13 Ağustos 2016, Fidel Alejandro Castro Ruz,
ya da kısaca bütün dünyanın bildiği haliyle Fidel’in 90. yaş günü. Dünya onun sevilen,
saygı duyulan bir devlet adamı mı, önder mi, lider mi yoksa diktatör mü olduğunu
tartışadursun, o 1976 yılından beri yürütmekte olduğu Küba'nın en yüksek
yönetim organı olan Devlet Konseyi Başkanlığını 2008’de bıraktığından beri
“Yoldaş Fidel’in Düşünceleri” adıyla yazdığı makaleler ile Dünya gündemini yorumlayıp,
ışık tutmaya, hayatı boyunca gerilla savaşlarından, patlayan purolara, devlet
adamlığının zorluklarından suikast girişimlerine kadar türlü zorlukları aşıp
Fidel’li yılların birikimini paylaşıyor.
“Küreselleşmeye direnmek için şiddet
dışında her türlü yönteme başvurulmalı!”
Fidel, son yüzyılın tartışmasız en çok ve en
uzun süredir konuşulan kafa yorulan lideri ve devlet adamıdır. Dile kolay, politik
yaşamı boyunca tam on Amerikan başkanı eskitti (Eisenhower, Kennedy,
Johnson, Nixon, Ford, Carter, Reagen, Baba Bush, Clinton ve Oğul Bush) ve
yakında Obama ile onbir olacak. 1945’ten beri dünyanın gidişatını belirleyen
liderlerin belli başlılarıyla ilişkileri oldu (Neru, Nâsır, Tito, Olof Palme,
Arafat, Gandhi, Allande, Gorbaçov, Chavez vb.). Günümüz sanatçı ve aydınlarının
önde gelenleriyle tanıştı (Sartre, Hemingway, Arthur Miller, Neruda, Henri
Cartier-Bresson, Nazım Hikmet, Oliver Stone, Noam Chomsky ve daha pek çokları).
Fidel’in biyografisine detaylı bakınca, erken
yıllarında yaşadıkları, gerçekleştirdikleri kadar çok şaşırtmaktadır.
Fidel, 1926’da, şeker kamışı çiftiği sahibi,
hali vakti yerinde, orta sınıf, Katolik, İspanyol göçmeni bir baba ve annenin
yedi çocuğundan biri olarak dünyaya geldi.
1945’de Havana Üniversitesi’nde hukuk okumaya
başlayana kadar politik olarak oldukça deneyimsizdi fakat Anti-emperyalizm ve
ABD’nin Karayibler’deki emperyalist girişimlerine karşı çok ilgili ve
tutkuluydu. 1946’da üniversitede öğrenci lideriyken dönemin Küba Devlet Başkanının
yaptığı ya da o dönem yapılan yolsuzluklara karşı yaptığı konuşmalar
gazetelerde yayınlandı, 1947’de “Dominik
Cumhuriyeti”ndeki ABD destekli cuntanın darbe girişimini önlemek için yapılacak
olan direnişte yer aldı.
Erken gençlik yıllarında henüz bir “devrimci”
değildi ama politik olarak “tutkulu”, “asi” ve “mevcut düzene karşıt” biri olarak tarif edilebilirdi.
1952’de Batista’nın askeri darbe ile
iktidara gelmesi, seçimleri iptal etmesi, zengin elitleri ve ABD’lerini gözeten
politikaları desteklemesi, sosyalist grupları, sendikaları çalışmaz hale
sokması ve getirdiği sistemi “Disipline edilmiş demokrasi” olarak adlandırdığı
dönem boyunca en iyi bildiği silahla – hukuk ile, mücadele etti. Batista’nın
anayasa ihlallerini deşifre edip, davalar açtı. Fakat Batista’nın kontrolünde
olan yüksek mahkemeler yüzünden davaları hep reddedildi.
Ertesi yıl, 1953’de Batista’yı alt etmek
için ilk defa silahlı güce başvurdu. Kardeşi Raul ve yoksullardan örgütlediği
1200 kişi ile Santiago de Cuba’da Moncada Kışlasına saldırdılar. Plan basitti, kışlayı
ele geçirip, silahları yoksullara dağıtacaklardı. Silahlı yoksulların,
Batista’ya karşı ayaklanacağını düşündü. Baskın başarısız oldu, Castro
kardeşler tutuklandı, plan işlemedi.
1954’de, Batista’nın “saçmalık” olarak
adlandırılan seçiminden sonra serbest kalıp, Che ile tanışacağı Meksika’ya
sürgüne gönderildi.
1956’da, Che ve Castro Kardeşler, daha büyük
ölçekli, bir gerilla savaşını (ki, dört yıl sürecekti) başlatmak üzere Grandma
ile Küba’ya doğru yola çıktılar.
1959’da Batista’nın ülkeyi terkedip,
devrimcilerin iktidara gelmesi ile Fidel, Küba tarihinde görülmemiş bir hükümet
modeli kurdu. Fidel lider olarak, kitlelere karşı direkt konuşmaya inanan
birisi. Konuşmaları sırasında kalabalığa hep bundan sonra nasıl yönetilmek
istediklerini sordu. Bütün medya kanalları üzerinden, ülkenin sorunlarının “tartışılmasını”
ve “kararların sorgulanmasını” cesaretlendirdi. Ülke içinde ve dışında sıradan
insanların fikirlerinin sorulmasını özendirdi. 1959’dan sonra ülke dışına
yaptığı gezilerde sokaktaki insanlarla konuştu ve Küba Devrimi hakkındaki
görüşlerini aldı; bütün konuşmalarında “demokratik merkeziyet” ve “kollektif
liderlik” anlayışlarını ülke yönetimi sistematiği olarak savundu. Bu davranış
şeklini hayatı boyunca hep gördük. Örneğin, Küba’da yakalanan ABD ajanlarının
sorgulamasını halkın önünde, TV tartışma programlarında gerçekleştirdi.
Fidel ve Devrim Küba’da çok şeyi değiştirdi
ve bence en çarpıcı olanlarından birisi de Küba Balesi. Öyle ki; devrimin
gerçekleştiği 1959 yılına kadar zar zor yaşatılmaya çalışılan bir sanat dalı
olan bale, devrimle birlikte ülkedeki en önemli sanat dalı haline geldi.
Devrimin ilk yıllarında ki maddi koşulların zorluğunu da düşününce, Fidel, Küba
Balesinin geleceği için 1959’un koşullarında $200,000 desteği bir çırpıda
verdi.
Fidel, dünyadaki devrimci hareketleri hep
destekledi. Sovyet Liderleri, üçüncü dünya ülkelerinde ki liberal sol
hareketleri şüphe ile karşılarken, o ayrımsız olarak bütün devrimci
hareketlerin liderlerini Küba’da ağırladı.
Fidel’in kalabalıklar ile etkileşimindeki tutkusu
onun daha da göz önünde olmasını sağlarken, sayısız suikast girişimiyle de
yüzyüze kalmasını beraberinde getirdi. Havana sokaklarında yürürken dahi,
CIA’in Fidel üzerinde ilk defa denediği suikast girişimlerine hedef oldu. En
alışılmadık komplolardan bazıları, patlayan purolar, zehirli kalemler, zehirli
dalgıç kıyafetleri, sakal döken ilaçlar hızlıca aklıma gelenler. Öyle ki, CIA
Fidel’in dalış ile ilgili tutkusunu bildiğinden, içi patlayıcı dolu balıkları
onun daldığı bölgelerde bir nevi su altı mayını olarak kullanmayı dahi
tasarladı. Bügün bize komik film sahnesi gibi gelen bu yöntemler o günlerde
oldukça ciddiydi.
2000’li yıllar sonrasında gelişen
küreselleşme karşıtı hareketleri kendi erken dönemindeki hareketler ile karşılaştırdığında,
“bu ’asi nesil’e saygı duyduğunu, farklı
protesto yöntemlerini beğendiğini ve en önemlisi dünyayı yönetenleri nasıl tir
tir titrettiklerini” vurguladı, bütün devrimci hareketlere gösterdiği
inanılmaz güçlü önsezisi ile destek vermeyi sürdürdü.
2005 yılında katıldığı son 1 Mayıs’da alanda
hemen yanında oturan Morales, Ortega ve Maduro’ya bakarsak, o tarihlerde kendi
ülkelerinde henüz devlet başkanı olmamış bu kişilerin Fidel’in birikiminden
yararlanmaları ve sonraki yıllarda bulundukları konum önemlidir.
2006’dan itibaren sistematik olarak politik
görevlerini yavaş yavaş devreden “Yoldaş Fidel”, zamanının büyük bölümünü
yazmaya harcadı. Fidel’in yaşam öyküsü, insanlık adına adalet ve sosyalizm
savaşı verenlere ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Fidel’in, özellikle çevre sorunları, silahlanma
yarışı ve Kapitalist sistemin insanlığı yüzyüze bıraktığı çevresel ve yaşamsal tehlikelere
dikkat çektiği makalelerinin birinde, Küba’lı genç komünistlere yazdığı, ama insanlığı
yakından ilgilendiren aşağıdaki notları oldukça çarpıcı:
Fikirlerden yoksun bir hayatın ne değeri vardır
ki? Jose Marti bir keresinde "Fikir yığınları taş yığınlarından daha
değerlidir" demişti. Fikirler insanlardan mı doğar? İnsanlarla mı yok
olurlar? Fikirler insanlık tarihinin başından beri vardır. Türümüz var oldukça
fikirler de var olacaktır. Ancak, insanoğlu akıl almaz bir kendi kendini imha
kapasitesi olan ve sınırsız gözüken teknolojik gelişmeler ve siyasi az
gelişmişlik nedeniyle daha önce hiç olmadığı kadar ciddi bir tehdit altındadır.
Nereye baksak, soykırıma yakın savaşlar, iklim değişikliği, açlık, susuzluk ve
eşitsizlik görüyoruz. İnsanların umutlu bir gelecek fikrine sıkı sıkıya
sarılmaya ve hayatta kalma mücadelesini bilim üzerinden yürütmeye ihtiyacı var.
Bugün ancak bilimsel bir arayış adaletli olabilir. Bu parlak gelecekte, dünya
çapında bir diktatörlük tarafından idare edilen günümüzün gelişmiş kapitalist
sisteminin korkunç adaletsizliklerine yer olmayacaktır.
Shakespeare, oyunlarından birinde
"Olmak ya da Olmamak!" demişti. Bugün genç insanların önündeki
alternatif budur. Bunu yok saymak, dünyada sadece birkaç on yıl daha yaşamayı
tercih etmektir ki bu süre, tarihi düşündüğümüzde üç beş saniyeden fazla
etmez.”
Fidel ve Küba insanlığa verdikleri sözlere sadık
kaldılar, dünya halklarıyla dayanışma içinde oldular, enternasyonalistlikten
vazgeçmediler, ilkeli, onurlu duruşlarından taviz vermediler ve bütün dünya
uluslarından da saygı gördüler. İlk hasta olduğu zamanlarda Florida’da ki karşı
devrimciler bayram ederken, Irkçı Apartheid rejimine karşı savaşan Güney
Afrikalılar, Küba’nın desteğini hatırlayıp üzülüyorlardı.
Fidel’e bugünden geriye doğru baktığımızda, Marksizm
ve Ulusalcılığı (nationalizm) bilgece bir araya getirip yaşattığını söylemek hiç
yanlış olmaz.
Fidel’de insanlık tarihinde ki diğer büyük insanlarda
olduğu gibi yaşadığı ülkeden çok ait olduğu dönemle anılır. Zaman, coğrafi
bölgeden daha çok önem kazanır, dönem mekana hükmeder. Tarih, 90 Yılın birikimi
ve bilgeliği ile insanlığın “Kutup Yıldızı” Fidel’i çoktan “beraat” ettirdi!
Cüneyt Göksu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder