20 Oca 2009

Cuba Si!




Küba’yı nasıl bilirsiniz diye yoldan geçen herhangi birine sorsanız çok farklı cevaplar alabilirsiniz; Fidel Castro der, Rom der, Puro der, Devrim der, Ambargo der ve daha bir çok simge, özellik vb. sayabilir. Yıllardır okuduklarımızın dışında, yorumlardan arınmış, üstelik gidip, gezip, görüp, üzerine bir de kitap yazdıktan sonra yukarıda sadece birkaç tanesine dokunabildiğim “özelliklerden” Küba’da çok daha fazlasının olduğunu söyleyebilirim. Yalınlığıyla, inadına koruduğu ve kolladığı, sürekli geliştirdiği, bozulmamış ama zamanla değişikliğe uğramış sosyalist sistemiyle öncelikle Latin Amerika, sonra da Dünya halkları için “umudun ülkesi“ Küba bu yıl Sosyalist Devrim’inin 50. yılını kutlamakta.

Ne yerler; ne içerler; o örgütlü toplumun günlük yaşamı nasıldır; 90 mil ötelerinde, elli yıldır ambargo uygulayan komşuları hakkında ne düşünürler; köyleri, kentleri, evleri nasıldır? Yıllar boyu bir korku kaynağı olarak gösterilen sosyalist yönetim biçimi, gerçekten korkulması gereken bir sistem mi? Küba insanının bu sisteme bakışı nasıl? Sistemin içinde yaşarken karşılaştığı güçlükler ya da hoşnutluklar var mı? Böyle bir sistemde sürdürülen yaşam biçimleri ve ilişkiler nasıl? Fidel Castro ve Devrimi yapan o ekipten sonra, ülke ayakta kalabilecek mi? Küba halkı bir değişim mi özlüyor ya da sistemin sürmesini destekleyen bir tavır içinde mi? Kristof Kolomb’un, Hindistan zannederek topraklarına ayak bastığı, ilk kıtalararası köle ticaretinin başladığı, uzun yıllar İspanyol sömürgesi olan, ABD’nin sahip olmak için, 1800’lerde İspanyollara para teklif ettiği ve hâlâ eyaleti yapmak için çaba gösterdiği bu ülke nasıl bir doğada, hangi kültürleri barındırıyor? Kültürlerarası bir etkileşme oluyor mu? İnanç özgürlüğü var mı ya da ne tür inanışlar var? Dünyaca ünlü purolar ve rom nasıl üretiliyor? Gerçekten bir şeker kamışı ülkesi mi? Evsizler, sokak çocukları, çalışan çocuklar?.. Kadın yaşamı nasıl; kadın olmaktan kaynaklanan sorunlar yaşanıyor mu? Bilimsel ve teknolojik çalışmalar var mı? Hangi alanlarda gelişmişler? Hangi doğal kaynaklara sahipler? Ne tür enerji üretip kullanıyorlar; kaynakları ne? Tıp, tarım ve hayvancılık konularında ne tür çalışmalar yapılıyor? Yüzölçümüyle, nüfusuyla, ülkemizin yedide biri olan bu ülkeyle, ortak sorunlarımız, kesişen yanlarımız var mı? Ülkemizde hâlâ çözülememiş olan eğitim, sağlık, işsizlik vb. sorunların Küba’daki çözümleri ne? Varsa alınan önlemler, uygulanan sistemler nasıl? Ekonomik ve kültürel alışverişimiz hangi boyutlarda sürüyor?

Böylece uzayıp giden o kadar çok soru var ki...

Son dönemlerde “görsel” ögeleriyle ve özellikleriyle gündemimize gelen Küba, sayısız zorluğa rağmen sağlık, eğitim, barınma ve gıda gibi temel gereksinimlerini, ya da başka bir deyişle yaşamın sürdürülmesine temel oluşturan alanlardaki sorunlarını, planlı ekonominin öncelik listesinde bir numaraya almasından ve bu hakların Küba Anayasa’sında da eksiksiz olarak güvence altına alınmasıyla, çözmüştür. Yalın, komplekssiz ve sıcak insanları vardır. İçinde yaşadıkları sisteme önemli ölçüde sahip çıkmışlardır. Tüketim toplumlarında ki bir takım metalara ulaşmalarının neden daha zor olduğunun bilincidedirler, sistem bu konuda halkı sürekli güncel tutar.

Küba’nın hemen her yerinde yaşam Yalçın Ergir’in, ““Basit yaşayacaksın, mesela susayınca su içecek kadar basit.” tümcesinde anlattığı gibi, yalın ve basittir: İşçisiyle, köylüsüyle, doktoruyla, sanatçısıyla, öğrencisiyle, uzmanıyla hemen bütün Kübalı’lar eşitlik ve özgürlük içinde -ambargo gibi dışarıdan yaratılan tüm olumsuzluklara karşın- “mutlu” olmayı ve güçlüklerle mücadele edebilmeyi öğrenmişlerdir.

Küba, ilk ayak basılışından, 1959’daki Devrim’e kadar Avrupalı’nın “Yeni Dünya”sına ya da Emperyalizm’in yeni kıt’asına açılan kapı olmuş. Şimdilerdeyse, herkese farklı şeyler çağrıştırıyor: Sosyalizm’e inananlar için Devrim’i başarmış, her şeye karşın onu 2000’lere taşımış ve elli yıldır onu yaşatan, direnen, başı dik, türünün “yaşayan” tek örneği; tatil meraklıları için, Havana ve Varadero’nun olağanüstü güzellikteki plajlarının, dünyanın en kaliteli purolarının, rom ve salsanın cenneti; doğa tutkunları için, eşsiz tropik ormanların yeşili, sualtı güzelliklerinin derin mavisi. Kimileri içinse Küba, 1990’larda yıkılmış olduğunu düşündükleri “sosyalist” sistemi hâlâ savunup yaşatarak, “küreselleşen” dünyada yalıtık bir hayat süren, “hayalperest”, “demode”, “yokluklar“ içinde bir ülke...

Küba, ülkemizde en “sağ” duyulu düşünen bazı politikacıların bile, doğrudan övmekten çekindiği, ama “içten içe” imrenerek baktığı, anlamaya çalıştığı bir ülkedir. Öyle ki, ülkemizi temsilen Küba’ya giden bir Sağlık Bakanı, bu ziyaretinin ardından hayranlığını dile getirmekten çekinmeksizin “Adamlar bu işi çözmüş!“ diyebilir, ya da Fidel’in “Enerji Devrim”inde halka dağıtılan “Düdüklü Tencere ve az elektrik tüketen lambalarla” önce dalgasını geçen ama sonra benzer yöntemleri ülkemiz insanlarına öneren Enerji Bakanları olabilir...

Liberal rejimlerde insanlar mutlu mu? Serbest piyasa ekonomisi bize ne kattı, ne getirdi, ne götürdü? Çok beygirli arabalarımıza, n+1 odalı evlerimize, yüksek teknolojili cep telefonlarımıza sahip olurken, bu uğurda ne bedeller ödüyoruz? Neredeyse ikiye bölünmüş eğitim ve sağlık sistemlerimizden “kaliteli” hizmet almak için ödediklerimizi kazanmak uğruna, içine düşülen kısır döngüler kader mi? İnsanlar, eskiden mi daha mutluydu, yüzleri daha çok gülüyordu, yoksa bugün mü? Bireyin mutluluğu mu, yoksa kendini çağdaş olarak gören diğer milletlerin girdabına kapılıp topyekûn mutsuzluk içindelik mi daha önemli olan?

Bilinmeyeni objektif olarak öğrenmenin yolu, “her konuyu okumak”tan geçebilir; ama, yaşayarak öğrenilenlerin daha ”kalıcı” olduğunu da bilmeyen yoktur. Bu gerçekten yola çıkarak, tarafsız, ön yargısız, turist olmamaya özen göstererek, Fidel henüz yaşıyorken, Fidel’in ülkesi Küba’yı Kübalılar gibi yaşayıp tanımak, algılamak, yıllardır sahip çıktıkları değerleri görmek ve anlamak adına yapılan ziyaretlerin neticesinde gördük ki, “Özgür” Küba, “Tam Bağımsız” kalabilmenin sınırsız tadını yaşıyor.
• Sağlık, Eğitim hizmetleri ücretsiz
• Amerika kıtasının en düşük çocuk ölüm oranlarına sahip; çalışan çocuk, sokakta kaderine terk edilmiş yaşlı yok.
• Ülkede, zaman zaman, ABD destekli, Miami’de yaşayan Karşı-Devrimcicilerin faaliyetleri sayılmazsa, hiç bir asayiş sorunu yok, herkes barış içinde yaşamını sürdürmekte.
• “Küba’da insan sayısı kadar parti var” sözünün anlamnı içselleştirmiş, son derece katılımcı bir yönetim biçimi ve Anayasal bir sistem var. Dış İşleri Bakanlığı gibi öenmli bir mevki de, Dünyanın en genç bakanlarından birisi oturmakta.
• “Önleyici Tıp” ve “Aile Hekimliği” son derece ileri. Amaç, insanların hasta olmasını önleyici bilinci ve eğitimi vermek.
• Resmi Din yok. İnanç özgürlüğü var.
• Ülke, bazıllarının benzettiğinin aksine, asla “Kozasına çekilmiş” bir durumda değil. Sanatçısı, sporcusu, bilim insanlarıyla, dünya ile bütünleşmiş, “insanlık” için çalışan bir toplum var..
• “Dayanışma”, “Ulusal Onur” kelimelerinin anlamının, son yıllarda somutlaştığı en önemli ülke! Latin Amerika ve diğer devletlerle yapılan çalışmalar bunun göstergesi. Dünyanın dört bir yanında, özellikle en zor bölgelerde görev yapan Kübalı doktorlar sadece bir örnek.

Küba halkı genellikle mutlu. Ancak 90 mil ötelerindeki ABD’nin “tek yanlı” politikalarına sürekli direnç göstermek zorunda kaldıklarından, belki de biraz yorgun. Miami’de yaşayan Kübalı göçmenlerin Adalı akrabalarına, kaçmaları için yaptıkları baskılar, yanı sıra da ABD’nin, yalnızca Kübalı göçmenler için çıkarttığı ve adeta göçü teşvik eden yasalar, bazı Kübalıların aklını çelmek için oluşturulan unsurlardan en önemlileri. Aslında sorun halklardan değil, ABD yönetiminin yıllardır uyguladığı yıpratıcı politikalardan kaynaklanıyor. Bunlar bile halkları birbirine düşman edememiş durumda.

Ülkelerin tarihleri arasında, o kadar çok benzerlikler var ki! Bazen iki ülkenin geçmişleri, ayrı yerlerden gelip bir yerde kesişiyor, sonra da yine ayrı yönlere gidebiliyor. 1930’da, “Küba’nın Bağımsızlığı” için Havana’da yapılan toplantıda, 8 öğrenci Batista’nın askerleri tarafından öldürüldü, TİP’li öğrencilerin Bahçelievler baskınında öldürülmesine ne kadar benziyor değil mi? Ya, Fidel, Che ve arkadaşlarının Granma adlı tekneyle Meksika’dan yola çıkıp, Santiago de Cuba’dan Ada’ya ulaşmaları ve mücadeleyi başlatmalarıyla, Atatürk’ün Bandırma vapuruyla, İstanbul’dan yola çıkması Samsun’a varıp, ulusal kurtuluş hareketini başlatması arasındaki benzerlik?.. Atatürk, Cumhuriyet Devrimi’ni o günkü toplumsal koşullara ve onu doğrudan karşısına almaya çekinseler de içten içe yaptıklarını kabullenmeyen, inanmayan bir sürü insana karşın, topluma bu denli “ilerici” ve “radikal” değişimleri uygulatarak kaybedilen onlarca yılın kazanılmasına çalışmak, ülkenin temellerini ilerici bir devrim üzerine kurmak, emperyalizme ilk yenilgiyi yaşatmak gibi çok önemli işleri başarmıştı. Günümüzde bazı kişilerce diktatöre benzetilse de, o günün koşullarında, uygulamalarında sonuna kadar haklıydı. Yetiştiği kültür ve coğrafyada benzer sorunlara karşı, ”Küba Devrimi”ni gerçekleştiren Fidel de, bu ”İlerici Devrim”in kendi toplumunu daha da yüceltmesini hedefleyerek, benzer reformları yaptı. O da kimilerince bir diktatör gibi görülse de, arkasında, tıpkı Atatürk gibi, bir hanedanlık bırakmıyor; tek amacı Küba halkını ileriye götüren elli yıllık reformların, günün koşullarına uydurularak korunmasını sağlamak; öyle ki, “Ben Küba’yım” derken yaptıklarının kendi için değil, Küba halkı için olduğunu ısrarla vurgulayan biri o.

Küba’nın yarım yüzyıllık tarihi, okuma yazma seferberliği, toprak, eğitim ve sağlık reformları gibi her biri sosyalizme dayalı, imrenilecek başarılarla dolu. Bu reformları değerlendirirken, Ülkemizle Küba’nın devrimden sonraki ilk yıllarında yaşadıkları benzerliklere de dikkat etmek gerekiyor. Küba 1854’de, ABD tarafından 130 milyon Amerikan Doları’na satın alınmak istendi. Türkiye de bir zamanlar Marshall yardımına muhtaç edildi; o yardımla da sanki satın alınmışçasına ülke kaynaklarının ipotek süreci başladı. Emperyalizmin araçları değişiyor ama, niyeti aynı. Olanları algılamak ve gerekiyorsa direnebilmek için, geçmişte yaşanan bu benzerliklerden ders çıkartmak çok önemli. ABD emperyalizmi, başlangıçta, Küba’yı bağımsızlık yolunda desteklemişti; ama baktı ki, Küba kendi kurallarıyla var olup, ABD’nin isteklerini yerine getirmeyince ”komünist” olmakla suçlayıp, karşısına aldı; yani kendisine itaat etmeyeni cezalandırdı. Benzer bir durum, Kıbrıs için, kuzey Irak için, neden bizim başımıza gelmesin ki!

Günümüzde, kim ”özgürlük savaşçısı” kim ”terörist” artık çok belirgin değil; tanımları “güçlü” olanlar yapıyor. İsrail öldürünce kendi toprağını savunuyor, ama Filistin’li, Felluce’li direnişçi kendini patlatınca terörist oluyor. Kavramlar gerçekten karmakarışık, iç içe geçmiş durumda. Ve Tarih... İnişleriyle, çıkışlarıyla, teknolojik gelişmeleriyle hep yineleniyor! Yöntemler değişse de, olan biten çok benzer. Korunmak, farkında olmayı gerektiriyor; farkında olmaksa, tamamen özgür düşünebilmek, önyargısız ve saplantısız olabilmekten geçiyor.

Küba’daki Sosyalist Devrim, topraklarında beş yüz yılı aşkın hüküm sürmüş Emperyalizm’e karşı, hâlâ direnerek, dimdik yaşıyor. Daha da önemlisi, öteki Latin Amerika ülkelerine örnek oluyor. Direnişi sırasında kendi kabuğuna çekilmiyor; maruz kaldığı tüm zorlamalara, ambargo ve ablukaya karşın, dünyayla entegre oluyor. Karayip’lerdeki bu küçücük ada, dünyadaki pek çok kişi ya da topluluk için, hâlâ umut saçıyor, aydınlatıyor. Öte yandan, ülkedeki sosyalizmin sağlık, eğitim ve sosyal güvence gibi kazanımlarına karşın, anamalcılığın yoksulluk propagandası, ABD ve Avrupa’nın ”fırsatlar ülkesi" hayalini sürekli canlı tutması, ülke çocuklarının değil ama gençlerin mutluluğunu, geçici de olsa, olumsuz etkilemeyi sürdürüyor. Yine de, Küba’da işler, zor da olsa, iyi gidiyor. Sosyalizm’in evrensel olarak sağlayabileceklerini, Küba kendi koşulları ve coğrafyasının yardımıyla, yalnızca kendi insanına değil, hem çevre ülkelere hem de bütün dünyaya sağlamaya çalışıyor; sahip olduklarını paylaşıyor. 1990’dan beri, içinde oldukları Özel Dönem’in güçlüklerine katlanan Küba, Fidel’in koyduğu hedefler kendinden sonra da gerçekleşirse ve kırk yıllık ABD Ambargosu kalkarsa, bugünden çok daha iyi bir yere erişecektir.

Küba’da “huzur” sözcüğünün anlamını bulduk, yaşadık! Fidel’siz bir geleceğin belirsizlikleri dışında, gelecek kaygısı olmadan süren bir yaşantıya, mutluluğun zenginlik gibi bir ön koşulu olmadığına tanıklık ettik. Sosyal kirlenmenin, reklâmların olmadığı, anamalcılığın beyinleri kemirmediği bir dünyanın olabileceğini farkettik. Sokak çocukları, evsiz ya da meczup insanlar görmedik. Evrensel değerlere sahip çıkmanın, başı dik durmanın, ilerici, tutarlı, kararlı ve onurlu olmanın maddi hiçbir karşılığının olmadığını da anladık...

hikaye insanoğlu üstüne insanoğlunun gençliği umutları üstüne
hikayeyi benden güzel anlattılar benden güzel anlatacaklar
hikayeyi dost düşman işitmeyen kalmadı


Küba’yı görmek ve yaşamak, bir hayaldi; bizim için gerçek oldu.
Edindiğimiz yeni hayallerimizi de gerçeğe dönüştürerek, yaşamak ve yaşatabilmek ve sizlerin de yaşaması adına...

Cuba Si!

20.1.2009 - Memlekent Dergisi icin hazırlandı

Hiç yorum yok: