12 Eyl 2007

81’inde bir Filozof Lider...





13 Ağustos 2007’de, Fidel Castro Ruz’un 81. doğumgünü sade bir törenle kutlandı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de ne yazık ki hâlâ, onun sevilen, saygı duyulan bir devlet adamı mı, önder mi, lider mi yoksa diktatör mü olduğu tatışıladursun, Fidel, geçirdiği ameliyattan sonra köşesine çekilmek yerine, günümüzün ekonomik, siyasi ve çevre sorunlarına dair müthiş makaleler yazarak, geçmişten gelen güçlü tarihi birikimini ve deneyimini, gelecek kuşaklara aktaran düşün eserleri ortaya koyuyor. O artık yalnızca Küba’nın değil, Dünya’nın sorunlarına da ışık tutmaya çalışıyor.

“Küreselleşmeye direnmek için şiddet dışında her türlü yönteme başvurulmalı!”

Dile kolay, 10 Amerikan başkanı eskitti (Eisenhower, Kennedy, Johnson, Nixon, Ford, Carter, Reagen, Baba Bush, Clinton ve Oğul Bush). 1945’ten beri dünyanın gidişatını belirleyen liderlerin belli başlılarıyla ilişkileri oldu (Neru, Nâsır, Tito, Olof Palme, Arafat, Gandhi, Allande, Gorbaçov vb.). Günümüz sanatçı ve aydınlarının önde gelenleriyle tanıştı (Sartre, Hemingway, Arthur Miller, Neruda, Henri Cartier-Bresson, Oliver Stone, Noam Chomsky ve daha pek çokları).

O, bir devrimci olarak değil bir “asi” olarak doğdu! Çok erken yaşlarda, okulda, evde, sokakta gördüğü ve yaşadıklarından açılan bilinciyle, artan farkındalığıyla ve gelişen “asiliği”yle, daha çok düşüncesinin ve deneyiminin olduğunu düşünüyor. Yeni gelişen küreselleşme karşıtı hareketleri kendi dönemindekilerle karşılaştırdığında, “bu ’asi nesil’e saygı duyduğunu, farklı protesto yöntemlerini beğendiğini ve en önemlisi dünyayı yönetenleri nasıl tir tir titrettiklerini” vurguluyor.

***

“Yalnızca bütün elektrik ampullerinin değiştirilmesini değil, aynı zamanda, daha önceki teknolojilerde iki ya da üç kat aşırı enerji tüketen bütün yerli, ticari, sanayi, ulaşım ve kamu elektrikli araç ve gereçlerinin tümüyle değiştirilmesini kapsayan acil bir enerji devrimi yapılması zorunluluktur.”

1830 yılında, 1 milyarı geçen dünya nüfusu, 130 yıl sonra üç katına çıktı. O tarihten 46 yıl sonra yani bugün, gezegende yaşayan insan sayısı 6,5 milyara yükseldi. Büyük bir çoğunluğu son derece yoksul olan bu nüfus gıdasını yalnız evcil hayvanlarla değil, bundan böyle biyoyakıtlarla da paylaşmak durumunda. Neden? Çünkü artan nüfusun gereksindiği enerji hidrokarbonlarla sağlanamıyor, sağlanamayacak! Çevre koruma etkenini de düşününce biyoyakıtlara yönelmemek olanaksız. Şeker kamışı, mısır, buğday, yulaf, arpa, çavdar... Dünyadaki tahıl üretimi 2007 yılı içinde rekor düzeye ulaşma yolunda ilerliyor. Yine de, biyoyakıt endüstrisinin hızla gelişmesi yüzünden, artan tahıl gereksinimi ancak karşılanabiliyor. Hergün durmadan artan nüfus, küresel ısınma nedeniyle zaten azalan gıda üretimi yüzünden besin bulmakta zorlanırken, bu gıdanın bir kısmını da biyoyakıtlarla paylaşmak zorunda kalacak. Bu konuda başka ilginç örneklerde var. Topraklarında petrolün bol olduğu, günümüzün yakıt kaynağı, Üçüncü Dünya ülkeleri çok yakın bir gelecekte yakıt sıkıntısı çekmeye başlayacaklar; en çok Ortadoğu’dakiler, ek olarak da Meksika, Venezuela ve Afrika ülkeleri. Tuhaf olansa, “gelişmekte olan ülkeler” olarak sınıflandırılan her ülkenin petrol üreticisi olmaması! Bu sınıfa giren ülkelerin yüzde 82’si en fakir ülkeler arasında yer alıyor ve doğal olarak da petrol ithal etmek zorunda kalıyorlar. Eğer, gıda maddeleri biyoyakıt ya da diğer adıyla tarımsal yakıta dönüştürülürse bu ülkeler çok kötü bir durumla karşılaşabilirler. 30 yıl önce, gezegenimizin sakinleri, türümüzün üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan küresel ısınma sorunundan haberdar değildi. Uluslararası şirketlerin sözcülerini ve onların medyasını dinlerseniz, olası dünyaların en iyisinde yaşıyoruz: “Piyasa egemenliğinde ekonomi + uluslararası sermaye + gelişmiş teknoloji = üretkenliğin sürekli artışı, daha yüksek gayri safi yurtiçi hasıla, daha yüksek yaşam standartları ve insan türünün tüm rüyalarının gerçekleşmesi! Devlet hiçbir şeye müdahale etmemelidir, hatta büyük finansal sermayenin bir aygıtı olmak dışında var olmamalıdır bile.” Ancak gerçekler acı! Yüzde 10’luk işsizlik nedeniyle dünyanın en sanayileşmiş ülkelerinden Almanya’nın uykuları kaçıyor. En zor ve en az istenen işler, artan yoksulluk nedeniyle çaresizleşmiş ve ne şekilde olursa olsun sanayileşmiş Avrupa’ya girmeye çalışan göçmenler tarafından yapılıyor. Görünüşe bakılırsa, kimse gelişmemiş ülkelerde artmakta olan nüfusu hesaba katmıyor. Kapitalizm, gezegendeki toprakları, onun üzerindeki nehirleri, dağları, ormanları, her şeyi, önlenemez bir yağmanın hedefi haline getiriyor. Biyoyakıta talep arttıkça, dünyanın “ormansızlaşması” da artacak. Orman alanları tarıma açılacak. Birkaç on yıl belki her şey yolunda gidebilir, ama daha sonra geriye dönülemeyen bir çevre felaketiyle karşılaşacak olan insanlık kendi türünü yoketme riskini de adım adım yaratabilir.

***

Fidel’in Küba’lı genç komünistlere yazdığı, ama bütün dünya gençliğini de düşündürmesi ve heyecanlandırması gereken aşağıdaki notları da oldukça dikkat çekici:

Fikirlerden yoksun bir hayatın ne değeri vardır ki? Jose Marti bir keresinde "Fikir yığınları taş yığınlarından daha değerlidir" demişti. Fikirler insanlardan mı doğar? İnsanlarla mı yok olurlar? Fikirler insanlık tarihinin başından beri vardır. Türümüz var oldukça fikirler de var olacaktır. Ancak, insanoğlu akıl almaz bir kendi kendini imha kapasitesi olan ve sınırsız gözüken teknolojik gelişmeler ve siyasi az gelişmişlik nedeniyle daha önce hiç olmadığı kadar ciddi bir tehdit altındadır. Nereye baksak, soykırıma yakın savaşlar, iklim değişikliği, açlık, susuzluk ve eşitsizlik görüyoruz. İnsanların umutlu bir gelecek fikrine sıkı sıkıya sarılmaya ve hayatta kalma mücadelesini bilim üzerinden yürütmeye ihtiyacı var. Bugün ancak bilimsel bir arayış adaletli olabilir. Bu parlak gelecekte, dünya çapında bir diktatörlük tarafından idare edilen günümüzün gelişmiş kapitalist sisteminin korkunç adaletsizliklerine yer olmayacaktır.

Shakespeare, oyunlarından birinde "Olmak ya da Olmamak!" demişti. Bugün genç insanların önündeki alternatif budur. Bunu yok saymak, dünyada sadece birkaç on yıl daha yaşamayı tercih etmektir ki bu süre, tarihi düşündüğümüzde üç beş saniyeden fazla etmez.”

Bush’un yaptığı gafların bir takipçisi de Fidel. Bush, Papa XVI. Benedict’e ziyaretinden önce, “insan yaşamı, onuru” ve “özgürlük” konularında "ortak bir bakış açısına" sahip olduklarını göstermek üzere bu ziyareti gerçekleştireceğini belirtmiş ve “Tarih, demokrasilerin birbiriyle savaşmadığını göstermiştir. Bu nedenle barışı güçlendirmenin en iyi yolu özgürlüktür” sözüne özenle dikkat çekmiştir. Bu yaklaşımlarıyla Bush, şimdi de Papa’yı oyuna getirmek istiyor. Sanki Irak Savaşı hiç yaşanmadı, tek damla kan dökülmedi ve tek bir kuruş harcanmadı! Üçüncü Dünya halklarının üzerine silahla dayatılan, utanmaz bir petrol ve doğalgaz pazarlığının bir parçası olarak yüz binlerce masum insan ölmedi! Hatta, İran’a açılması beklenen ve aynı korkunç formülü uygulamak için, nükleer saldırıların olası olduğu başka bir savaş tehlikesi de yok! Hepimizin, Rusya'nın, yeni ve daha tehlikeli bir silah yarışına neden olacak olası bir nükleer füze yağmuru tehdidi hissetmediğine, inanması bekleniyor!..

Bush, Domuzlar Körfezi’nde, emperyalistlerin yenilgiye uğratılmasının 45’inci yıldönümünde, Posada Carriles gibi kötü şöhretli ve suçlarını itiraf etmiş bir teröristi neden serbest bıraktı? Bush’un, “Fidel’e sayısız suikast girişimini kimin desteklediğini bilmediği” konusunaysa hiç girmeyelim! Bush'un ABD senatörlerine ve temsilcilerine yaptığı resmi konuşmalarda, kişisel emir çıkararak ortadan kaldırdığı düşmanları hakkında övünürken, suratını ilginç ve rahatsız olmuş mimiklerle oynattığını gördük. Ebu Garib ve Guantanamo Askeri Üssü’nde resmi işkence merkezleri kurdu. Ajanları, CIA uçaklarının herhangi bir izin almadan, yasadışı bir şekilde, gizlice uçtuğu pek çok ülkede insanları kaçırdı. Üzerinde iyi çalışılmış, fiziksel işkence yöntemleriyle bilgi aldılar. Nasıl olabilir de Bush, Papa XVI. Benedict'in insan yaşamına, onuruna ve özgürlüğe saygı konularında aynı değerleri paylaştığını düşünebilir?

Sözlükler bize ne diyor?
Kuyruklu yalan: Zekice gizlenen yalan.
Oyuna getirmek: Birisinin saflığından yararlanarak onu kandırmak ve aldatmak.

***

Fidel ve onun Küba’sı her zaman sözlerine sadık kaldılar, dünya halklarıyla dayanışma içinde oldular, enternasyonalistlikten vazgeçmediler, ilkeli ve onurlu duruşlarından da taviz vermediler ve bütün dünya uluslarından da saygı gördüler, görmeye de devam ediyorlar.

Tarih, Fidel’i çoktan “beraat” ettirdi!

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Selam Cuneyt,

Fidel Castro icin yazdiklarin cok guzel,cok anlamli,cok duygusal..

Tebrik ederim.

Berrin