21 Kas 2015

Ernesto Gomez ABASCAL Hakkında


Dün akşam bu dünyadan bir değerli insanı daha uğurladık.

Ernesto Gomez ABASCAL, geçtiğimiz yıllarda Ankara'da, Küba Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak görev yapmıştı. Ankara'da yaşadığım dönemde kendisi ile tanışma ve çalışma şansı bulmuştum. Kendisi Ortadoğu uzmanı olarak bilinirdi. Türkiye'de görev yapmadan önce, Irak'ta, Bağdat'da görev yapmış, ABD'nin Irak'ı işgali sırasında birinci elden olanları yaşamıştı. Bu anılarını daha sonra "Bağdat Görevi" adı altında kitaplaştırdı.

Çok üretken birisiydi.

Türkiye'de ki görevi sırasında "Havana'da Türk Tutkusu 1898" adında bir roman yazdı. Bu romanda 1898’de Sultan Abdülhamit bir memurunu Küba’ya gönderir ve Küba’nın İspanya’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinin, o günlerde karmaşa halindeki bir başka ada olan Girit’teki mücadeleyle benzerliklerini saptamaya çalışır.

Abascal aynı zamanda Serpil Yildiz ile beraber yazdığımız "Sarı Sıcak Bir Pencere Küba" kitabımıza önsöz yazma inceliğini gösterdi. Bu önsöz aynı zamanda bir Küba Büyükelçisi tarafından, Türk'lerin ne ifade ettiğini anlamak için de değerli bir belgedir. Aşağıda bu önsözü yeniden paylaşıyorum.
Abascal, Havana'da dün akşam aramızdan ayrıldı. Dünya'da gittiği her yerde çok dostu oldu. Türkiye'de de onlarca dost kazandı. Iyi, üretken, aydın, dost canlısı bir insan olarak hatırlanacak. 

----
Önsöz...

Yaklaşık iki yıldır Türkiye’de Büyükelçilik yapmama karşın “TÜRKLER İÇİN KÜBA NE ANLAM TAŞIYOR” sorusuna hâlâ net bir cevabım yok.

Birçok kereler, Adamızı ziyaret eden Cüneyt Göksu’nun kitabı, belki de; bu cevabın bulunmasına veya bu bilinmezliğin çözümüne iyi bir katkı sağlayacaktır.

Buna karşın, çok net çıkarabildiğim bir sonuç var: Karayipler’deki küçük Adamız, veya daha doğrusunu söylemek gerekirse Takımadamız, kültürümüzden, dinimizden ve tarihimizden bu kadar farklı ve bu kadar da uzak bu Avrasya halkını çok kuvvetli bir şekilde cezbetmektedir. Bu cezbetme kavramı da genellikle, sevgi, sempati ve aynı zamanda da dayanışma gösterileriyle vücut bulmaktadır.

Bu konu, tabii ki, her Büyükelçi için çok ilginç bir konudur. Bazı ülkeler var ki; yurtdışında ne kadar kabul gördüklerine dair bir fikir edinmek için anketler bile yaptırıyorlar. Her zaman iyi sonuçlarla karşılaşılmıyor, öyle ki halkın yüzde 90’ı tarafından kabul görmeyen çok güçlü ülkeler bile çıkabiliyor.

Hiçbir ankete ihtiyaç duymaksızın Türkiye’deki biz Kübalılar, Türk halkının ülkemize gösterdiği sempatiden ötürü gurur duyuyoruz. Ama yine bir kez daha kendime soruyorum: “TÜRKLER İÇİN KÜBA NE GİBİ BİR ANLAM TAŞIYOR?”

Coğrafi olarak birbirimize çok uzak ülkeleriz ve tarih boyunca da çok az temasımız olmuştur. Buna karşın, biz Kübalılar ve Türklerin duygularımızı ifade ederken birbirimize ne kadar çok benzediğimizi fark ettim. Kimliğimizi seviyor ve savunuyoruz, tarihimiz ve geleneklerimizle gurur duyuyoruz, yine aynı şekilde çok da ihtiraslıyız. Tinsel düzlemde kuvvetli bir akım mevcut ve bu da hiç şüphesiz, her ne kadar hiç de birbirine benzemeyen dilleri konuşsak da, iletişimi kolaylaştırmakta ve birbirimizle özdeşleştirmektedir.

Çok büyük bir olasılıkla, “Türkler için Küba ne gibi bir anlam taşıyor” sorusu yeni değildir. Bu cevabın arayışının geçmişi de vardır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ortadoğu’dan Küba’ya bir göç dalgası görülmüş ve Osmanlı kültürünü yaşatan İmparatorluk kökeninden gelenler milliyetimizin oluşumunda önemli izler bırakmıştır. Meşhur Türk denizci Piri Reis’in, 16. yüzyılın ilk yarısı gibi çok erken bir zamanda, inanılmaz bir şaşmazlıkla Küba’nın da görüldüğü Karayipler Denizi haritalarını çıkarmış olmasının hâlâ çok net bir açıklaması yoktur ve hâlâ da çok hayret uyandırmaktadır.
Küba kıyıları yakınında, Türk ve Caicos (Kayık) Adaları bulunmaktadır ve 1640’da bu kıyılardan Türk korsanların geçtiğine dair bilgiler mevcuttur. Fidel Castro ve Che Guevara’nın liderliğini yaptığı mücadelenin şanlı tarihinin yazıldığı tarihi Sierra Maestra dağlarının tam merkezinde bulunan, Küba’nın en yüksek dağının neden Turquino Zirvesi diye adlandırıldığı, en azından benim için hâlâ gizemini muhafaza etmektedir.

Aynı şekilde, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’in, 1898 yılında zaten artık son safhalarına gelinmiş ve Kübalı yurtseverlerin bağımsızlıklarını İspanya’dan aldıklarını ilan ettikleri Otuz Yıl Savaşı’yla ilgili bilgi toplaması için, niçin Enver Paşa’yı Küba’ya gönderdiğini de kendimize sormamız gerekir. Her ne kadar aynı ismi taşıyor olmasına rağmen I. Dünya Savaşında Bakanlık yapmış olan Enver Paşa değil de daha önce Osmanlı İmparatorluğunda görev yapmış olan Enver Paşa’nın torunu, meşhur şair Nazım Hikmet de 1961’de Küba’ya gelmiş ve o güzel şiiri “Havana Röportajını” kaleme almıştır.
Bu kısa tarihi gezintiden sonra, Türk okur dostlarımı “TÜRKLER İÇİN KÜBA NE GİBİ BİR ANLAM TAŞIMAKTADIR?” sorusuyla başbaşa bırakıyorum.

Dostum Cüneyt Göksu’nun kitabı, Küba’nın Türkler üzerindeki böyle bir çekiciliğe sahip olmasına dair bu bilinmezliğin ve muammanın ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır. Belki de bu sorunun cevabı Takımadanın doğal güzelliklerinde, şehir mimarisinde, tarlalarının yeşilinde, insanımızın iyi ve samimi karakterinde, eşsiz müziğinde veya diğer halk kültürü gösterilerinde, ama ayrıca da –aramanız için önemli bir ipucu veriyorum- güçlü düşmanlarına karşı, ulusal bağımsızlığını ve sosyal adaleti savunmak için ve de diğer halklarla bir dayanışma örneği gösterebilmiş, şerefiyle mücadele etmeyi ve direnmeyi bilmiş bir halkın isyankar ruhunda aranmalıdır.

Ernesto Gomez Abascal
Küba Cumhuriyeti Büyükelçisi
Ankara, Ekim 2006

Hiç yorum yok: