1 Kas 2005

ALBA; bir yaşam biçimi




Uluslararası ilişkilerin oldukça karmaşık yaşandığı, gücün ve emperyal davranışların aklın önünde olduğu günlerden geçiyoruz. Afganistan, Irak ve sonra da kimbilir neresi? ABD Başkanının kendi sözleriyle tanımladığı, “dünyanın karanlık herhangi bir köşesi”, bu genişlemeci, savaş temelli politikaların hedefi olabilir. “Öncelikli saldırı”, “insani müdahale” gibi yeni kavramlar, demokrasinin transferi vaatleri altında, “güçlüye”, ilk saldırıyı yapma hakkını ve önceliğini veriyor. Bu durumda saldırılanı kim koruyacak?

“Hegemonyacı, sömürgeci ve ilhakçı stratejiler”in Amerika kıtasındaki uygulamasına iyi bir örnek olan ALCA (Área de Libre Comercio de las Américas) ya da İngilizce adıyla FTAA (Free Trade Area of the Americas = Amerika Serbest Ticari Bölgesi), NAFTA’nın (North American Free Trade Agreement = Kuzey Amerika Serbest Ticaret Sözleşmesi), Küba dışındaki bütün Orta ve Güney Amerika’yla Karaibleri kapsayan, genişletilmiş halinden başka birşey değildir.

Venezuela tarafından ortaya atılan ALBA (Bolivarian Alternative for the Americas, Amerika İçin Bolivarcı Seçenek), FTAA’nın neo-liberal ve en yüksek kârlılığa dayanan politikaları yerine, ülkeler arasındaki ekonomik farkları dengeleyen, kârı değil sosyal dayanışmayı ve “eşitlikçi kalkınmayı” ön planda tutan bir yapılanmayı öngörüyor.

Venezuela Bolivar Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi Sayın Prof. Dr. Kaldone G. Nweihed Salim ile ALBA fikri ve uygulamalarının nasıl ortaya çıktığı konusunda konuştuk.

ALCA ve ALBA oluşumları arasındaki temel farklar nelerdir?
ABD ve Latin Amerika, aynı kıtayı paylaşıp, iki ayrı yarımkürede yer alan, iki ayrı coğrafi bölge. Kuzey yarımküredeki ABD, ekonomik olarak oldukça güçlü ve etkileyici bir yapıya sahip, Güney yarımküreyi ise bizimle birlikte pek çok ülke paylaşmakta. Kuzey, bu anlamda, dar bir uygarlık bölgesine sahip. Oysa, batıda çok daha geniş bir uygarlık bölgesi var. Avrupa’nın batı ucunda İspanya’dan, doğuda Çin’e kadar uzanan geniş bir alan. Bu coğrafyada da, farklı büyüklükteki gelişmişlikleri görüyoruz.

ALCA’nın İspanyolca anlamına karşılık ALBA kısaltması, sadece bir harfin değiştirilmesi değil; hem akılda kalıcı olması hem de psikolojik etkisi gibi özellikleri bakımından, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chávez Frías’ın önerisidir ve Bolivarcı alternatifi anlatan ALBA, yeni bir günün doğumu anlamına da gelir.

ALCA ve ALBA arasındaki farklar 3 ana başlıkta toplanır; Uluslararası hukuk, Ekonomi ve İdeoloji.

Uluslararası hukuk dilinde, ALCA “çok taraflı anlaşma” olarak, 34 ülkenin parlamentosu tarafından onaylandıp imzalandı.

ALBA ise, ALCA gibi, bir anlaşma değildir. İki faktörden oluşan bir çerçeve işbirliğidir (framework). 1. Sürekli gelişen prensipler bütünüdür. 2. Bu prensiplerle gelişen ve uygulanan eylem planıdır. Her iki faktör de birbiriyle etkileşir; ve dinamik olarak değiştirilebilir.

Ekonomik olarak, ALCA bir serbest ticaret bölgesi olarak kuruldu. AB’nin gelişim süreci gibi ekonomik birlik, gümrük birliği, para ve makro ekonomilerin birlikteliği, en sonunda da siyasi birlik gibi bir süreçten geçmedi; zaten böyle bir hedefi de yok!

ALCA kendisini serbest ticaret birliği olarak tanımlamasına ve herkesin “eşit” olacağını söylemesine karşılık, birleşme belgesine dikkatle bakıldığında, ekonomik olarak güçlü olanların diğerlerinden daha "eşit" olduğu gözükmektedir. Böylece, bir "birlik" olarak gelişmek yerine, sadece "güçlü" olana, yani ABD’ne hizmet veren bir yapılanma olarak çalışmaya başlamıştır. 1994’de, ABD’de yapılan NAFTA toplantısıyla ortaya atılan FTAA, Amerika kıtasındaki ülkelerin, ortak bir ekonomi yönetimi altında, serbest ticaret yapmasını sağlamayı, yatırımcılar için hukuki ve ticari engelleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor. FTAA, NAFTA’nın “özelleştirme” temelli modelinin, bütün kıtaya yayılması için öncülük ediyor. FTAA düzenlemelerinde, büyük kurumlara özelleştirme yoluyla verilen ayrıcalıklarla, hükümetlerin toplum sağlığı ve güvenlik, işçi hakları, çalışma koşulları, doğal hayatın korunması gibi konularda elleri-kolları bağlanıyor, “sosyal haklar ve temel özgürlükler”le ilgili kanunların çıkartılması da sınırlandırılıyor. Böylece girdikleri ülkelerde uluslararası şirketlere, ayrıcalıklı, büyük olanaklar sağlanabiliyor.

ALBA ise, ALCA dışında kalan yapıları, “Caribbean Community and Common Market” (CARICOM) gibi ortak projelerle, ülkeleri yavaş yavaş birbirine bağlayan bölgesel bir kuruluştur.

İdeolojik olarak incelendiğinde, ALCA sadece ekonomik işbirliğini ABD lehine öne çıkartan, sosyo-ekonomik, insan, kültür ve ekolojik değerlere önem vermeyen bir yapılanmadır. Ekonomik olarak eşit olmayan ülkelerin ortaya koyduğu bir yapılanma olmasına rağmen, bu farkların ölçülmesi ve azaltılması için mali yardımların olmadığı bir düzendir.

ALBA'da benzer olarak serbest ticareti savunmakla birlikte, sadece ticaretin çözüm olduğunu düşünmemektedir. Sosyal, ekonomik, kültürel, ekolojik ve insani dayanışmanın hep birlikte sağlanarak, bütün bu alanlarda topyekun kalkınmayı esas alır.

ALBA modeli ihraç edilebilir mi, örneğin Türkiye için alternatif bir model olabilir mi?
Kuzey ve Güney Yarım küredeki ilişkiler oldukça farklıdır. Latin Amerika ve ABD ilişkileriyle, Türkiye - AB ilişkileri karşılaştırılamaz.

Türkiye'nin doğusu ve batısı arasında beşeri farklar var. Böyle bakıldığında, model bazı yerler için uygun olabilir ama bütün Türkiye için kıyaslanamaz. Türkiye zaten bir bütün halindedir. ALBA, Latin Amerika'da bir birliktelik sağlama adına yola çıkmıştır.

Küreselleşme, Latin Amerika’ya bazı ufak tefek çözümler sağlamıştır, ama bu iyileşmeler hiç bir zaman yaygınlaşmamış ve tabana inmemiştir. Havana, Rio de Janerio, Caracas, veya Buenos Aires’de ekonomik ve teknolojik gelişmeyi görürsünüz; refah seviyesi, ABD’ndeki kentlerin %80’ine kadar yükselir ama, örneğin Rio de Janerio’nun 50 km dışına çıktığınızda bunlar biter.

Türkiye’deyse böyle bir durum yok; Güneydoğu dışındaki bölgelerin arasında çok büyük ekonomik farklar bulunmuyor. Latin Amerika’ya göre gelişmişlik daha dengeli. Bizler bu farklardan dolayı hâlâ “3. Dünya” görüşüyle devam etmek durumundayız. Siz bu aşamayı çoktan geçtiniz.

AB ve Türkiye arasındaki tabular sosyo-ekonomik değil, daha çok kültürel. Türkiye’nin AB’ye ekonomik olarak girip girmeyeceğinden çok, “mevcut kültürel kimliğiyle” AB’nin bir parçası olması konuşuluyor. Ekonominizin uyacağı konusunda kimsenin olumsuz bir fikri yok.

ALCA ve ALBA’nın gelişimi, etkileşimi nasıl oldu?
ALCA ve sonrasında da ALBA, iki akımın etkisiyle ortaya çıktı. Dünyayı değiştiren “küreselleşme” ve “ABD ile Latin Amerika arasındaki etkileşim”.

Simon Bolivar'ın özgürlük mücadelesi sonucunda bir federasyon oluşmaması ve bu arada ABD'nin yavaş yavaş topraklarını büyüterek Pasifik’ten Atlantik’e kadar genişlemesi neticesinde ALCA’ya geliyoruz.

İlk ilişkiler 1823'lerde başladı. O zamanlar ABD çok gençti; bu kadar güçlü de değildi; Avrupa'dan daha zayıftı. Hatırlarsanız, 1812’de ABD, İngiltere Krallığı tarafından yenilmişti. 1890’da Pan Amerikan Birliği kuruldu. Bu birlik, Wasington'da, Simon Bolivar‘ı bir figür olarak kullanarak ortaya çıktı. Fakat onun fikirleri doğrultusunda hiçbir şey yapmadı ve 2. Dünya savaşına kadar bu birlik devam etti.

1948'de OAS (Organization of American States) Pan Amerikan Birliği’nin yerini aldı, fakat o da Latin Amerika ülkeleri için tek bir şemsiye olamadığı ve herkesin ortak onayını alamadığı için, istenen birlikteliği sağlayamadı.

Rio Birlikteliği, bütün ülkelerin, herhangi bir anlaşmazlıkta birlikte hareket edeceklerini söylüyordu; fakat bildiğiniz gibi, 1982 yılındaki Falkland savaşında, ABD, İngiltere’ye karşı Arjantin’in yanında yer almadı.

Soğuk savaş yıllarında Latin Amerika ve ABD arasında, Küba füze krizi dışında bir gerginlik yoktu. JFK’nin demokrat olmasından da kaynaklanan bazı yakınlaşmalar yaşandı. Eğitim için gidip gelen teknisyenler oldu.

Zaman zaman, ABD, SSCB ve Japonya arasında, uluslararası suların paylaşımı konusunda gerginlikler oldu. Ancak 1982'de, Latin Amerika, uluslararası suların kullanımı hakkındaki konvansiyondan sonra hareket serbestisi kazandı. Bu sonuç, Latin Amerika için sömürgeci güçlere karşı önemli bir zafer oldu.

1990’larda, Sosyalist Blok’un dağılmasından sonra ABD, dünyanın diğer bölgelerine odaklandı, Latin Amerika küreselleşme akımlarından daha çok etkilenmeye başladı.

1990'da, I. Bush döneminde, “küreselleşme” Latin Amerika’ya “tek alternatif”miş gibi, bir “kurtuluş reçetesi” olarak dikte ettirilmeye başlandı. Bizden, bu misafiri sorgusuz sualsiz kabul etmemiz, bütün piyasalarımızı bu akıma açmamız istendi. Hiç soru sorulmayacaktı, onu olduğu gibi kabul edecek, hayallerini hayallerimiz yapacak, sorgulamadan uygulayacak ve bekleyecektik!

Söylendiği gibi kemerlerimizi sıktık; malların, gaz, elektrik, su, her şeyin fiyatlarını arttırdık. Bütün alt gelir grubunun desteğini ortadan kaldırdık, eğitim özelleştirildi. % 40-50 oranında her şey özelleştirildi; ve bekledik. Böylece, ülkemizde ALCA tartışmaları başladı. Medya’nın, gazete yazarlarının %90’ı ALCA'nın “harika” olduğunu söylediler, alt gelir grubuna yapılan sübvansiyon vb desteklerin unutulması gerektiğini yazdılar. Medya’nın yalnızca %10’u bu gelişmelere “hayır” dedi.

Neden bu %90’lık kitle ALCA'yı destekledi? Çünkü, onların vizyonu yoktu. ALCA'dan başka alternatif bilmedikleri için ona dört elle sarıldılar, başka bir çözümün olabileceğine inanmadılar. ALCA yoluyla, Neo-liberal ekonomiye bağımlı olmamızı istediler.

1990’ların sonunda Clinton, Venezuela'nın, 2005’de, Kolombiya ile birlikte ALCA'ya kabul edileceğini, “Açık Pazar” olacağını söyledi. 10 yıl geçti, vaatlerin doğru olmadığını, özellikle alt gelir grupları için hiç bir şeyin değişmediğini, herkes gördü. Sadece elitlerin iyi olan durumları daha da iyileşti.

Ben, buradan Chávez'den önceki politikacılara, gittikleri yol için onur kırıcı sözler söylemeyeceğim; ama onlar, o zamanlarda, alternatif başka bir yol düşünemediler; Küba, ALCA’ya davet edilmemişti ve onun için de bir şey üretemediler.

Sonra Chávez geldi.

ALCA’nın temsil ettiği değerler, medya desteğini %90 arkasına alırken, nasıl oldu da Chávez seçimleri kazandı?
Oldukça güzel bir soru. 1998'de Chávez’in kazanacağı anlaşılınca, 40 yıldır birbirlerine karşı olan partiler, ona karşı cephe aldılar. ALCA yanlılarınca 2 yıl süren petrol grevleri yapıldı, ihracat durdu. Ülkeyi, dünyanın 5. büyük petrol ihraç eder durumundan, Brezilya ve Trinidad’dan ithal eder duruma getirdiler. Bu arada, bize yardım eden komşularımıza tekrar teşekkür ederim. Chávez hiç pes etmedi ve durumunu güçlendirdikten sonra, Anayasayı değiştirmek için referandum yaptı.

Bütün bunlara rağmen, ABD’de yaşayan özellikle Kübalı karşıdevrimciler Chávez’in bir diktatör olduğunu söylediler. Ama, onun sosyal tabanda yaptığı değişikliklerden hiç bahsetmediler.

ALBA'nın gücünü aldığı iki çıkış noktası vardır: Manevi gücü, Simon Bolivar tarafından konulmuş prensipler üzerine inşa edilmiştir; maddi gücüyse Venezuela hazinesine gelen petrol gelirlerinden sağlanır.

Petrol gelirinden akan para için, Chávez’e değil, Bay Bush’a teşekkür ederiz! O, Ortadoğu’ya odaklandıkça, bu yarım küredeki değişimleri farkedemedi. Zaman zaman, Chavez'e karşı askeri güç kullanılacağı söyleniyor, öyle ki ABD'de bir papaz, Chavez'in ortadan kaldırılması gerektiği konusunda bir konuşma bile yaptı, ama o serbestçe dolaşıyor. Amerika tarihi boyunca, aklı başında yöneticiler de olmuştur. Böyle münferit söylemler, hiç bir zaman ABD halkının çoğunluğunu temsil edemez.

ALCA bir ticari anlaşmalar bütünüdür, ALBA ise, çerçeve ve tanımlar bütününden oluşan bir kader birlikteliğidir.

Örneğin Küba ile 2004 yılında kader birliğine gidildi. Küba, ekipman ve personel, Venezuella da sermaye desteği sağlayacak; bu sayede, her iki ülkede inşaat projeleri gerçekleşecek; Küba, her yıl Venezuella’dan gelecek 2,000 üniversite öğrencisine burs verecek; Küba’nın kendini kanıtlamış sağlık sisteminin, Venezuella sağlık sistemine destek vermesi için, binlerce tıp uzmanı bu ülkede çalışmaya gidecek; Venezuella, petrol ve diğer enerji alanlarındaki tecrübelerini, teknolojisini Küba’yla paylaşacak; Küba da, 100,000 fakir Venezuella vatandaşının göz tedavilerini üstlenecek.

Arjantin’le de gemi inşası, petrol ve gıda güvenliği konularında anlaşma sağlandı.

Bu ve buna benzer birçok anlaşma ALBA ve ALCA'nın ne kadar ayrı yollarda olduğunu gösteriyor.

Her iki olgunun üretime, sosyal politikalara, ekolojiye yaklaşımlarını karşılaştırır mısınız?
ALCA için her şey, yiyecek bile, ekonomik bir metadır, maldır. Örneğin, Türkiye’de kebapçıya gidersiniz ve yediklerinizin parasını ödersiniz. Ama başka insanlar da vardır ki, sizin aldıklarınızın parasını ödeyemediği için kebap yiyemeyebilir; onlar için ne yapacaksınız?

İki seçenek var: Ya görmezden gelip ölmelerine izin vereceksiniz ya da bir şey yapacaksınız. Ölmelerine veya parklarda bahçelerde yardım dilenmelerine izin vermemelisiniz. Dinler bu problemin üstesinden gelmek için bir şeyler yaptılar, Örneğin İslam’daki zekat gibi.

Ama, modern devletlerin kendi çözümleri olmalıdır. Özellikle petrolünüz varsa Venezuela gibi, bu gelirin bir kısmını sosyal amaçlı işler ve toplumun alt gelir grupları için ayırmalısınız. Petrolle dolu bir ülkede yukarıdaki durumun oluşmasına izin vermemelisiniz.

ABD, dünyadaki 3. büyük yiyecek üreten ve bunları ihraç eden ülkedir. ABD, ALCA üzerinden, ürettiği malları satacak bir birlik oluşturma çabası içindedir; Brezilya ve Arjantin'e de bu yönde baskı yapmaktadır. Bu bakımdan karşılaştırıldığında ALCA, "mal satma" fikri üzerine kurulmuştur.

Chávez, ABD’nin ALCA ısrarcılığını sürekli sorguluyor. ABD zaten zengin, güçlü ve modern bir ülkeyken neden ALCA’ya ihtiyacı olsun ki? ALCA’nın tek ve yegâne amacı, ABD mallarını üye ülkelere satmaktır.

Bu yüzden, ringdeki iki boksörün karşılaşması değildir yaşananlar; her ikisi de aynı kilo ve kalitede değildir ki. Fakat ne yazık ki, dünyaya sunumu bu şekildedir. Aslında her iki olgu da beraberce, birbirinin yaşam hakkına ve büyüme şekline saygı duyarak devam edebilir.

ABD, AB, Asya ve Japonya, Latin Amerika ve Afrika'nın erişemediği ve kullanamadığı büyüklükteki para piyasalarını kontrol ediyor. Üretim ekonomisinin 10,000 katı büyüklükte bir ekonomi bu! Japonya ve New York arasında dolaşan ve genellikle kâr eden bu sermaye o kadar çok ki! İşte, biz bu piyasaya ulaşamıyoruz, aslında buna ihtiyacımızda yok.

Bu konuda Chávez’in mesajı çok açıktır: “Birileri başkalarının kontrolünü elinde tutmak, onların geleceğini belirlemek zorunda mıdır? Bizi kendi başımıza bırakın”

Bu mesaj sokaktaki milyonların aklına ve kalbine ulaştı. Chávez, diğer Latin liderlerle beraber, kendi kaderlerini tayin etmek ve "özgür ticaret" için, bu fikri gerçekleştirme yoluna gitti. Biz, bir kader birlikteliğinden bahsediyoruz; ALCA yanlıları ise bir "ekonomik araç"tan bahsediyorlar.

Meksika, Peru, Kolombiya gibi, şimdilik ALCA içinde olan ülkeler, ABD ile beraber, iç içe, entegre olmuş ekonomileriyle yaşıyorlar. Örneğin Meksika, ticaretinin %80’ini ABD’yle yapıyor; çünkü 25 Milyon Meksikalı ABD’de yaşıyor. Bununla beraber, ALCA’ya uyum sağlamak ve yabancı sermayeyi ülkeye çekmek için Meksika, Peso’da devalüasyon yaptı. Orta sınıftan 8 milyon aile fakirliğe transfer oldu. Yabancı firmaların ülkeye gelmesiyle de, 28,000 küçük işletme ortadan kalktı. İşlerini koruyabilenlerse, ellerindekini kaybetmemek için, çok daha az ücretlerle yetinmek zorunda kaldılar.

ALBA olarak, Meksika'dan daha fazlasını bekleyemeyiz. Onlar zaten Kuzey Amerika bölgesinde bulunuyorlar.

ALCA, ABD’nin önderliğinde ABD başkanından bağımsız olarak yaşıyor. ALBA ise Venezuela'dan, özellikle Chávez’in önderliğinde ortaya çıktı. Chávez’e “birşey” olursa, birliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
“Alexander The Great”i hatırlayın. Helenizm konusunda konuşmadı, ama 300 yıl sonra Helenizm, Yunan filozofisinin kalbi oldu. Yeni akımlar insanlarla ortaya çıkar, daha sonra bir başkası meşaleyi devralır. Sosyalizm'de benzer bir süreç içindedir. Marks'dan sonra, günümüzde, sozyalizm yeniden günün koşullarına göre şekilleniyor ve gelişiyor. Biz bunu "21. yy sosyalizm"i olarak adlandırıyoruz.

Sorunuzun cevabını tahmin etmek imkansız. Çünkü, ülkenin bir bölümü özellikle elitistler, ALBA'ya karşı ve ALBA'dan dolayı sıkıntılı, ondan kurtulmak istiyorlar. Kendi anlayışlarında bir hükümet istiyorlar, bu bir sır değil. Chávez’e “birşey” olursa? Ani cevap, Pinochet’nin Şili'de Salvador Allende’ye yaptığı olabilir. Bildiğiniz gibi Pinochet hâlâ yargılanmış bile değil, ama Şili bugün demokratik bir yönetime sahip. 21. yüzyılda faşist bir yönetim anlayışına sahip olabilirsiniz, ancak bunu ilan edemezsiniz; veya ırkçı görüşleriniz olabilir, ama bunu da direkt olarak söyleyemezsiniz.

Fikirler hiç bir zaman ölmez. Chávez’in yerine gelen hükümet onun yaptıklarını ortadan kaldırırsa, bir başka Chávez gelir, ve gerekirse, kaldığı yerden devam eder. Bazen fikirler ilk üretildikleri zaman sisteme dönüşmezler, bu, zaman ve nesiller alabilir. Eğer "zamanın ruhu" izin verirse, fikirler sistemleşir. Bu konuda dünya tarihi oldukça deneyimli ve mantıklıdır.

ALBA'yı bir yaşam biçimi ve kader olarak görmek lazım.

Uluslararası sosyalist hareket, 1959 Küba devriminden beri çok yol aldı. 1961’de Che Guevara, Uruguay’daki OAS (Organization of American States) toplantısına kıtayı savunmak için gitmişti. Günümüzde, “Summit of the Americas” toplantısında, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, Arjantin Devlet Başkanı Nestor Kirchner, Brezilya Devlet Başkanı Lulu ve Uruguay Devlet Başkanı var. Che yalnızdı ancak artık yalnız değiliz!

Not: Bu röportaj Aralık 2005’de yapılan ve Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) lideri Morales’in kazandığı Bolivya seçimlerinden önce yapılmıştır.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Cuneyt;

Cumhuriyet Strateji ekindeki soylesi ozel ve yararliydi. Cabaniza tesekkur ederim. Ellerinize saglik.
Selamlar

Cumhur

Adsız dedi ki...

Sayin Cüneyt Göksu,

Güney Amerika kitasindaki ilginç gelismelere basinimizin büyük bir kisminin kulaklarini tikadigi bir ortamda, kamuoyunu bilgilendirmenizden dolayi sizi kutlarim.

Sevgi ve dostlukla

Dr. Hakan Gönendik