakları baskıyla sistem tarafından bitecek diye düşünüyorum.
Herkes gençlere güveniyor !.. ABD’de, Küba’da... ABD onları “Amerikan Rüyası ve Hayalleri”yle kandırmaya çalışırken, Sosyalist Sistem onları eğiterek kazanıyor. Eğitim mi yoksa bir hayal mi kazanacak, gençler aldıkları eğitime mi güvenecek yoksa bir rüyanın peşinden mi gidecek? Bunu zaman gösterecek.

gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr

Hiç yorum yok: