11 Kas 2016

Beyaz Yakalı İşçiyiz Biz!


Merhabalar,

Bugünden itibaren düzenli olarak Türkiye ve Dünya’dan emek haberlerine ait yazılarla buradan sizlere seslenmeye çalışacağım. Her konuda olduğu gibi bu alanda da konuşulanların anlaşılması ve yapıcı bir tartışma için öncelikle kavram birliği olması gerektiğine inananlardanım. Bu sebeple ilk yazıya “Emek” ve “İşçi” tanımını yaparak başlamakta fayda var.

Emek en genel haliyle, çalışan ve üretenlerin, bir işi yapmak için harcadıkları zihin ve beden gücü, İşçi ise bir iş yerinde çalışan, belli bir ücret karşılığında, bedenini, zihin gücünü veya el beceresini kullanarak üretim yapan olarak tanımlanabilir.

Daha da özetlersek, İşçi, ücret karşılığı, emek harcayıp üretim yapan kişidir.

Daha çok beden ve kol güçlerini kullanarak üretenleri mavi yakalı, düşünsel güçlerini daha belirgin kullanıp üretim yapanları da beyaz yakalı olarak adlandırabiliriz. Kendim de beyaz yakalı bir işçi olduğumdan ilk yazıya beyaz yakalı çalışanlarla başlamayı uygun gördüm.

Masa başı büro ve yönetim işleri 1930’lardan başlayarak yaygınlaştı. Kol gücüne dayalı çalışan “Mavi Yakalı” işçilerden farklı olarak “Beyaz Yakalı” çalışan deyimi o dönemler de ortaya çıkmış, bir ücret karşılığında çalışan profesyonel veya eğitimli yarı-profesyonel büro çalışanları, yöneticiler veya satış ekipleri için kullanılan bir kavram olarak gündelik hayata girdi. Teknoloji Devrimi ve Bilgi Çağı’nın hizmet, teknik destek, danışmanlık, satış yönetimi vb çok sayıda masa başı işi yaratması ve buna koşut olarak üretim süreçlerinin otomasyonu ve makineleşmesi, geçmişle kıyaslanınca mavi ve beyaz yakalı işçilerin oranlarını önemli ölçüde arttırdı ve değiştirdi.

Buna dış kaynakların kullanımındaki artış ile üretim süreç ve modellerinin değişmesi de eklenince farklı coğrafyalarda olsalar bile, üretim bandındaki mavi yakalıları yöneten, takip eden, yönlendiren beyaz yakalı işçiler ortaya çıktı; bu işçilerin çalıştığı yeni yeni şirketler kuruldu. Bu, zaman içinde öyle bir hal aldı ki, örneğin bir iş yerindeki beyaz yakalıların sayısıyla aynı iş yerinde çalışan mavi yakalılarınki bazen aynı, bazen de onlardan fazla olmaya başladı.

İşçileri yöneten başka işçiler oluşmaya başladı ama bu “yönetici” sınıfındaki beyaz yakalılar çoğunlukla işçi olduklarını unutur olmaya bile başladılar.

Bu durumun yaşandığı kurumlarda çalışan motivasyonunu artırmada, çalışma ortamının koşulları, sorumlulukların dağılımı ve delegasyonu, çalışanın donatıldığı yetkiler ve tabii ki ödenen ücretler belirleyici oldu. Günümüz koşullarında bütün bu motivasyon koşullarından “kurum yararına tasarruf sağlamak” adına “evden çalışma”, “açık ofis” vb. birçok yenilik getirildi. Aslına bakarsanız, bu yenilikler çalışanları bazı haklarından edip, sosyal çalışma ortamlarından uzaklaştırdı, adeta birer “bireysel esnaf” haline getirdi.

Öte yandan, sendikal haklar kazanmayı başarmış sendikalı beyaz yakalılar işverenle yaptıkları pazarlıklarda istediklerini alamazlarsa grev hakkını kullanabilirler. Ancak yine de, Avrupa’da beyaz yakalıların sendikalaşma oranı %10’un altında. Bu oran oldukça düşük çünkü, bireysel esnaf olmayı benimseyen beyaz yakalı işçiler ya sendikalara kuşkuyla yaklaşıyor ya da tümüyle karşı çıkıyor. Bu kuşku ya da reddedişin en önemli gerekçesi de şöyle özetlenebilir: Bir kurumda çalışan bir beyaz yakalı, işvereninin kendisine gösterdiği kişisel hedeflere ulaşma ve kişisel başarısını gösterme gibi ego okşayan, bireyselci istekleri öncelikli görüyor; alternatifi toplumsalcılık ve birliktelik olan sendikacılığıysa hem kavramsal olarak hem de işleyiş bakımından ne önemsiyor ne de içinde bulunmak için tercih ediyor.

Bu tercihin ne yazık ki bir temel nedeni de, beyaz yakalının, iş verenin uzattığı havucu yakalamak için daha da çok çalışmaya sürüklenmesi ve sonucunda da işçi olduğunu unutacak kadar asimile ve kabullenici olmasıdır. Bu durum plaza ortamlarında sıklıkla görülür. Daha detaylarına “ileri”de geleceğiz.

Dostlukla…

Hiç yorum yok: